ISSN 1308-8483
FELSEFE KAVRAMI VE ANLAMI / Oğuz ÖZÜGÜL
Oğuz ÖZÜGÜL    
  Yayın Tarihi: 15.9.2011    


FELSEFE KAVRAMI VE ANLAMI

“Felsefe” sözcüğünü duymamış hemen hemen hiç kimse yoktur. Ancak bu sözcükten ne anlaşılmaktadır? Felsefe, insana bir parça yüce, iddialı ve aynı zamanda kuşkuyla bakılacak bir şey gibi görünür. Bunun nedeni, felsefenin ne anlama geldiğini kolayca söyleyememektir. Gerçi Grekçeden kaynaklanan bu sözcük çeviriye göre, bilgeliğin [sophia] dostu [philos] anlamına gelir, ama ne ifade ettiğini anlamak pek kolay değildir.

Philos, gerçekten dost diye çevrilse de, aynı şekilde sevgi anlamını da taşır. Bu bağlamda sevgiden kastedilen, insanın bir dostuna duyduğu sevgidir. Felsefede ise insan, bilgiye ulaşmak için doğal bir istek hissettiği sürece bilgeliği sever, bilgelik sık sık hakikatle bir tutulur. Böylece felsefede bizatihi amaç olarak hakikat söz konusu olur. Ulaşmaya çalışmak ya da sevmek, dil açısından, insanın arzuladığı nesneye asla sahip olmaması anlamına gelir. İnsan, bir şeye sahip olmadığı ya da ulaşamadığı için, özellikle onu elde etmeye uğraşır. Platon, “Devlet”in 7. Kitabında, idealar öğretisine uygun olarak, mutlak hakikatin sadece ebedi idealar dünyasında bulunduğunu ve bu yüzden duyular dünyasına ait bir varlık olarak insanın mutlak hakikati asla bulamayacağını söyler.

“Felsefe”, sözcük anlamına göre hakikate ulaşma çabası diye tanımlandığı zaman, bu tanım felsefenin anlamına gönderme yapar. “Felsefe nedir?” sorusu da, arkasında hangi anlamın gizli olduğu bilinmek istenirse, aslında bunu hedef alır. Anlam bakımından felsefe doğal olarak hakikate ulaşma iradesine sahip olmayı ifade eder. Buna göre felsefe tek sözcükle, düşüncelere ve mantıksal sonuçlara dayanarak bilgileri genelleştirmek demektir. Hakikati ararken hiçbir şey kesin değildir, hakikatlere kolayca güvenilmez, tersine, onlar sorgulanır. Platon, “Theaitetos” adlı eserinde şöyle der:

“Şaşmak, hayret etmek bilgeliği gerçekten seven bir insanın ruh halidir, felsefenin başlangıcı da budur, başka bir şey değildir.”*

Bu nedenle felsefe, formüle edilmiş bilginin gerçekten doğru ve haklı olup olmadığını sorgular. Felsefe, her şeyin eleştirel olarak sorgulanması diye anlaşılmalıdır. Aristoteles de “Metafizik”in 1. Kitabında, felsefenin en sıradan şeylere hayret etmekle başladığını ifade eder:

“Şimdi olduğu gibi başlangıçta da insanları felsefe yapmaya iten şey şaşmak, hayret etmek olmuştur.”**

Bugüne kadar felsefede kabaca üç ana model tespit etmek mümkündür. Felsefenin başlangıcında Miletoslu doğa felsefecileri, neyin var olduğu ve neyin var olmadığı sorunu üzerinde düşünmüşlerdir. Böylece varlık sorununu [ontoloji], felsefi düşüncenin ilk ana modeli diye görmek gerekir. Daha sonra tanrıların gerçekten mevcut olup olmadığını, algının ya da aklın gerçekten varolan şeyleri yansıtıp yansıtmadığını meydana çıkarmak için uğraşılmıştır.

Miletoslu doğa felsefecilerin gözlemlerinin nesnesini varlık oluştururken, yeni dönemde Descartes ve Kant’la birlikte felsefenin merkezine bilgilenme yetisi ve özne sorunu geçmiştir. Her ikisi de, klasik Antikçağ düşünürleri Platon ile Aristoteles’ten etkilenmiştir. Felsefenin bu ikinci ana modeli, nesnelerin varlığı hakkında neyin ve bunun nasıl öğrenilebileceği sorununa eğilmiştir. Descartesçi ego çerçevesinde giderek kuşkuculuk ortaya çıkmıştır, buna göre, insanın kendisi dışında hiçbir şey tartışmasız gerçek diye ele alınamaz. Kuşkuculuk, Kant’ın “aşkınlık felsefesi” ile birlikte, her bilimin temel aldığı genel geçer ifadelere yer açmıştır. Kant, mutlak nesnellik ya da kendinde nesne söz konusu olduğu zaman bilgimizin sınırları olduğunu göstermiştir.

Son dönemin felsefe modeli ise dil felsefesidir, bilgilerin en iyi şekilde nasıl aktarılacağıdır. Bilgilerin aktarılması, ister söz ister yazıyla olsun, genellikle dil üzerinden olur. Dil felsefesi, sözün ve yazının işleyiş tarzı, kavramların açıklanışı ve bunların en iyi şekilde karşı tarafa nasıl aktarıldığı gibi sorunlar üzerinde çalışır. Demek ki felsefe, dünyadaki şeyler üzerinde düşünmek ve sonra bunu mantıksal bir temele oturtarak aktarabilmek anlamına gelmektedir. Yalın bir deyişle, ilginç ve derli toplu bir düşünceyi dolambaçlı yollara sapmadan herkesin anlayacağı bir biçime sokabilmektir.

Bu üç ana model, felsefi düşüncenin tarihsel gelişimini oldukça iyi bir şekilde canlandırmaktadır. Hakikati aramak her zaman yeni sorunlara yol açar. Ama bu modeller, yani ontoloji, bilgi kuramı ve dil felsefesi felsefe için tipik birer model olarak kalır. Kendi yapıları içinde birbirine mantıksal olarak bağlıdır ve felsefenin ana sorunlarını yansıtırlar. Hakikat bu modelleri gerektirir, zira hakikate başka türlü ulaşılmaz. Bu durumda felsefeyi bilgeliğin başlangıcı olarak görmek gerekir.


* THEAİTETOS, Platon, S. 198, 155 d, çev. Macit Gökberk, Remzi Kitabevi, İst. 1986.
** METAFİZİK, 1. KİTAP, Aristoteles, S. 87, 982 b, çev. Ahmet Arslan, Ege Üniv. Ed. Fak. Yay. İzmir 1985.



Oğuz ÖZÜGÜL

oguzozugul@hotmail.com


2449










   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)