TABİAT ANA, ÖZÜR DİLERİM!
En son Temmuz’da gittiğimiz Foça, çok iyi tanımadığım bir yer olmasına karşın, bende, ilk kez tanıştığım dostlar sayesinde sıcak bir yer olarak yerleşmişti. Foça onlarla özdeşleşmiş, tekrar gitmekten zevk alacağım bir yer olmuştu. Aslında yıllardır uzun fasılalarla zaman zaman gittiğimiz, balık yenecek bir yer olarak bildim Foça’yı. ‘Mekan ve yerleri anlamlı kılan insanlardır’ fikrinin sağlamasıydı Temmuz ziyaretimiz.
Doğanın uyandığını ve eski dost cemrelerin yeniden düşüp durduğunu duyup, “amaan her yıl uyanıyor zaten” dediğim bir anda, Foça’nın bir başka güzel köşesini keşfettiğimiz bir hafta sonu yaşadık, geçen Pazar.
Anayoldaki trafik bezdiriciydi her zamanki gibi. O yoldan gitmek zorunda kalışımıza sıkılmıştık ama en yakın dostlarımızla ve çoluk çocuk, o güzel havayı değerlendirebilecek oluşumuz yoğun trafiği kafamıza takmamıza engel oluyordu. Güneşi uzun süredir özlemle bekleyişimizin ödülü bir parlaklık vardı havada. Güneş bile coşkumuzu kırmak istemezcesine kendini saklamaktan vazgeçmişti. Bol trafik lambalı anayoldan sola Foça’ya saptığımız andan itibaren doğanın iyi ki uyandığına, cemrelerin de iyi ki düştüğüne parmak bastım. Yeniden gelmiş olmalarına daha önceden sevinmemiş olmam nedeniyle, doğadan ve cemrelerden özür diledim. Bunu her yıl yapıyor olmalarına karşın, her defasında ilk kez oluyormuş gibi hem bedenimize hem ruhumuza katkı sağlıyor olduklarını hiçe saydığım için utandım onlardan. “Ben ettim siz etmeyin, zaten etmezsiniz de, nasılsa seneye gene uyanır ve düşersiniz siz di mi?” deyip gönüllerini almaya çalıştım. “Ben insanoğlu çok zor tatmin olurum, halbuki tek yapmam gereken gözümü açıp size ilgi göstermekti, çünkü siz zaten hep oradasınız” deyip alttan aldım. Gerçi bu söylemlere ihtiyacı yoktu onların ama ben değer bilmezliğimi bertaraf etmeliydim. Neyse, hatanın neresinden dönsem kârdır..
Sağlı sollu yeşilin bu denli duvardan duvara halı gibi kaplandığını, kaplanabileceğini unutmuşum. Aklıma çocukların bir zamanlar çok sevdiği bir tv dizisi geldi: teletubbiler. Orada da her yer böyle yemyeşil, her ne kadar dekor ise de, gerçekmiş gibi huzur verir, ekrandan bile.
Toprak bu kadar mı yok olur, bu kadar mı yaşam fışkırtır? Kıvrımlı yollardan ilerleyip, ilerden “Kozbeyli” yazan levhadan sağa döndük. Arkadaşlarımızın, bizi bir köye kahvaltıya götürdüklerini bilmekten ve arkalarına takılmaktan başka bir şey yapmıyorduk. Öyle bir an geldi ki, manzara ancak hayat bilgisi kitaplarında yaratılabilecek bir ihtişama erişti. Arabanın hangi penceresinden, hangi resme bakmaya çalışacağımızı bilemez bir telaşa kapıldık. Sanki elle oluşturulmuşcasına inişli çıkışlı küçük tepeciklerde ağaçlar gelin gibiydi. Biraz ilerde atlar! Gerçek olamaz gibi gelen dekorumsu bir görüntü! Sanki biz mutlu olalım ve hatta doğanın yeniden uyanışının hakkını yemeyelim diye kondurulmuş gibiydi her şey. Tepelerden birinde bir koyun sürüsü, aralarında kuzucuklar. Ve son olarak, son virajdan sonra karşıdan görünen masmavi deniz. Yeşilin ihtişamını cömertce mavi ile paylaşımı. Denizin uzakta oluşu sayesinde suya varana değin yeşilin ara vermeksizin devamı. Küçük vadiler, tepecikler, tarlalar, badem ağaçları... Hepsi ama hepsi farkındalığın önemini bir kez daha yüzüme vurdu, iyi ki vurdu.
Bunlar yetmezmiş gibi, köyün eski rum evlerinin birbirlerinin manzarasına en ufak bir engel yaratmaksızın inişli çıkışlı yeryüzü üzerine yerleşimi sardı etrafımızı. Pencerelerde dantelli eski beyaz iş ya da tığ işi perdeler, o toprağın insanının çevresinde sahip olduğu doğaya saygısını yansıtıyordu.
Köyün meydanına geldiğimizde ne görsek beğenirsiniz? Pazar yeri kurulmuş! Marketlerin ya da manavların düzenli raflarında, pamuk prensesin üvey annesinin parlatılmış elmaları gibi yapay bir gıcırlıkla dizilmelerinden bıkmışız ki, doğal ortamındaki sebze ve meyveler bile gülümsüyordu sanki. “Biz köyden indim şehire, şaşırdım birdenbire şoku yaşamayan sebzeleriz, meyveleriz” diyorlardı sanki. Onlarla birazdan kesinlikle özel olarak ilgileneceğimi belirten bir bakışla, kahvaltımızı edeceğimiz şirin mekana doğru ilerledik. Zaten orası da direkt olarak pazar yerini seyrediyordu. Yani söz verdiğim sebze ve meyvelere çok da uzak düşmemiştim. Zaten yol boyunca doğa ve cemreyle aramı da düzeltmiştim ya kendime güvenim gelmişti.
Kahvaltıdaki o güzelim ev yapımı reçelleri, peynirleri, oracıktaki ocakta yapılan pideleri, köy ekmeğini, kalaylı sahanlarda sundukları sucuklu yumurtaları, köy tereyağını ve tavşan kanı çayları anlatıp iştahınızı kabartmanın alemi yok. O yüzden kahvaltıyı es geçiyorum.
Açlığımızı giderdikten sonra köyün rampalarına vurduk. En tepeye geldiğimizde kırık dökük bir kameriyeden tüm köyün, yol boyunca inanamadığımız görüntülerin ve uzaktaki denizin resimlerini kaç kez çektim bilmiyorum. Oturduğumuz derme çatma kanepelerin yakınındaki taş evden mavi gözlü köylü amca yaklaştı: “çay, kahve, gazoz, ne içersiniz?” dedi. Ah bu şehir insanı olmak var ya, ne hale getirdi bizi. Şaşırdık kaldık tabii ki, teşekkür ettik ama sohbete başladık, yanına geliveren eşiyle de birlikte. Ömrümde ilk kez birine oralarda kiralık ev var mıdır diye sordum. En vazgeçemediğim hayalim olan, dağlık bir köyde roman yazmanın orada olabileceği ışığı yandı başımın üstünde.
Köyü çepeçevre dolaştık tepelerinden, arada annelerinin dibine yapışarak otlayan sevimli suratlarıyla kuzular gördük. Çocuklar ordan burdan buldukları sazlardan sopalarla sere serpe oyunlar oynadılar, koştular atladılar. Sonra aşağıda daldık pazara. Hardal otu, turp otu, dere otu, kıvırcık marul, bakla, acı sarmaşık otu gibi bilumum yeşili yüklendiğimiz gibi gözümüz arkada ayrıldık o güzel köyden. Tam da “orda bir köy var uzakta...” melodilerine layık, güzel Kozbeyli’ye tekrar geleceğimiz sözünü vererek ayrıldık.
Çok uzun yazdım ama hala “acaba unuttuğum bir şey kaldı mı” endişesiyle bitiriyorum.
Unutulmayacaklar ve alınacak dersler:
- Her yıl gelse de, yeniden uyanıp dursa da doğa hafife alınmayacak.
- Cemrelerin her gelişinde minnet duyulacak.
- Egeli, hatta İzmirli olmanın değeri bilinecek. Cennete ulaşmanın kolaylıkları değerlendirilecek.
- Kozbeyli’de taş ev sahibi olabilmek için daha çok çalışılacak ve para biriktirilecek.
- Otlar için limon alınacak.
- Kozbeyli’den ve doğanın güzelliğinden bahseden bazı arkadaşlara uzaktan gıpta edileceğine, silkinip hemen yola çıkılacak (anlayan anladı).
|