BALYA’DA SEMAHA DURMAK
Otobüsün içinde gençler türküler söylüyorlardı. Acı ile yoğrulmuş türküleri; bizler ses ile katılmasak da gönlümüzden mırıldanıyorduk türkülerimizi. Onlar da Sivas’a giderken türkü söylüyorlardı; sevinç, mutluluk, biraz da keyif türkülerini. Oraya dostluğu, kardeşliği, sevgiyi, sevecenliği, aydınlığı, insanlığı taşıyorlardı. Her yaştandılar; gün görmüş olanlar ve daha açılmamış tomurcuklar vardı.
Balya’ya biz vefayı, saygıyı, unutulmamayı, unutturmamayı götürüyorduk. Ve giderken acı türküler bizi eşlik ediyordu.
Ve sıcaktı her şey; yollar sıcaktı, gökyüzü sıcaktı, ağaçlar, otlar, taşıtlar sıcaktı; bizler sıcaktık. Ama yakmayan bir sıcaklıktı bizimkisi, katletmeyen, düşmanca olmayan, bereket ve sevgi doğuran bir sıcaklıktı.
İvrindi yolunda sardık vadilere, dağlara. Kıvrıla kıvrıla çıktık doruklara. Yollar genişletiliyor, ağaçlar, otlar, çiçekler, dereler, zeytinler, kuşlar, böcekler yok ediliyordu. Yol boyu homurdanarak çalışan makineler; ekmeğini kazanmak için bu zor koşullarda çalışan işçiler vardı. Bir de kendilerini bir an önce sahillere atmak için yarışan envai çeşit otomobiller, otobüsler, minibüsler.
Bağarası Alevi Kültür Derneği yöneticilerinden arkadaşım İsmail ÇELİK “Hoca seninle Balya’ya gideceğiz.” dediğinde olumlu yanıt vermiştim. Ama niye gideceğimizi o da bilmiyordu, ben de bilmiyordum.
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin İzmir şubeleri (Yamanlar, Buca, Helvacı) ve Balıkesir Pir Sultan Abdal Kültür Derneği her yıl Balya’ya Sivas Madımak Oteli’nde katledilen İnci Türk’ü ziyarete gidiyorlarmış. Hayatının baharında hunlarca katledilen öğretmen kızı İnci Türk’ü ziyarete…
Balya yoluna saptığımızda, yol iyice daraldı ve bakımsızlaştı. Dağlar kendini iyice göstermeye başladı. Issızdı buralar, ıpıssızdı; yollar, köyler, gökyüzü, ağaçlar, kuşlar ıssızdı. Belki biz öyle duyuyorduk. Sivas’taki “ıssızlığın ortasında” gibiydi. Yılan gibi kıvrılan yolları aşarak tepelerin arasındaki Balya’ya ulaştık. Dostlar karşıladı bizi belediyenin önünde. Tanıştık İnci’nin annesi ile, babası ile. Biraz boşluk, biraz hüzün vardı içimizde. Değer veren ve unutmayan, unutturmamaya gelen bir topluluk ile pankartlarımızla, sessizce mezarlığa yöneldik. Gün pazardı. Yayla gibi bir yerde olmamıza rağmen bunalıyorduk. Kahvelerde ve dükkan önlerinde tek tük insanlar boş gözlerle bakıyordu bize. Tepkisizdiler. Yolun yokuşluğu, havanın sıcaklığı ve büyüklerimizi düşünerek sükunet içinde ham yoldan yavaş yavaş ulaştık İnci Türk’e. Mezarlığın kenarında dik bir yamaçta derin bir vadiye bakıyordu İnci Türk. Çok yalın bir mezarda ebedi uykusunda yürek dağlıyordu.
Çiçekler bırakıldı mezarına. Konuşmalar yapıldı. Lanet edildi o güne. Onlarca değerimizi katledenlere lanet yağdı. İçimizi burkan bir hüzünle O’na O’nun gibi olanlara bir nebze de olsa borcumuzu ödüyorduk. Yılda bir kez de olsa anıyorduk onları. Unutmuyorduk.
Sazlar çalındı. Deyişler, türküler söylendi İnciyle birlikte. Gençler semaha durdular mezarı başında, Balya’da. Gözyaşlarımızı göstermeden akıttık içimize.
Kollarımız sardı İnci Türk’ü. Aldık O’nu koyduk kalbimizin en ulaşılmaz bir yerine. Kirli eller artık O’na ulaşmasın, O sadece bizde kalsın, diye. Bizim temiz kalplerimiz. O’nunla ve O’nun gibi olanlarla bir kez daha gururla attı. Biz onlarla mutluyuz ve bundan sonrada İnci ve İnci gibi olanlarla mutlu olacağız. Sadece bizle değil; ülkemiz, hatta dünyamız onlarla- bedel ödeyen insanlarla mutlu olacak, daha da özgürleşecek..
|