SEÇMEN SEÇİMDE SEÇTİ…
(İzlediğim bir haberin azıcık değiştirilerek nakledilmesidir)
Ülkenin oldukça saygın, az buçuk menfi tv-kanalı seçim konusunda bir araştırma yapmaya karar verir. Görevlendirilen ekip sorular hazırlamaya koyulur. Bölgeleri saptar.
Yetkili, “bakın artık Nişantaşı, Kadıköy gibi semtlere gidip çokbilmişlerin(!) yanıtlarını yayınlamayın. Duymak istemiyor izleyici” dedi.
“Eee, nereye gidelim o zaman?”
“Halkımızın arasına gidin. Camilere, hastanelerin önünde bekleyenlere, pazarlarda kadınlara sorun. En doğru yanıtları alacağınıza eminim”
Sıkıntıyla birbirlerine bakıp derin nefes aldılar. Yine uğraşacaklardı. Kaç kez denemişlerdi bu kesimde araştırma yapmayı. “Şef” her seferinde büyük bir hayal kırıklığı yaşamış, bunlardan çıkarmıştı acısını.
“Soruların anlaşılmıyor. Uzun cümleler kuruyorsun. Araya espri koy. Kolunu vatandaşın omzuna at. Hocam, ağabeycim filan de hitap ederken. Hani bir kanaldaki muhabir gibi. Sanki onlardan biri oluveriyor.”
“Ama Şef, onun soruları bizimki gibi kazık değil ki. Hele bir ters yanıt versinler, hemen karşı çıkıyor.”
Neyse yola çıkar bizim ‘kanalcılar’. Başlarlar mikrofonu tutmaya. Halk bayağı alışmış konuşmaya. Mikrofonu, kamerayı gördükleri gibi geliyorlar. Hoş beşten sonra ilk soru geliyor.
“ Referandum oldu ya” “Hee” “Ne için seçtik” Suratlar değişiyor, şaşkın şaşkın bakıyorlar.
“Siz de oy verdiniz mi?” “Hee,”
“İşte onu soruyorum, ne oylamasıydı?”
Sıkılmaya başlar bir karış sakallı. “Bak ağabeycim, ben gider ‘evet’ oyumu atar gelirim. Beni ilgilendirmez”. Koşar adım uzaklaşır.
Hemen bir ikincisi durdurulur. “Sor hocam sor. Her şeyi anlatacağım.”
“Referandumda oyunu attın mı?”
“Oy mu? Hatırlamıyorum vallahi”
“Ben sana hatırlatayım. ‘Evet’, ‘hayır’.”
“Haa o mu? Aslanlar gibi ‘evet’imi attım sandığa.”
“Neden oyladığımızı biliyor musun?”
“Yok ya. Arkadaşlarla takılıyorduk. Hadi oy atalım dedik.”
Yaşlıca birini yakaladı. “Amca meraba, oy verdin mi?”
“Verdim, ‘evet’ attım.”
“Neden referandum yapıldı”
“Kurban Bayramı geliyordu, koyunlar yetmiyordu. Koyun getirelim mi diye sordular”
Kol kola birkaç türbanlı genç kız geliyordu.
“Bayanlar, ‘evet’ mi oyladınız?
“Elbette”
“Neden?”
Kaşlarını çattı, ciddileşti aralarından biri “’Kanuni Sultan Süleyman’ dizisi, padişahlarımızı kötü gösteriyor, kaldırılsın diye.”
Muhabirle kameraman birbirlerine baktı. “Ne âlâka”, dedi kameraman sessizce.
“Kardeş, bir soru sorabilir miyiz? Ülkemiz hangi sistemle idare ediliyor?”
“Yaa, şey, vallahi hiç düşünmedim bunu, ama tek adam, tek parti gibi geliyor”
“Diktatörlük mü?” “Hee, o işte”
Kameraman sallana sallana yürüyen birini kapmış, bekliyor.
“Meraba dede.” “Selamünaleyküm.” “Referandumda ‘evet’ mi verdin?” “Tabi ki ‘evet’” “Oylama neden yapıldı?” “Kadınların sokağa çıkması yasaklansın mı?” diye sordular.
“Kim söyledi bunu sana? “Büyüklerimiz.”
Koşarak gelen simitçi kan ter içinde “ Taze simit fırından, yeni çıktı” diye bağırmaya başladı.
Muhabir sordu: “Nasıl idare ediliyoruz?” “Yazı tura ile.”
“Beyefendi, ülkemiz nasıl idare ediliyor? “İte kaka.”
“Referandumda ne için oy verdiniz?” “Bizim buzdolabı bozuldu. Avrat dır dır ediyor. Eh, belki yenisini getirirler diye ‘evet’ verdim”
Muhabirin ve kameramanın çevresi yavaş yavaş daralıyordu. Mikrofon alamayanlar kızmaya başlamıştı. “Hocam, bize de tutsana şunu. Söyleyeceklerim var. Bir seçimdir tutturmuşsun. Bana ne seçimden. ‘Evet’ verdik ya. Yetmedi mi?”
Muhabir karşıdan gelen kadını tanıdı, ona doğru gitmeye çalıştı. Nafile. Sıkışmıştı. Ancak kadın yanlarına geldi. “Sayın seyirciler yanımda bayan yazar…” “Bakın, bana bayan demeyin, ayırımcılık istemiyorum”
“Bir kısım eski ve yeni solcular ‘evet, ama yetmez’ oyunu kullandı. Sonuç istediğiniz gibi oldu mu?”
“Bizim için oy pusulası bile hazırlanmamıştı.”
“O zaman ‘evet’ verdiniz”
O sırada kalabalığın arasından bir kadın bağırdı. “Sizler dünya seçim tarihine gireceksiniz. Hayali oylamayı dünyada ilk sizler yaptınız.”
Kadın yazar sinirli sinirli baktı kalabalığa, kendi kendine söylendi, “cahiller, laikler, statükocular, sizlerle tartışmam ben.” Hızla uzaklaştı. Kalabalığın ortasından bir şarkı duyuldu: “Yeter mi hiç, yeter mi hiç?”
Baştan beri birilerinin arkasına saklanan, dikkatle soruları dinleyen bir kişi en sonunda dayanamadı, sessizce yaklaştı muhabire: “Şey hani bir kadın çıktı, ‘dört karı alınacak’, dediydi ya.”
Muhabir, “eee ne olmuş?” “İşte, o yasa mı oylanıyor?” Muhabir cingöz anladı adamın derdini.
“Niyetin mi var?” “Ben de iki tane var zaten. Duyduklarından beri ‘bizi yasal yap’ diye başımın etini yiyorlar. Bittim tükendim. İkisini de atacağım başımdan.
“O zaman ‘hayır’ diyeceksin”
Muhabir gittikçe sıkışıyordu, gitmeye davrandı ki, biri “durun durun ben de konuşacağım. Ben kimliğimi geri istiyorum”
Kalabalığın en önünde hiç kımıldamadan duran bir yaşlı kadın sevecen bir şekilde genç adama yaklaştı. “Ah be oğlum, kimliğini almak için nüfusa gitmen lazım, bak ben bile biliyorum.” Herkes bastı kahkahayı.
“Kimliğimizi elimizden aldılar, geri istiyoruz artık yeter!”
Demin laf atan kadın yanındakine fısıldadı: “Başladılar yine mızırdanmaya.” Sonra dayanamadı seslendi: “Kim vermiyormuş bakayım bu gence kimliğini? Kulaklarını çekeceğim onların, sen üzülme. Alırsın bir şekilde.”
Muhabir yaşlı kadına uzattı mikrofonu, “nineciğim biz nasıl idare ediliyoruz? “Kör topal gidiyor yavrum. Oyumu da Gandi mi ne ona verdim. Hadi dağılın artık, burnuma gaz kokusu geliyor.”
Muhabir saçı başı dağılmış, yakası paçası bir yerde, mikrofonu kaptı birinin elinden. Kameraman ise kamerasını toplamaya çalışıyordu.
“Sayın seyirciler, halkın nabzını tutmaya çalıştık bugün. Halkımız ne seçtiğini çok iyi biliyor gördüğünüz gibi. Seçimlere kadar hoşça kalın.”
Ben ağzım bir karış açık vatandaşlarımızı dinlerken, Oğuz kahkahadan kırılırken telefon çaldı. Arkadaşımın sesi hafif titriyordu. “ Programı izledin mi? Hâlâ seçmeye sıcak bakıyor musun? Hani vatandaşlık görevi derdin ya”
Telefonu çat diye kapattı. Beni de bir düşünce aldı…
|