KALİMERHABA ! / Zuhal ÖZÜGÜL
Zuhal ÖZÜGÜL

Zuhal ÖZÜGÜL

KALİMERHABA !



Bozcaada’dan dönerken, arabalı vapurdan iskeleyi izliyorum. İnsanların telâşlı gidiÅŸ-geliÅŸlerini, arabaların itiÅŸ-kakışlarını, geç kalanların koÅŸuÅŸturmaları ilgimi çekmiÅŸtir hep.

İskelede, beş kişilik bir grup gözüme takıldı. Pek ötekilere benzemedikleri için ilgimi çektiler, izlemeye başladım.

İki çift ve bir yaÅŸlı kadın. YaÅŸlı kadın zayıf ve uzun boylu. “Oklava” gibi derdi ninem. Simsiyah giyinmiÅŸ. Beyaz saçlarını ensesinde tokayla toplamış. Sanki tokadan fırlayacak kadar gür saçları var hâlâ (GençliÄŸinde saçlarını nasıl yapardı diye düşündüm) YetmiÅŸ yaşını geçmiÅŸ olmalı. Siyah elbisesinin tek süsü dantelli bir yaka. Yanındakiler hızla ilerlerken onun adımları geri geri gidiyor sanki.

Çiftlerden orta yaşlı olanı - göbekli, saçı bayağı dökülmüş - kadının arkasından yürüyor. Hem koruyor hem de itiyor gibi. Genç çiftten kadın olanı, onun koluna girmiş. Arada bir selâm veren oluyor. Kadın, onların selâmını aldıktan sonra, bir süre daha arkalarından bakıyor.

OÄŸuz güvertede, bir yer buldu. Ben daha oturmak istemiyorum. Bu adayı çok sevdim. Daha iyi izlemek, yerdeyken göremediklerimi, merak ettiklerimi bulmaya çalışıyorum. Balıkhaneyi buldum. Rum mahallesi ne güzel görünüyor. Kaldığımız sürece, her sokağını “arşınladık” bu mahallenin. Rüzgârgülleri ince ve zarif görünümleri ile adayı sanki korumaları altına almışlar. Kale tüm haÅŸmetiyle duruyor.

Ancak ne yazık ki, Bozcaada 34 plakalıların istilasına uÄŸramış görünüyor. Hani o arabasız yataÄŸa bile gidemeyenlerin! Ada’yı arabaları ile suya gömecekler! Sonra biraz hava almaya nereye gideceksiniz ey İstanbul ahalisi?

Daha sonra, adının Madam Eleni olduğunu öğrendiğim yaşlı kadın yukarı güvertede yanındakilerden hızla ayrılarak, yanımda bir yer buldu. Dirseklerini dayadı, izlemeye başladı. Bu arada, bana da bir baktı. Hüzünlü mavi gözlerini gördüm. Yanındakiler onu bir yerlere oturtmağa çalışıyorlardı. O, sıkıca kapattığı ağzından bir kelime bile çıkmadan sadece başını sallayarak direniyordu. Bir ara - galiba birini gördü- eğildi, el sallar gibi oldu ve hafifçe ağlamaya başladı. Dantelli mendili ile gözlüklerinin altından gözlerini kurulamağa çalışıyordu. Yardım ister gibi arkaya baktım. Oğuz yanındaki beyle konuşmaya dalmıştı.

Biraz sonra kaptan “düdüğünü öttürdü”. Vapur ve tren düdükleri beni çok duygulandırır. Veda etmeyi hiç sevmem.

Madam artık bırakmıştı kendini. Sarsıla sarsıla aÄŸlıyordu. OÄŸuz’un konuÅŸtuÄŸu bey onun yanına geldi. “Eleni teyze, üzme kendini, yine gelirsin” gibi bir ÅŸeyler söyledi. Madam Eleni boynuna sarıldı “Ah, Osman oÄŸlum ne zaman? Artık zamanım kalmadı.” Bu tatlı Türkçe ÅŸiveyi, çocukluÄŸumda çok duymuÅŸtum. KomÅŸularımızdan Rumlar vardı. Bazen onların kızlarıyla oynarken taklitlerini yapardık. Kızmazlar, darılmazlardı. Gülerlerdi ÅŸakalarımıza. Biz de güler devam ederdik.

Yıllar sonra Almanya’da arkadaşım Tasula’ya, sanki Rumcayı bilirmiÅŸim gibi “Kopsi kefali” demiÅŸ, bir de sırıtmıştım. O da bana “aÅŸk olsun kafamı mı koparacaksın” diye sitem etmiÅŸti. Utanmanın zirvesine ulaÅŸmıştım bu gafla.

Onlar konuşurlarken arkaya gittim. Osman Bey hikâyeyi anlatmış biraz.

Madam Eleni doÄŸma büyüme adalı. Çocukları da adada doÄŸmuÅŸ. OÄŸlu Yorgo liseye geçince Atina’ya almış akrabaları. Kızı da evlenip Almanya’ya gitmiÅŸ. Karı koca, mahallelerinde yaÅŸamaÄŸa devam etmiÅŸler. Ta ki Vasili Bey ölene kadar. Sonra bir gün, Yorgo gelmiÅŸ. Evi satmak istiyormuÅŸ. Bizim dükkâna geldiÄŸinde babam “Yorgo oÄŸlum, evinizi satma. Burası sizin de toprağınız” deyince Yorgo “Yok be Ahmet Amca, insanın toprağı, nerede doyuyorsa orası” demiÅŸ.

Madam Eleni hiç itiraz etmemiÅŸ. Yandaki küçük eve geçmiÅŸ. Bahçesiyle, çiçekleriyle uÄŸraÅŸarak yaÅŸamını sürdürüyormuÅŸ. “Hatırlıyorum” diye anlatıyor Osman Bey “bazen Yorgo telefon ederdi, komÅŸular çağırırdı Madam Eleni’yi. Etekleri zil çalarak koÅŸardı. Ancak, son zamanlarda telefon konuÅŸmasından, endiÅŸeli ve üzgün dönmeye baÅŸladı.”

Bir hafta önce Yorgo, karısı, kızı ve damadıyla geldi. Evin kalanını satmak ve Madam Eleni’yi de birlikte götürmek istiyordu. “Artık çok yaÅŸlandı, kendine bakamaz. Yoruldu. Onu, orada çok rahat ettireceÄŸiz” Madam Eleni hiç belli etmiyormuÅŸ, ama üzüntüden sararmış solmuÅŸ.

Madam Eleni’nin torunu yanına geldi, koluna girdi ninesinin. Bir ÅŸeyler anlatıyor heyecanlı, gülerek.

Osman Bey bizim yanımıza döndü. “Eleni teyze isteyerek gitmiyor. Ahh, kahpe felek, elimde olsa…” diyerek hayıflandı.

KonuÅŸurlarken, “Osman oÄŸlum, ben burada doÄŸdum burada ölmek ve gömülmek istiyorum. Benim toprağım burası, çocukluÄŸumu, gençliÄŸimi, mutluluÄŸumu burada yaÅŸadım. Burada anne oldum. Neler geçti başımızdan. Ama toprağımdan ayrılmayı hiç düşünmedim. Åžimdi nasıl hatıralarımı, arkadaÅŸlarımı, komÅŸularımı bırakıp giderim?” demiÅŸ.

Artık adadan iyice uzaklaÅŸmıştık. Madam Eleni torununun yanağına bir öpücük kondurdu. Mendilini hafifçe bıraktı. Mendil nazlı nazlı dönerek denize ulaÅŸtı. Sonra, yerinden ayrıldı. Bizim önümüzden geçerken Osman Bey’e baktı “Osman oÄŸlum, bizi unutmayın, ben sizleri daima hatırlayacağım. Çocuklarınıza bizleri anlatın. Onlar da çocuklarına. Hani o ÅŸarkı gibi. “Ayrılsak da beraberiz”

1955’in 6/7 Eylül’ünü duymamış olanlar, unutanlar için bir anımsatma…

Ben mahallemde, sokaklardaki top top kumaÅŸları, kırılan kolonya ÅŸiÅŸelerinin kokularını hâlâ burnum sızlayarak hatırlarım. Ve doÄŸup büyüdüğü toprağı bir bavulla terk eden Rum aileleri ve arkadaÅŸlarımı selâmlıyorum. KALİMERHABA…


Zuhal ÖZÜGÜL




6 Eylül 2011 Salı / 2157 okunma



"Zuhal ÖZÜGÜL" bütün yazıları için tıklayın...