TOPLUM, BİREY, SANAT / Oğuz ÖZÜGÜL
Oğuz ÖZÜGÜL

Oğuz ÖZÜGÜL

TOPLUM, BİREY, SANAT



Bireyin ve toplumun özel, kendine özgü yasaları olan bir varoluş sürdürdüğü, birey olmadan toplumun, toplum olmadan da bireyin kendine yeteceği varsayılırsa, insan davranışlarındaki ve başarılarındaki bireysel ve toplumsal öğe arasına çok keskin bir sınır çekileceğini daha önce de belirtmiştik. Birey ve toplum yalnız birbirine muhtaç değil, üstelik tek ve aynı fenomenin iki veçhesidir. Toplum, bireysel bilincin düşünülebileceği sadece tek biçim değildir, birey aynı zamanda toplumun etkin temsilcisidir, toplumda etkili olan itkilerin ve güçlerin biricik açık ifadesidir. Toplumsal öğe insanın eylemlerinden her ne kadar ayrılmıyorsa da, düşünen, hisseden, davranan, hakikati idrak eden ve sanat eserleri yaratan öğe, eğer bütün bunları bir kolektifin parçası ve organı olarak yapıyorsa, her zaman bireydir.

Birey ve toplum arasındaki ilişki, kendiliğindenlik ve gelenek arasındaki karşıtlığa her zaman ve asla tam olarak uymaz; bu karşıtlık birey ve toplum arasındaki ilişkinin farklı veçhelerinden sadece birini oluşturur. Birey ve toplum birbirine nüfuz eder, sanatsal yaratmada ise çok daha çeşitli ve karmaşık bir tarzda; karşılıklı ilişkilerini basit bir düalizm biçiminde ifade etmek mümkün değildir. Tekil unsurların yaratıcılık sürecine ne dereceye kadar katıldığı, bunlardan hangisinin egemenliği elinde tuttuğu, birbiriyle ilişkilerinde ne tür kaymalar meydana geldiği asıl sorunu ilgilendirmez. Hazır, yön verici, duraksamadan kabul edilmiş sosyal-tarihsel bir durum düşüncesi, nesnel bir üslup ya da örnek bir beğeni düşüncesi ve bu durumdan bağımsız, kendiliğinden hareket eden bireysel bir kişilik büyük bir yanılgı kaynağını içinde taşır. Bu noktada sosyal ve asosyal unsurlar, birbirinden bağımsız olarak, insanın faaliyetleri arasında yer alan öteki alanlardakilerden daha az söz konusu olabilir.

Bir sanatçı, kendi tarzında yorumladığı ve çözmeye çalıştığı tarihsel, sosyal koşullu bir sorunla baş ederken ancak sanatçı olur. Onun sanatçı bireyselliği, sorunun çözümünden önce oluşmaz, bu bireysellik ancak sorunun yarattığı somut durumla ilişkisi içinde ayırt edilebilir, tanımlanabilir. Rönesans toplumu olmadan, İtalya ve ulusal geçmişi olmadan, Floransa ve Roma olmadan, Perugino ve rakibi Michelangelo olmadan bir Raffael var olmazdı. Ama Raffael olmasaydı, Rönesans Rönesans, Roma da Roma olmazdı.

Kendi geliÅŸme süreci içinde her sanatçının karşısına çıkan ve herhangi bir tarzda çözmesi gereken sorun, kendisinin topluma ve geleneklerine en iyi ÅŸekilde uyum saÄŸlaması deÄŸildir, tam tersine onlardan baÅŸarıyla kurtulabilmesidir. Zira, bir çocuÄŸun önce yakın çevresindekilerin dilinden yararlanması gibi, sanatçı da, baÅŸkalarına öykünerek, onların eserlerini örnek alarak, deÄŸiÅŸtirerek çalışmaya baÅŸlar. GeliÅŸimi, genellikle bireysel bir biçim-diline doÄŸru ilerler, yani sanatçının geliÅŸmesine dair yaygın, romantik bir tasarıma tamamen karşıt bir yön izler. Genel söylemden uzaklaşır ve kiÅŸisel bir ifade tarzına yaklaşır. Geleneksel biçimlerden ve basmakalıp çözümlerden yavaÅŸ yavaÅŸ kurtulurken, baÅŸlangıçta baÅŸkalarından öğrendiklerini unutmak, onları korumaktan daha zor gelir. Zamanla özgün eserler yaratmaya baÅŸlar. KuÅŸkusuz erken olgunlaÅŸmış yetenekler de mevcuttur, ama baÅŸtan itibaren yeni bir biçim-diline sahip çok az sanatçı vardır. Gerçek sanatsal devrimler çok ender olarak genç sanatçılardan kaynaklanır. Michelangelo’nun, Shakespeare’in, Beethoven’in, Goethe’nin vs. gençliklerine göre yaÅŸlılıklarında daha ilerici ve yenilikçi oldukları söylenir. Onlar dönemlerinin geleneksel sanat biçimlerinden hareket etmiÅŸler, onlara uymuÅŸlar, ama daha sonra, oluÅŸmasında büyük pay sahibi oldukları gelenekleri yıkmak için, onları terk etmiÅŸlerdir.

Dil gibi sanat da, geleneksel kolektif bir söylemin bireylerdeki sürekli yenilenmeyle kaynaşmasından doğan bir sonuçtur. Canlı, konuşulan dil gibi, canlı sanat da birçok katılımcıyla birlikte karmaşık bir ilişkiler ağı oluşturur. Bu ağ, insanı bir katılımcıdan ötekine götürür ve sonunda kimin kimden neyi aldığını, özgün mü yoksa başkasının mı olduğunu, inisiyatifin ve rutinin nasıl dağıldığını ve birleştiğini anlamak pek mümkün olmaz. Sanatçı da, belirli bir motifi nerede ve ne zaman bulduğunu, kendi başından geçmeyen bir yaşantıyı nasıl benimsediğini, bir imgeyi ya da sözcüğü nereden derlediğini kolay kolay açıklayamaz. Kendi okurlarına, rakiplerine ve yandaşlarına neleri borçlu olduğunu da tasarlayamaz. İşte bu ilişkiler ağı, sanatta, bu denli karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hale gelir.


Oğuz ÖZÜGÜL

oguzozugul@hotmail.com



6 Temmuz 2011 Çarşamba / 2146 okunma



"Oğuz ÖZÜGÜL" bütün yazıları için tıklayın...