Erol ÇINAR
Yok olanlar
Bu yıl yaz sıcaklarının dehÅŸetini sanırım herkes yakından yaÅŸadı. Sıcaktan, terden iÅŸ yapmaya derman yok. Şüphesiz, bu durum bir çok kentli için o büyük özleyiÅŸi de erkenden baÅŸlattı. Hiçbirinizin bu sıcak, bunaltıcı yaz günlerinde hangi özlem diye soracağını sanmam. Deniz özlemi bahsettiÄŸim. Ben de birkaç gün başımı dinleyeyim dedim. Ama insanlardan biraz farklı olarak. Herkesin denize koÅŸtuÄŸu bu günlerde, ben daÄŸları özler oldum; daÄŸların yalnızlığını, ıssızlığını… Ayrıca ben yaz aylarının insan denizini, bir et ÅŸeridi halinde uzayan plaj dedikleri kıyıları sevmiyorum. Çekildim, Akdeniz’in bol aÄŸaçlı, denizli, nispeten tenha ve sakin bir köyüne. İşti, güçtü, yazıydı, kısacası başıboÅŸ ve rahat, şöyle kendimle baÅŸ baÅŸa kalayım dedim. Bu durum aynı zamanda olaylara, insanlara bir çeÅŸit kuÅŸbakışıdır da. Bir hafta içerisinde gerek kendimle ilgili, gerekse bütün yaÅŸama yaygın birçok olay ve düşüncelerin üzerine geniÅŸ bir muhasebe yaptım ve bilançolar çıkardım diyebilirim. Sonra da beni rahatsız eden ÅŸeyleri bu bir hafta sonunda kaleme döktüm. İşte belleÄŸimin girdaplarından akıp giden düşüncelerden bir kaçı……..
Tatil öncesi tam da bir gün önce, fırsat bu fırsat evin elektrik faturasını yatırmak üzere Elektrik kurumunun abone işlerine gittim. Saat öğleye yaklaştığından olsa gerek tek gişe tahsilatları kabul ediyordu. Sıra bana geldi, parayı uzattım, makbuzumu aldım. Ayrılırken de teşekkür ederim dedim içtenlikle. Ama bankonun diğer tarafında oturan uygar kılıklı bay suratıma bile bakmadan, teşekkürümü duymazlıktan gelerek işine devam etti. Burkuldum. Uygar dünyada hiçbir teşekkür yanıtsız kalamazdı, kalmamalıydı.
Teşekkürüme yanıt vermeyen görevlinin güler yüzle bana cevap vermesi o kadar güç müydü?. İnsandan insana bir saygı, bir sıcak ilgi, en azından bir merhaba aldı verdisi olmasa, bir toplumda, bir arada yaşamanın ne anlamı kalır ki?.
İnsan belirli bir yaşa ulaştı mı, herhalde bir takım zaaflar, duygusal geri dönüşler, geçmişe ait bağlantılar belleğe akın ediyor. Eskinin, geçmişin özlemi beliriyor içinde. Eski günlerden bahseder, durur oluyor. Herhalde insan bir yaştan sonra ileriyi göremez oluyor. Oysa ben daha orta yaş civarındayım. Buna rağmen geçmişe dönüyorum.
Bir seferinde yılda iki kez tekrarlanan dinsel bayramların birinde tatil beldesine gitmek yerine kentte kalmıştım. Sonuç hüsrandı. Yalnızlığım daha da artmıştı. Buna terk edilmiş kentin bomboş sokakları da eklenince yalnızlık daha da ağır basar olmuştu. Bütün o bomboş günlerde, daha da ıssız olan sokaklarda dolaşır, sessizlikten, insanın üzerine abanan kocaman yapıların verdiği boşluk duygusu ile içim ürpermişti. Bayramların güzel adetlerinden birinin büsbütün yok olup gitmek üzere olması da üzüntümü arttırmıştı. Bayramlarda, eskiden bir el öpme adeti vardı. Bu bir yandan; küçüğün büyüğe en zarif şekilde saygısını gösteren bir sosyal terbiyenin yansıması olmakla beraber, biraz da bayramın kendisi gibi bir şeydi. Geçmiş bayramlarda genç buselerle aydınlanmış ihtiyar eller, şimdi el öpmeyi bilmeyen çocuk ve taze dudakları karşısında mahzun, iki yana sarkıyordu.
Artık kimsenin milli bayramları ciddiye almadığının farkında mısınız? Evinde bayrak olduğu halde onu pencereye asmaya üşenen bir toplum haline geldik... Cumhuriyetin kaçıncı yılında olduğumuzu şaşırmadan söyleyebilir misiniz? Yoksa bunun için 2007'den 1923'ü çıkartıp cevabı birkaç saniyelik bir "ıııı...şeeey.."in ardından verenlerden misiniz?. Cumhuriyet nasıl olsa kazanılmış öyle değil mi? En güzel yanı da bugün öğrencilerin okula gitmiyor olmaları mı yoksa?.
Resmi törenlerin de tadı yok artık, ortak bir coşkuyu paylaşmıyor olduktan sonra resmi kutlamaların ne anlamı var? Herkes evinde otursun, televizyon başında bir gün daha geçsin. Dün böyleydi, bugün de böyle, sorun ne? Sorun şu dostlarım, her ne kadar değerini bilmediğimiz zaten ayyuka çıkmış olsa da, bizi bugünlere getiren insanlar birazcık saygıyı hak etmiyorlar mı? Hala?...
Yazdıklarım uzayıp, gittikçe toplumsal yozlaÅŸmanın arttığını yeniden hissettim. Ölmeden önce ölen bir toplum haline gelmiÅŸtik. Aklıma Yahya Kemal Beyatlı’nın aÅŸağıdaki dizeleri geldi. Üstad ne de güzel dile getirmiÅŸ.
“ Ölme deÄŸildir ömrün en müşkil iÅŸi / Müşkil odur ki ölmeden evvel ölen kiÅŸi ”
www.erolcinar.com
Erol ÇINAR
erol.cinar@doruk.net.tr
Bu yıl yaz sıcaklarının dehÅŸetini sanırım herkes yakından yaÅŸadı. Sıcaktan, terden iÅŸ yapmaya derman yok. Şüphesiz, bu durum bir çok kentli için o büyük özleyiÅŸi de erkenden baÅŸlattı. Hiçbirinizin bu sıcak, bunaltıcı yaz günlerinde hangi özlem diye soracağını sanmam. Deniz özlemi bahsettiÄŸim. Ben de birkaç gün başımı dinleyeyim dedim. Ama insanlardan biraz farklı olarak. Herkesin denize koÅŸtuÄŸu bu günlerde, ben daÄŸları özler oldum; daÄŸların yalnızlığını, ıssızlığını… Ayrıca ben yaz aylarının insan denizini, bir et ÅŸeridi halinde uzayan plaj dedikleri kıyıları sevmiyorum. Çekildim, Akdeniz’in bol aÄŸaçlı, denizli, nispeten tenha ve sakin bir köyüne. İşti, güçtü, yazıydı, kısacası başıboÅŸ ve rahat, şöyle kendimle baÅŸ baÅŸa kalayım dedim. Bu durum aynı zamanda olaylara, insanlara bir çeÅŸit kuÅŸbakışıdır da. Bir hafta içerisinde gerek kendimle ilgili, gerekse bütün yaÅŸama yaygın birçok olay ve düşüncelerin üzerine geniÅŸ bir muhasebe yaptım ve bilançolar çıkardım diyebilirim. Sonra da beni rahatsız eden ÅŸeyleri bu bir hafta sonunda kaleme döktüm. İşte belleÄŸimin girdaplarından akıp giden düşüncelerden bir kaçı……..
Tatil öncesi tam da bir gün önce, fırsat bu fırsat evin elektrik faturasını yatırmak üzere Elektrik kurumunun abone işlerine gittim. Saat öğleye yaklaştığından olsa gerek tek gişe tahsilatları kabul ediyordu. Sıra bana geldi, parayı uzattım, makbuzumu aldım. Ayrılırken de teşekkür ederim dedim içtenlikle. Ama bankonun diğer tarafında oturan uygar kılıklı bay suratıma bile bakmadan, teşekkürümü duymazlıktan gelerek işine devam etti. Burkuldum. Uygar dünyada hiçbir teşekkür yanıtsız kalamazdı, kalmamalıydı.
Teşekkürüme yanıt vermeyen görevlinin güler yüzle bana cevap vermesi o kadar güç müydü?. İnsandan insana bir saygı, bir sıcak ilgi, en azından bir merhaba aldı verdisi olmasa, bir toplumda, bir arada yaşamanın ne anlamı kalır ki?.
İnsan belirli bir yaşa ulaştı mı, herhalde bir takım zaaflar, duygusal geri dönüşler, geçmişe ait bağlantılar belleğe akın ediyor. Eskinin, geçmişin özlemi beliriyor içinde. Eski günlerden bahseder, durur oluyor. Herhalde insan bir yaştan sonra ileriyi göremez oluyor. Oysa ben daha orta yaş civarındayım. Buna rağmen geçmişe dönüyorum.
Bir seferinde yılda iki kez tekrarlanan dinsel bayramların birinde tatil beldesine gitmek yerine kentte kalmıştım. Sonuç hüsrandı. Yalnızlığım daha da artmıştı. Buna terk edilmiş kentin bomboş sokakları da eklenince yalnızlık daha da ağır basar olmuştu. Bütün o bomboş günlerde, daha da ıssız olan sokaklarda dolaşır, sessizlikten, insanın üzerine abanan kocaman yapıların verdiği boşluk duygusu ile içim ürpermişti. Bayramların güzel adetlerinden birinin büsbütün yok olup gitmek üzere olması da üzüntümü arttırmıştı. Bayramlarda, eskiden bir el öpme adeti vardı. Bu bir yandan; küçüğün büyüğe en zarif şekilde saygısını gösteren bir sosyal terbiyenin yansıması olmakla beraber, biraz da bayramın kendisi gibi bir şeydi. Geçmiş bayramlarda genç buselerle aydınlanmış ihtiyar eller, şimdi el öpmeyi bilmeyen çocuk ve taze dudakları karşısında mahzun, iki yana sarkıyordu.
Artık kimsenin milli bayramları ciddiye almadığının farkında mısınız? Evinde bayrak olduğu halde onu pencereye asmaya üşenen bir toplum haline geldik... Cumhuriyetin kaçıncı yılında olduğumuzu şaşırmadan söyleyebilir misiniz? Yoksa bunun için 2007'den 1923'ü çıkartıp cevabı birkaç saniyelik bir "ıııı...şeeey.."in ardından verenlerden misiniz?. Cumhuriyet nasıl olsa kazanılmış öyle değil mi? En güzel yanı da bugün öğrencilerin okula gitmiyor olmaları mı yoksa?.
Resmi törenlerin de tadı yok artık, ortak bir coşkuyu paylaşmıyor olduktan sonra resmi kutlamaların ne anlamı var? Herkes evinde otursun, televizyon başında bir gün daha geçsin. Dün böyleydi, bugün de böyle, sorun ne? Sorun şu dostlarım, her ne kadar değerini bilmediğimiz zaten ayyuka çıkmış olsa da, bizi bugünlere getiren insanlar birazcık saygıyı hak etmiyorlar mı? Hala?...
Yazdıklarım uzayıp, gittikçe toplumsal yozlaÅŸmanın arttığını yeniden hissettim. Ölmeden önce ölen bir toplum haline gelmiÅŸtik. Aklıma Yahya Kemal Beyatlı’nın aÅŸağıdaki dizeleri geldi. Üstad ne de güzel dile getirmiÅŸ.
“ Ölme deÄŸildir ömrün en müşkil iÅŸi / Müşkil odur ki ölmeden evvel ölen kiÅŸi ”
www.erolcinar.com
Erol ÇINAR
erol.cinar@doruk.net.tr
"Erol ÇINAR" bütün yazıları için tıklayın...
