İZMİR DE YEDİM BAKLAVAYI, KARABURUNDA YEDİM SOPAYI / Ruhi İYİGÜN
Ruhi İYİGÜN

Ruhi İYİGÜN

İZMİR DE YEDİM BAKLAVAYI, KARABURUNDA YEDİM SOPAYI



Sonbaharın kendini hissettirmeye baÅŸladığı akÅŸamüzeri aracımızla Limni Adası’nın Ayos Dimitrios Köyü’nden geçerken yolun kenarında bulunan tavernayı görünce durduk ve beÅŸ çayımızı içmek üzere tavernaya girdik.

Taverna büyük sayılabilecek bahçeye sahip ve bahçenin tamamı dut ağaçları ile kaplı, tahta masalar ve hasır sandalyelerle donatılmıştı.

Kapının girişindeki ilk masaya oturduk ve gelen garson bayana çay siparişimizi verip beklerken bahçenin en köşesinde bulunan masada oturan yaşlı insanları seyretmeye koyuldum. Aralarında konuşuyorlar, zaman zaman da meraklı gözlerle bizleri süzüyorlardı.

Gelen çaylarımızı henüz yudumlamaya baÅŸlamıştık ki içlerinden bir tanesi ağır adımlarla bize yaklaÅŸtı ve elindeki bastonuyla bizi iÅŸaret ederek “heyyyy size söylüyorum siz Türksünüz” diye seslendi cevap vermedim.

Aynı sözünü yineledi ve arkadaÅŸlarını elindeki bastonuyla göstererek “bakın onlar sizin İtalyan olduÄŸunuzu söylüyor ama ben sizin Türk olduÄŸunuzu hemen anladım” diye sözlerine devam etti.

Bu sözler karşısında heyecanlanmıştım ve hemen sordum.

“Türk olduÄŸumuzu nasıl anladın?”

“Türkiye’de çok çay içilir bütün kahvelerde çay vardır. Orada herkes çay içer, siz de tavernaya girdiniz ve çay istediniz, eminim ki Türksünüz….”

İlginç bir tespitti benim için, Türk olduÄŸumuzu ve gezi amaçlı geldiÄŸimizi belirttim. Nereli olduÄŸumuzu sordu sert bir biçimde. İzmirliyiz deyince ses tonu bir anda yumuÅŸadı. “Neresindensiniz” diye sorularına devam etti. Foçalı olduÄŸumuzu söyleyince adeta boynuma atladı ve sarıldı. UnuttuÄŸu yarım Türkçesiyle “yuvrumi ben sabahları yatağımdan kalkınca önce Foça’ya bakardım. Benim vatanım Foça ile karşı karşıyaydı. Ben Karaburunluyum. Bana burada da Karaburunlu Morakis derler” diye sözlerine devam ederken masamıza oturmasını rica ettim. Morakis sandalyesine otururken sözlerine devam ediyordu… “ben Karaburun’da doÄŸdum. 13 yaşımda buraya geldim, buraları Karaburun’a hiç benzemiyor. Burada kalıyoruz ama, aklımız hep Karaburun’da evimde, arkadaÅŸlarımda, İzmir’de… Oraları hep aklımızda..”

AyaÄŸa kalktı ve en köşede oturan arkadaÅŸlarına seslendi, “heyyy gelin buraya bunlar bizden bee… Anadolu insanı bunlar da, misafirlerimiz” diyerek diÄŸer arkadaÅŸlarını masamıza davet etti.

Tanışıyoruz gelenlerle. Nikos Paterakis, Manolis Marinakis, Palegos Skapetis, Iraklis Spiridakis. Hepsi de ÇeÅŸme Reisdereli. Onlar da ÇeÅŸme’nin Reisdere Köyü’nü soruyorlar bizlere. Güzel bir diyalog oluÅŸuyor hemen, kaynaşıyoruz. Eski anılar tazeleniyor. Vatan hikayeleri ve kaybolan yaÅŸamlar.

İzmir’in panayırları konuÅŸulurken bir anda Morakis’in yanık sesinden bir türkü dinliyoruz, diÄŸer ÇeÅŸme mübadilleri de ona eÅŸlik ediyor. “İzmir’de yedim baklavayı, Karaburun’da yedim sopayı” türkü bitince Morakis bizlere soruyor, “Bu türkü daha dinleniyor mu?” Ona böyle bir türküyü hiç duymadığımı söylüyorum. Hüzünleniyor. “Yaaa artık bizim türkülerimiz de unutulmuÅŸ İzmir’de” diye hayıflanıyor. Türkünün bestekarının babası olduÄŸunu ve mübadele öncesi İzmir’de çok bilinen bir türkü olduÄŸunu anlatıyor bizlere.

Bu arada hava iyice serinlemiÅŸti. Müsaade istedik, “olmaz” dedi, Karaburunlu Morakis. “Size yemek yedirmeden bir yere göndermem.” Tavernanın kapalı kısmına geçiyoruz. Masa hazırlanıyor. Bizler sohbetimize devam ediyoruz. Bu arada Morakis, unutmadığı türküleri Türkçe olarak söylüyor bizlere… İzmir’in kavakları, Karabiberim gibi türküleri dinliyoruz.

YemeÄŸimizi bitirirken Morakis’e, “vatanına hiç gittin mi, görebildin mi?” diye soruyorum. Gözlerimin içine bakıyor hüzünlü bir ÅŸekilde adeta bana bu soruyu sorma der gibi. Anlıyorum. Benimki belki de lüzumsuz bir soru. Vedalaşıyoruz. Yarın adadan ayrılacağımızı söylüyorum. Bana “niçin adaya daha önce gelmediniz, niçin sizlerle çok daha önce tanışabilme imkanımız olmadı” diyor. Yine geleceÄŸimizi söylüyorum. Karaburun’dan bir isteÄŸi olup olmadığını soruyorum. “Var” diye cevap veriyor.. Benden bir dahaki geliÅŸimde biraz toprak ve bir ÅŸiÅŸe de su getirmemi istiyor. Morakis’in ne yapmak istediÄŸini anlıyorum. “Kimin için istiyorsun” diye sorduÄŸumda, benim için malum cevap geliyor hemen….. “Annemin ve babamın mezarına serpmek için” diyor.. Biliyorum, der gibi bakıyorum Morakis’e; muhakkak getireceÄŸimi söyleyerek ayrılıyoruz.

Ertesi gün akÅŸamüzeri Myrina’dan hareket eden vapurla Midilli Adası ve daha sonra da Türkiye’ye dönüş yapıyoruz. Karaburunlu Morakis’in konuÅŸmalarından etkilenmiÅŸ olacağım ki hep bir an önce Karaburun’a gidip, onun benden istediklerini yapma arzusu geliyor içimden.

Yeni gezi programımızın tarihi kesinlik kazanınca arabamla Karaburun’a gidip bol bol fotoÄŸraf çekiyor ve istediÄŸi su ve toprağı alıyorum. Ayrıca Morakis ve arkadaÅŸları için İzmir’den bolca hediye almayı da ihmal etmiyorum.

Ayvalık’tan bindiÄŸimiz gemi ile önce Midilli Adası’na ve oradan da Limni Adası’na geçip otelimize yerleÅŸiyoruz. Guruptaki arkadaÅŸlarım odalarında istirahat ederlerken, kiralamış olduÄŸum taksi ile Ayos Dimitrios Köyü’nün yoluna koyuluyorum. Tavernanın önünde taksiden inip tavernaya giriyorum. Tavernada bulunan bayan garsona Morakis’i soruyorum. Aldığım cevap hiç aklıma gelmeyen bir ÅŸeydi; Morakis dört ay önce vefat etmiÅŸti. ÅžaÅŸkın bir vaziyette ne yapacağımı düşünüyorum, aklıma Karaburunlu Morakis’in arkadaÅŸlarından birine ulaÅŸmak geliyor. İraklis Spiridakis’in evininin yerini öğrenip onun yanına gidiyorum.

Spiridakis ile evinin avlusunda karşılaşıyorum. Avluda sohbet ederken Karaburunlu Morakis’i soruyorum. Yine aynı cevap… Morakis ölmüştü. Derin bir düşünceye dalıyorum. Ve konuyu Spiridakis’e anlatıyorum. Üzülüyor.. Ve bana yarın beraberce mezarlığa gidip getirmiÅŸ olduÄŸum su ve toprağı Morakis’in mezarına beraberce koymamızı teklif ediyor.

Kabul ediyorum ve öyle de yapıyoruz..

Mübadelede, yaÅŸanan acıların bir daha yaÅŸanmaması dileklerimle….


Ruhi İYİGÜN




6 Temmuz 2011 Çarşamba / 2336 okunma



"Ruhi İYİGÜN" bütün yazıları için tıklayın...