YÜREĞİNİZLE OKUYUN BENİ
Bu yazıyı gözlerinizle değil, yüreğinizle okuyun. Öyle yapın ki; önyargılarınızdan uzaklaşın bir an, ''ÖTEKİ'' olup kalıplarınızdan çıkın, çıkın biraz yukarıya, yukarıdan bakın kuşbakışı, kozmik bakın, taaa en yukarıdan, Sonra inin en aşağıya, en derine, içinize bakın bir de, hayata bakın, bugüne dek hiç bakamadığınız gözle bakın. Tüm hamasi nutuklara tıkayın kulaklarınızı, size anlatılanları değil kendi iç sesinizi dinleyin. Kimliğiniz ve aidiyetiniz ne olursa olsun. O zaman anlarız her şeyi, en çok da birbirimizi.
Böyle bir köşede, bugün, bu yazıyı yazmak çok zor. Çiçek – böcek – deniz – mehtap – güneş – ay – rakı – balık - şarap yazmak varken.. Anlaşılamamak, belki de anlatamamak kaygısı taşımıyor değilim. Ama ben bir kadınım, üstelik anneyim, üstelik öğretmenim, üstüne üstlük İNSANIM... Bu yazıyı okuyacak tüm İNSANLARIN beni çok iyi anlayacağını biliyorum.
Geldiğimiz noktaya baktığımda, neden bilmem ilk önce öğretmen kimliğime soruyorum. ''Biz nerede hata yaptık?'' sorusunu. ''İNSAN YAPMAK SANATIDIR'' öğretmenlik. Aldatan, dolandıran, acımayan, sevmeyen bir toplum olduk çıktık. Dünyayı ayakta tuttuğuna inandığım ''ahlaklı ve merhametli'' olma halimiz giderek yok oldu. Sevgisiz, duyarsız, acımasız olduk giderek. Öfkeli, nefret dolu, anlamayan ve anlamaya çalışmayan bir hal edindik. En ortak paydamız olan İNSAN yanımızı bir kenara bırakıp, dini, etnik, mezhepsel niteliklerimizi merkeze koyduk. Beyin - Yürek ahengini kaybettik... Maddi hazlar ve hedefler peşinde doludizgin koşarken kendimizden, dostlarımızdan, komşularımızdan, insanlardan uzaklaştık. Hem insanlığımızdan, hem insanlıktan uzaklaştık. Çabuk unutan, anlamaya çalışmadan yargılayan olduk. Kabullendik bize dayatılanları, anlatılan her şeyi mutlak doğru kabul edip, hayata kafa yormayı bıraktık. Televizyonlarımızın karşısına kurulduk, ''bizim için düşünülmüş” düşünceleri dinledik hevesle. Kitaplarımızı, defterlerimizi terkettik, yaşam da bizi.....
Yine de garip bir şekilde sürüyor insan olma yolculuğumuz. İçimizde, yüreğimizde bir kavga sürüp duruyor derinden, inceden. Vazgeçemiyoruz sevgiden, güzellikten, iyilikten. Ondandır sabahın beşinde ben bunları yazıyorum ve siz kimbilir hangi zaman diliminde ve hangi halde okuyorsunuz yazdıklarımı. Çünkü gözyaşlarımız birbirine karıştı, hepimiz ağır yaralıyız, kimimiz öldük bile. Evet öldük, ben öldüm mesela... Hiç tanımadığım, hiç görmediğim bir kadının çığlıklarında, kalabalıkları kimbilir belki de oyun sanan bir bebeğin gözbebeklerinde, omuzlarından yıkılmış bir adamın adımlaşamayan bacaklarında, yeniyetme - ergen bir kardeşin hıçkırıklarında ve kınalı bir gelinin yarım kalan hikayesinde öldüm ben. Siz de öldünüz biliyorum. Bütün gün titrediniz durdunuz, yanaklarınız alev alevdi, yemeye utandınız, gülmeye de, hatta suyu yutamadınız, boğum boğumdu boğazınız. Bir yumruk tıkanmıştı, nefes alamadınız. Neden, niye???? soruları sordunuz belki de... Evet, neden, niye bu acımasız kavga, bu lanet savaş? Bebeleri babasız, anaları oğulsuz, babaları kimsesiz, kınası hala solmayan gelinleri eksik bırakan bu savaş niye? Bu işten kim kazanıyor? Hangi savaşın galibi var ki bunun olsun? Kim yazdı bu senaryoyu? Bu filmin sonunda ne olacak? Komşumuza, arkadaşımıza, yurttaşımıza kim düşman etti bizi? Onlar ellerini oğuşturarak rant sağlarken, kimbilir neresinde hayatlar sönüyor memleketimin. Onlar, bu işlerin tezgahçıları hiç oğul gömmüş müdür? Siz hiç ölenlerin ailelerine baktınız mı, yoksulların çocukları ölüyor, farkında mısınız? Törenlere son model arabalarıyla gelen var mı bir bakın. Hatta filan tip giysisiyle gelen var mı hiç? Askerimiz fakirden, görmüyor musunuz? Tornadan çıkmış gibi bir yoksulluk ağlıyor.. Gelmiş geçmiş bir tek parlamenter, zengin, kariyer sahibi aile çocuğu var mı içlerinde? Varsa, biliyorsanız lütfen yazın, yine de soğumayacak yüreklerimiz aldansın çaresizce. Bu aptal savaşta ölenlerin sayısı Kurtuluş Savaşı'nda ölenleri katladı çoktan. Kim, neyi, nereden kurtarıyor? İliklerimize kadar sömürenler kırdırıyor bizi. Onlar kazandıkça biz ölüyoruz. Ele geçen silahlar bilmem ne yapımıdır oldum olası. Ayağını, kolunu gövdesini mayında bırakanlar onların kurbanı olduklarının farkında bile değil. Ayrıca olsalar ne olacak? Yoksulluk savaşıyor yoksulluk, ondan bitmez, bitirmezler.
Eskiden erkek çocuk askere gidip gelince iş kurardı, askerden gelince başı bağlanırdı, o en deli - dolu olanları askere gidince durulur, akıllanırdı. Onun için askere oğlunu göndermek iyi gelirdi ana-babalara. Kendi eksik bıraktıklarını asker ocağı tamamlardı. ''Ya dönmezse” kaygısı yoktu, zaten Onlar da “ibibikler öter ötmez” gelirlerdi. Bütün oğlan çocukları büyürken ''Ben bir küçük askerim'' şiirini ezbere bilirlerdi. Bilmezlerdi onları bekleyen tuzakları.
Analar bilmezdi koklamaya kıyamadığı oğlunu hiç mi hiç anlamadığı bir savaşta kör bir kurşuna kaptıracağını. Son 30-40 yıldır bu ülkede PSİKOPAT KADINLAR yaşıyor. Daha bebeği rahmine düşende ''ya oğlan olursa, ya o zamana savaş bitmezse, ya benim oğlum da.....'' derdiyle süt verdi kadınlar oğullarına. Oğulları büyürken kendileri küçüldü, korktuğu başına gelenler de ÖLDÜ. Bir ananın yüreğini bir kadın anlayabilir, ana olması gerekmez, ANALIK kadında içgüdüsel olarak vardır. Dünyadaki tüm anaların yüreği aynıdır, aynı atar, aynı kanar. Evlat acısı Dünya'nın her yerinde aynı yaşanır. Bu acıyı yaşayan her ana yavrusuyla birlikte ölür. Hiçbir ana yavrusunu hiçbir şeye feda etmez, helal etmez . Tersine beni kimse inandıramaz. Kadın can verendir, hayatı doğurandır, öldüren değil. SAVAŞA HAYIR der kadın doğası gereği.
Tüm KADIN ve de İNSAN kardeşlerim. Öfkeden, nefretten ve BEN duygusundan arınmış bir duruşla olanları anlamaya, öğrenmeye, en önemlisi de bağışlamaya çalışalım. ÖTEKİ olabilmeyi, bağışlamayı, anlamayı başarabiliriz. Birbirimize değil ortak düşmana bakalım. Kuyu derin değil, ip kısa.......
|