TABİAT ANA, ÖZÜR DİLERİM! / Müge Sandıkçıoğlu
Müge Sandıkçıoğlu

Müge Sandıkçıoğlu

TABİAT ANA, ÖZÜR DİLERİM!



En son Temmuz’da gittiÄŸimiz Foça, çok iyi tanımadığım bir yer olmasına karşın, bende, ilk kez tanıştığım dostlar sayesinde sıcak bir yer olarak yerleÅŸmiÅŸti. Foça onlarla özdeÅŸleÅŸmiÅŸ, tekrar gitmekten zevk alacağım bir yer olmuÅŸtu. Aslında yıllardır uzun fasılalarla zaman zaman gittiÄŸimiz, balık yenecek bir yer olarak bildim Foça’yı. ‘Mekan ve yerleri anlamlı kılan insanlardır’ fikrinin saÄŸlamasıydı Temmuz ziyaretimiz.

resmi büyültmek için tıklayın
DoÄŸanın uyandığını ve eski dost cemrelerin yeniden düşüp durduÄŸunu duyup, “amaan her yıl uyanıyor zaten” dediÄŸim bir anda, Foça’nın bir baÅŸka güzel köşesini keÅŸfettiÄŸimiz bir hafta sonu yaÅŸadık, geçen Pazar.

Anayoldaki trafik bezdiriciydi her zamanki gibi. O yoldan gitmek zorunda kalışımıza sıkılmıştık ama en yakın dostlarımızla ve çoluk çocuk, o güzel havayı deÄŸerlendirebilecek oluÅŸumuz yoÄŸun trafiÄŸi kafamıza takmamıza engel oluyordu. GüneÅŸi uzun süredir özlemle bekleyiÅŸimizin ödülü bir parlaklık vardı havada. GüneÅŸ bile coÅŸkumuzu kırmak istemezcesine kendini saklamaktan vazgeçmiÅŸti. Bol trafik lambalı anayoldan sola Foça’ya saptığımız andan itibaren doÄŸanın iyi ki uyandığına, cemrelerin de iyi ki düştüğüne parmak bastım. Yeniden gelmiÅŸ olmalarına daha önceden sevinmemiÅŸ olmam nedeniyle, doÄŸadan ve cemrelerden özür diledim. Bunu her yıl yapıyor olmalarına karşın, her defasında ilk kez oluyormuÅŸ gibi hem bedenimize hem ruhumuza katkı saÄŸlıyor olduklarını hiçe saydığım için utandım onlardan. “Ben ettim siz etmeyin, zaten etmezsiniz de, nasılsa seneye gene uyanır ve düşersiniz siz di mi?” deyip gönüllerini almaya çalıştım. “Ben insanoÄŸlu çok zor tatmin olurum, halbuki tek yapmam gereken gözümü açıp size ilgi göstermekti, çünkü siz zaten hep oradasınız” deyip alttan aldım. Gerçi bu söylemlere ihtiyacı yoktu onların ama ben deÄŸer bilmezliÄŸimi bertaraf etmeliydim. Neyse, hatanın neresinden dönsem kârdır..

Sağlı sollu yeşilin bu denli duvardan duvara halı gibi kaplandığını, kaplanabileceğini unutmuşum. Aklıma çocukların bir zamanlar çok sevdiği bir tv dizisi geldi: teletubbiler. Orada da her yer böyle yemyeşil, her ne kadar dekor ise de, gerçekmiş gibi huzur verir, ekrandan bile.

Toprak bu kadar mı yok olur, bu kadar mı yaÅŸam fışkırtır? Kıvrımlı yollardan ilerleyip, ilerden “Kozbeyli” yazan levhadan saÄŸa döndük. ArkadaÅŸlarımızın, bizi bir köye kahvaltıya götürdüklerini bilmekten ve arkalarına takılmaktan baÅŸka bir ÅŸey yapmıyorduk. Öyle bir an geldi ki, manzara ancak hayat bilgisi kitaplarında yaratılabilecek bir ihtiÅŸama eriÅŸti. Arabanın hangi penceresinden, hangi resme bakmaya çalışacağımızı bilemez bir telaÅŸa kapıldık. Sanki elle oluÅŸturulmuÅŸcasına iniÅŸli çıkışlı küçük tepeciklerde aÄŸaçlar gelin gibiydi. Biraz ilerde atlar! Gerçek olamaz gibi gelen dekorumsu bir görüntü! Sanki biz mutlu olalım ve hatta doÄŸanın yeniden uyanışının hakkını yemeyelim diye kondurulmuÅŸ gibiydi her ÅŸey. Tepelerden birinde bir koyun sürüsü, aralarında kuzucuklar. Ve son olarak, son virajdan sonra karşıdan görünen masmavi deniz. YeÅŸilin ihtiÅŸamını cömertce mavi ile paylaşımı. Denizin uzakta oluÅŸu sayesinde suya varana deÄŸin yeÅŸilin ara vermeksizin devamı. Küçük vadiler, tepecikler, tarlalar, badem aÄŸaçları... Hepsi ama hepsi farkındalığın önemini bir kez daha yüzüme vurdu, iyi ki vurdu.

Bunlar yetmezmiş gibi, köyün eski rum evlerinin birbirlerinin manzarasına en ufak bir engel yaratmaksızın inişli çıkışlı yeryüzü üzerine yerleşimi sardı etrafımızı. Pencerelerde dantelli eski beyaz iş ya da tığ işi perdeler, o toprağın insanının çevresinde sahip olduğu doğaya saygısını yansıtıyordu.

Köyün meydanına geldiÄŸimizde ne görsek beÄŸenirsiniz? Pazar yeri kurulmuÅŸ! Marketlerin ya da manavların düzenli raflarında, pamuk prensesin üvey annesinin parlatılmış elmaları gibi yapay bir gıcırlıkla dizilmelerinden bıkmışız ki, doÄŸal ortamındaki sebze ve meyveler bile gülümsüyordu sanki. “Biz köyden indim ÅŸehire, ÅŸaşırdım birdenbire ÅŸoku yaÅŸamayan sebzeleriz, meyveleriz” diyorlardı sanki. Onlarla birazdan kesinlikle özel olarak ilgileneceÄŸimi belirten bir bakışla, kahvaltımızı edeceÄŸimiz ÅŸirin mekana doÄŸru ilerledik. Zaten orası da direkt olarak pazar yerini seyrediyordu. Yani söz verdiÄŸim sebze ve meyvelere çok da uzak düşmemiÅŸtim. Zaten yol boyunca doÄŸa ve cemreyle aramı da düzeltmiÅŸtim ya kendime güvenim gelmiÅŸti.

Kahvaltıdaki o güzelim ev yapımı reçelleri, peynirleri, oracıktaki ocakta yapılan pideleri, köy ekmeğini, kalaylı sahanlarda sundukları sucuklu yumurtaları, köy tereyağını ve tavşan kanı çayları anlatıp iştahınızı kabartmanın alemi yok. O yüzden kahvaltıyı es geçiyorum.

Açlığımızı giderdikten sonra köyün rampalarına vurduk. En tepeye geldiÄŸimizde kırık dökük bir kameriyeden tüm köyün, yol boyunca inanamadığımız görüntülerin ve uzaktaki denizin resimlerini kaç kez çektim bilmiyorum. OturduÄŸumuz derme çatma kanepelerin yakınındaki taÅŸ evden mavi gözlü köylü amca yaklaÅŸtı: “çay, kahve, gazoz, ne içersiniz?” dedi. Ah bu ÅŸehir insanı olmak var ya, ne hale getirdi bizi. Åžaşırdık kaldık tabii ki, teÅŸekkür ettik ama sohbete baÅŸladık, yanına geliveren eÅŸiyle de birlikte. Ömrümde ilk kez birine oralarda kiralık ev var mıdır diye sordum. En vazgeçemediÄŸim hayalim olan, daÄŸlık bir köyde roman yazmanın orada olabileceÄŸi ışığı yandı başımın üstünde.

Köyü çepeçevre dolaÅŸtık tepelerinden, arada annelerinin dibine yapışarak otlayan sevimli suratlarıyla kuzular gördük. Çocuklar ordan burdan buldukları sazlardan sopalarla sere serpe oyunlar oynadılar, koÅŸtular atladılar. Sonra aÅŸağıda daldık pazara. Hardal otu, turp otu, dere otu, kıvırcık marul, bakla, acı sarmaşık otu gibi bilumum yeÅŸili yüklendiÄŸimiz gibi gözümüz arkada ayrıldık o güzel köyden. Tam da “orda bir köy var uzakta...” melodilerine layık, güzel Kozbeyli’ye tekrar geleceÄŸimiz sözünü vererek ayrıldık.

Çok uzun yazdım ama hala “acaba unuttuÄŸum bir ÅŸey kaldı mı” endiÅŸesiyle bitiriyorum.

Unutulmayacaklar ve alınacak dersler:
- Her yıl gelse de, yeniden uyanıp dursa da doğa hafife alınmayacak.
- Cemrelerin her geliÅŸinde minnet duyulacak.
- Egeli, hatta İzmirli olmanın değeri bilinecek. Cennete ulaşmanın kolaylıkları değerlendirilecek.
- Kozbeyli’de taÅŸ ev sahibi olabilmek için daha çok çalışılacak ve para biriktirilecek.
- Otlar için limon alınacak.
- Kozbeyli’den ve doÄŸanın güzelliÄŸinden bahseden bazı arkadaÅŸlara uzaktan gıpta edileceÄŸine, silkinip hemen yola çıkılacak (anlayan anladı).


Müge Sandıkçıoğlu




6 Nisan 2006 PerÅŸembe / 3308 okunma



"Müge Sandıkçıoğlu" bütün yazıları için tıklayın...