
Işık Teoman
Anadolu’da özel bir köşe; Domaniç’in Kayın Ormanları
Otomobilin pencere camlarını artık kapatmaya baÅŸladık, havalar biraz üşütüyor. Yaza elveda deme zamanı geldi. Yılın son gezisini yazdan çıkış sonbahara giriÅŸin yapıldığı günlere denk getirdik sanırım. Sabah buluÅŸtuÄŸumuzda ve yola koyulduÄŸumuzda biraz üşüdük, Turgutlu’da çorba içtikten sonra hava ısınmaya baÅŸladı ve üzerimizdeki kalın giysileri çıkardık. Yine yeni bir heyecan ile yola çıktık. Yeni bir kamp alanı keÅŸfetmiÅŸ Engin Yavuz. Bu kez araç kiralama iÅŸini Hürol DaÄŸdelen üstlendi. Sabah altıda buluÅŸtuk; Hürol ile Aykut’u, sonra da Engin’i evinden aldık. Engin yolda karsız bir kayın ormanına gittiÄŸimiz söyledi. Türkiye’nin en büyük kayın ormanı olduÄŸunu ve görsel bir şölen yaÅŸayacağımızı anlattı yolda.

Günler artık iyice kısaldı
Diyor ki Engin, “Sonbaharda daha çok gezmeye alıştım. Çünkü sonbaharı daha çok seviyorum, belki de hüzünlü havasını. Kimi yaz gürültüsünden sessizliÄŸe geçilen bir süreç diye sever sonbaharı, kimi günler kısalıyor diye hoÅŸlanır. Ben sonbahar olduÄŸu için severim. En güzel fotoÄŸrafları da bu mevsimde çekebildiÄŸim için belki.” Ve ardından Attila İlhan’dan bir ÅŸiir okuyor:
“Günler geçiyor diye aldatma kendini, aslında kısalar senin ömründür…”
Ne yapsak geçiyor ömür, tadını çıkarmaya çalışıyorum ben de…

İlle de Kellepaça,
Turgutlu’nun meÅŸhur çorbacısında hava serin olmasına karşın kaldırımdaki masaya oturduk. Kolesterol bir yana birer Kellepaça çorbayı içine bol limon ve acıyı basıp çeyrek ekmek ile çekinmeden mideye indirdik. Ardından Kula’nın tarihi çarşısında kahvelerimizi yudumladık. Kula’yı geçtikten sonra yıllardır daha da belirginleÅŸmeye baÅŸlayan Peribacaları’nın bulunduÄŸu bölgeye çevirdik direksiyonu, bu yoldan çok geçtik, ama yolun içlerine kadar gitmemiÅŸtik. Onlarca kare fotoÄŸraf çektik. Biz görmeyiz ama gelecek yüzyılda bu bölge iyi deÄŸerlendirilirse Ürgüp-Göreme ile yarışır diye düşünüyorum.

Hüzün çökmüş pencerelere
UÅŸak’a yaklaşık 15 kilometre kala Gediz yoluna saptık. Defalarca odun ateÅŸinde kızarmış tavuk yediÄŸimiz Abide’den geçtik gittik. Odun ateÅŸinde piÅŸmeye baÅŸlayan tavuklara göz atabildik sadece; bir de karnımız aç olsaydı… Canımızın çektiÄŸi köylerde kahvehanelere uÄŸruyoruz çay içiyoruz sohbet ediyoruz. Sararmaya yüz tutmuÅŸ aÄŸaçları, gri tona bürünmeye baÅŸlayan doÄŸayı, tarlalarında domates kurutan köylülerin telaşını izliyoruz. Artık serin hava yerini oldukça sıcak ve terleten bir havaya bırakıyor. Sessizlik güzel, ÅŸehirden uzak olmak ise muhteÅŸem bir duygu. Korna sesi yok, bağıran, kavga eden sürücüler yok, dingin bir yaÅŸam var Anadolu’da, Anadolu yollarında. Kırmızı kiremitli tek katlı ahÅŸap evlere bakıyoruz, yorulmuÅŸlar, bel vermiÅŸler, hüzün çökmüş pencerelerine, yine de aralık kapılardan çocuk sesleri geliyor; renklenmeye çalışıyor yaÅŸam, köpekler uluyor, hayvanlar çayıra yol alıyor, çobanlar huysuz, köpekler pürdikkat!

Domaniç kimliğini henüz yitirmemiş
Domaniç’e ulaşıyoruz bu düşünceler arasında. YemyeÅŸil ormanların arasında yaÅŸam sürüyor Domaniç’te, ne köy, ne kasaba, ne ÅŸehir, eski ve yeni bir arada. KimliÄŸini henüz yitirmemiÅŸ, bozulmamış, günümüzün ÅŸehir yaÅŸamına ayak uydurmaya çalışan görüntüler arasında bir markete giriyoruz. Yolda giderken Engin ile yaptığımız alışveriÅŸ listesini kontrol ederek tek tek satın alıyoruz listede yazılanları unutmadan. Aykut ile kasap dükkanına girip en güzel yerinden et kestirip, rica ediyoruz ve kasabın annesi bize köfte yoÄŸuruyor. İşte liste tamam: Domates, patates, bir ÅŸiÅŸe küçük zeytinyağı, helva, kasaptan özel harcıyla yoÄŸrulmuÅŸ köfte, dördümüze yetecek bir ÅŸiÅŸe rakı, ekmek, zeytin, peynir, domates, kavun ve sabah kahvaltısı için sucuk. Arabaya doluÅŸtuk radar yolundan doÄŸru Darıtepe’ye çevirdik rotayı…

Köyler dağın eteğine serpiştirilmiş
Yollar pek kötü değil, toprak ve zemin sert, kayın ormanları içindeki yoldan kıvrılarak süzülüyoruz yangın kulesine doğru. Ulaştığımızda ise üşüyoruz; ne kelime donuyoruz. Tam bin 852 metre rakımdayız ve korkunç bir rüzgar var. Görevli Muhterem Süngü bizi karşılıyor güler yüzüyle. Üzerimize kalın giysiler geçiriyoruz, Muhterem ile sohbet ettikten sonra havanın kararmasını beklemeden ayrılmak istediğimizi söylüyoruz, ertesi gün kahvaltıda buluşmak üzere vedalaşıyoruz. Domaniç aşağıda belli belirsiz bulutlar nedeniyle pek görünmüyor, küçük küçük köyler dağın eteğine serpiştirilmiş gibi duruyor.


Kamp ateşi yanıyor
Kamp kurmak için birkaç yere bakıp geliyoruz. Sonunda kayın ormanlarının içinde rüzgara kapalı bir alanda kısa sürede çadırlarımızı kurduk. Kamp ateÅŸi yakmak için odun toplamaya baÅŸladık. Yakacak malzemesi o kadar bol ki. Hürol patatesleri soyup doÄŸradı, Aykut kamp ateÅŸini iyice güçlendirdi, tavaya döktüğüm mis gibi zeytinyağında bir yandan patatesleri kızarttım, bir yandan da köfteleri odun ateÅŸinde kararında piÅŸirdim, kokular yayıldı ormana, rakılarımızı da kadehlere doldurduk, söğüş domates eÅŸliÄŸinde, tatlı bir sohbet ile geceyi yarıladık. Domaniç’ten 17 kilometre uzaklıktaki rüzgarlı tepede yatmadan önce gecenin karanlığında yıldızları seyrettik, dağın yamacına yaslanmış olan köylerden sarkıp gelen ışık huzmelerine daldık gittik. Sustu herkes, rüzgarın sesini dinledik, yıldızlarla da hasret giderdik, yanımıza gelen avcıların attığı ayı öykülerini inandırıcı olmasa da irkilerek dinledik. Gece yarısına varmadan çekildik çadırlara, her birimizin uyku sırasında ayı rüyaları göreceÄŸini düşünerek uyuduk.

Ayılar gelmedi ki,
Gözlerimizi açtık sabah karanlığında, toprak ve mis gibi temiz havayı soluyarak çevremizdeki güzel dokuya göz gezdirdik. Orman içlerine doÄŸru kısa yolculuklar yaparak fotoÄŸraflar çekmeyi ihmal etmedik. Ayıların ortalıkta görünmemesine sanırım kimse belli etmedi ama herkes pek sevindi. “Ayılar gelmedi ki” Aykut kamp ateÅŸini canlandırmış, Hürol sucukları doÄŸramış, bana piÅŸirmek kalıyor odun ateÅŸinde zeytinyağı eÅŸliÄŸinde. Her zaman söylediÄŸim gibi, gezinin en hüzünlü bölümü çadırları sökmek, bagaja yüklemek ve kısa süre de olsa bir gece geçirdiÄŸimiz çürümüş yaprak ve rutubet kokulu o özel ortamdan ayrılmak. Dikkatlice çevre temizliÄŸini yaptık, kamp ateÅŸini söndürdük. Söz verdiÄŸimiz gibi Darıtepe yangın kulesine ulaÅŸtık. Bu kez Muhterem diÄŸer arkadaşı İsmail ile birlikte sarı giysileri içinde karşıladı bizi. Kuzine ateÅŸinde demlediÄŸi çayını ikram etti. Demlik o kadar büyük ki, ben kaç bardak çay içtiÄŸimiz sayamadım bile. Hürol’un Domaniç’ten ısrarla aldırdığı kavunu kesti Muhterem, tadına doyamadık. Ve çok ilginçtir ki, ben yaÅŸamımda hiç bu kadar uÄŸur böceÄŸini bir arada görmemiÅŸtim. Her kaldırılan taşın ve odun parçasının altından yüzlerce “uç uç böcecik annen sana terlik pabuç alacak” tekerlemesini yaptığımız kıpkırmızı birbirine sığınmış gibi duran uÄŸur böcekleri çıkıyor.

Doktor çorbası
Anı fotoÄŸraflarının ardından Engin’in yol boyunca sözünü ettiÄŸi halk arasında doktor çorbası olarak bilinen kızılcık ile yapılmış ekÅŸili tarhana çorbasını bulmak için Domaniç’te sokak aralarında dolaÅŸmaya baÅŸladık. Åžanslı olmalıyız ki, caddenin ortasında tarhana kurutan kadınlar ile karşılaÅŸtık. EkÅŸili tarhananın zamanı olduÄŸunu ancak daha yapımına baÅŸlanmadığını söylemelerine karşın içlerinden bir kadın bizimle evine kadar gidip kış için yaptığı ekÅŸili tarhanalardan bir ÅŸiÅŸesini bir kuruÅŸ bile almayı kabul etmeden bize ikram etti. Ben daha evde piÅŸirmedim, gözüm gibi bakıyorum, çünkü o kadar az ki, ya biterse!
GüneÅŸ kemiklerimizi ısıtmaya baÅŸlıyor, yola çıkıyoruz, Harmancık yolu üzerinden Dursunbey’e ulaÅŸtık. Sıcacık ekmek aldık. Dursunbey’den çıktıktan sonra bir çeÅŸme başında geceden kalan köfteler ile karnımızı doyurduk. GüneÅŸ batamadan ulaÅŸtığımız Balıkesir’de HoÅŸmerim tatlısı yedik, sele peyniri satın aldık ve her zaman yaptığımız gibi, gelenek oldu artık, asırlık çınarın altında çaylarımızı yudumladık. Akhisar’a vardığımızda karanlık iyice çöktü, Manisa’nın ışıklarını geride bıraktık, Belkahve’de virajları tamamladıktan sonra İzmir’in ışıl ışıl görüntüsü karşıladı bizi.






















































Işık Teoman
isikteoman@gmail.com
Otomobilin pencere camlarını artık kapatmaya baÅŸladık, havalar biraz üşütüyor. Yaza elveda deme zamanı geldi. Yılın son gezisini yazdan çıkış sonbahara giriÅŸin yapıldığı günlere denk getirdik sanırım. Sabah buluÅŸtuÄŸumuzda ve yola koyulduÄŸumuzda biraz üşüdük, Turgutlu’da çorba içtikten sonra hava ısınmaya baÅŸladı ve üzerimizdeki kalın giysileri çıkardık. Yine yeni bir heyecan ile yola çıktık. Yeni bir kamp alanı keÅŸfetmiÅŸ Engin Yavuz. Bu kez araç kiralama iÅŸini Hürol DaÄŸdelen üstlendi. Sabah altıda buluÅŸtuk; Hürol ile Aykut’u, sonra da Engin’i evinden aldık. Engin yolda karsız bir kayın ormanına gittiÄŸimiz söyledi. Türkiye’nin en büyük kayın ormanı olduÄŸunu ve görsel bir şölen yaÅŸayacağımızı anlattı yolda.

Günler artık iyice kısaldı
Diyor ki Engin, “Sonbaharda daha çok gezmeye alıştım. Çünkü sonbaharı daha çok seviyorum, belki de hüzünlü havasını. Kimi yaz gürültüsünden sessizliÄŸe geçilen bir süreç diye sever sonbaharı, kimi günler kısalıyor diye hoÅŸlanır. Ben sonbahar olduÄŸu için severim. En güzel fotoÄŸrafları da bu mevsimde çekebildiÄŸim için belki.” Ve ardından Attila İlhan’dan bir ÅŸiir okuyor:
“Günler geçiyor diye aldatma kendini, aslında kısalar senin ömründür…”
Ne yapsak geçiyor ömür, tadını çıkarmaya çalışıyorum ben de…

İlle de Kellepaça,
Turgutlu’nun meÅŸhur çorbacısında hava serin olmasına karşın kaldırımdaki masaya oturduk. Kolesterol bir yana birer Kellepaça çorbayı içine bol limon ve acıyı basıp çeyrek ekmek ile çekinmeden mideye indirdik. Ardından Kula’nın tarihi çarşısında kahvelerimizi yudumladık. Kula’yı geçtikten sonra yıllardır daha da belirginleÅŸmeye baÅŸlayan Peribacaları’nın bulunduÄŸu bölgeye çevirdik direksiyonu, bu yoldan çok geçtik, ama yolun içlerine kadar gitmemiÅŸtik. Onlarca kare fotoÄŸraf çektik. Biz görmeyiz ama gelecek yüzyılda bu bölge iyi deÄŸerlendirilirse Ürgüp-Göreme ile yarışır diye düşünüyorum.

Hüzün çökmüş pencerelere
UÅŸak’a yaklaşık 15 kilometre kala Gediz yoluna saptık. Defalarca odun ateÅŸinde kızarmış tavuk yediÄŸimiz Abide’den geçtik gittik. Odun ateÅŸinde piÅŸmeye baÅŸlayan tavuklara göz atabildik sadece; bir de karnımız aç olsaydı… Canımızın çektiÄŸi köylerde kahvehanelere uÄŸruyoruz çay içiyoruz sohbet ediyoruz. Sararmaya yüz tutmuÅŸ aÄŸaçları, gri tona bürünmeye baÅŸlayan doÄŸayı, tarlalarında domates kurutan köylülerin telaşını izliyoruz. Artık serin hava yerini oldukça sıcak ve terleten bir havaya bırakıyor. Sessizlik güzel, ÅŸehirden uzak olmak ise muhteÅŸem bir duygu. Korna sesi yok, bağıran, kavga eden sürücüler yok, dingin bir yaÅŸam var Anadolu’da, Anadolu yollarında. Kırmızı kiremitli tek katlı ahÅŸap evlere bakıyoruz, yorulmuÅŸlar, bel vermiÅŸler, hüzün çökmüş pencerelerine, yine de aralık kapılardan çocuk sesleri geliyor; renklenmeye çalışıyor yaÅŸam, köpekler uluyor, hayvanlar çayıra yol alıyor, çobanlar huysuz, köpekler pürdikkat!

Domaniç kimliğini henüz yitirmemiş
Domaniç’e ulaşıyoruz bu düşünceler arasında. YemyeÅŸil ormanların arasında yaÅŸam sürüyor Domaniç’te, ne köy, ne kasaba, ne ÅŸehir, eski ve yeni bir arada. KimliÄŸini henüz yitirmemiÅŸ, bozulmamış, günümüzün ÅŸehir yaÅŸamına ayak uydurmaya çalışan görüntüler arasında bir markete giriyoruz. Yolda giderken Engin ile yaptığımız alışveriÅŸ listesini kontrol ederek tek tek satın alıyoruz listede yazılanları unutmadan. Aykut ile kasap dükkanına girip en güzel yerinden et kestirip, rica ediyoruz ve kasabın annesi bize köfte yoÄŸuruyor. İşte liste tamam: Domates, patates, bir ÅŸiÅŸe küçük zeytinyağı, helva, kasaptan özel harcıyla yoÄŸrulmuÅŸ köfte, dördümüze yetecek bir ÅŸiÅŸe rakı, ekmek, zeytin, peynir, domates, kavun ve sabah kahvaltısı için sucuk. Arabaya doluÅŸtuk radar yolundan doÄŸru Darıtepe’ye çevirdik rotayı…

Köyler dağın eteğine serpiştirilmiş
Yollar pek kötü değil, toprak ve zemin sert, kayın ormanları içindeki yoldan kıvrılarak süzülüyoruz yangın kulesine doğru. Ulaştığımızda ise üşüyoruz; ne kelime donuyoruz. Tam bin 852 metre rakımdayız ve korkunç bir rüzgar var. Görevli Muhterem Süngü bizi karşılıyor güler yüzüyle. Üzerimize kalın giysiler geçiriyoruz, Muhterem ile sohbet ettikten sonra havanın kararmasını beklemeden ayrılmak istediğimizi söylüyoruz, ertesi gün kahvaltıda buluşmak üzere vedalaşıyoruz. Domaniç aşağıda belli belirsiz bulutlar nedeniyle pek görünmüyor, küçük küçük köyler dağın eteğine serpiştirilmiş gibi duruyor.


Kamp ateşi yanıyor
Kamp kurmak için birkaç yere bakıp geliyoruz. Sonunda kayın ormanlarının içinde rüzgara kapalı bir alanda kısa sürede çadırlarımızı kurduk. Kamp ateÅŸi yakmak için odun toplamaya baÅŸladık. Yakacak malzemesi o kadar bol ki. Hürol patatesleri soyup doÄŸradı, Aykut kamp ateÅŸini iyice güçlendirdi, tavaya döktüğüm mis gibi zeytinyağında bir yandan patatesleri kızarttım, bir yandan da köfteleri odun ateÅŸinde kararında piÅŸirdim, kokular yayıldı ormana, rakılarımızı da kadehlere doldurduk, söğüş domates eÅŸliÄŸinde, tatlı bir sohbet ile geceyi yarıladık. Domaniç’ten 17 kilometre uzaklıktaki rüzgarlı tepede yatmadan önce gecenin karanlığında yıldızları seyrettik, dağın yamacına yaslanmış olan köylerden sarkıp gelen ışık huzmelerine daldık gittik. Sustu herkes, rüzgarın sesini dinledik, yıldızlarla da hasret giderdik, yanımıza gelen avcıların attığı ayı öykülerini inandırıcı olmasa da irkilerek dinledik. Gece yarısına varmadan çekildik çadırlara, her birimizin uyku sırasında ayı rüyaları göreceÄŸini düşünerek uyuduk.

Ayılar gelmedi ki,
Gözlerimizi açtık sabah karanlığında, toprak ve mis gibi temiz havayı soluyarak çevremizdeki güzel dokuya göz gezdirdik. Orman içlerine doÄŸru kısa yolculuklar yaparak fotoÄŸraflar çekmeyi ihmal etmedik. Ayıların ortalıkta görünmemesine sanırım kimse belli etmedi ama herkes pek sevindi. “Ayılar gelmedi ki” Aykut kamp ateÅŸini canlandırmış, Hürol sucukları doÄŸramış, bana piÅŸirmek kalıyor odun ateÅŸinde zeytinyağı eÅŸliÄŸinde. Her zaman söylediÄŸim gibi, gezinin en hüzünlü bölümü çadırları sökmek, bagaja yüklemek ve kısa süre de olsa bir gece geçirdiÄŸimiz çürümüş yaprak ve rutubet kokulu o özel ortamdan ayrılmak. Dikkatlice çevre temizliÄŸini yaptık, kamp ateÅŸini söndürdük. Söz verdiÄŸimiz gibi Darıtepe yangın kulesine ulaÅŸtık. Bu kez Muhterem diÄŸer arkadaşı İsmail ile birlikte sarı giysileri içinde karşıladı bizi. Kuzine ateÅŸinde demlediÄŸi çayını ikram etti. Demlik o kadar büyük ki, ben kaç bardak çay içtiÄŸimiz sayamadım bile. Hürol’un Domaniç’ten ısrarla aldırdığı kavunu kesti Muhterem, tadına doyamadık. Ve çok ilginçtir ki, ben yaÅŸamımda hiç bu kadar uÄŸur böceÄŸini bir arada görmemiÅŸtim. Her kaldırılan taşın ve odun parçasının altından yüzlerce “uç uç böcecik annen sana terlik pabuç alacak” tekerlemesini yaptığımız kıpkırmızı birbirine sığınmış gibi duran uÄŸur böcekleri çıkıyor.

Doktor çorbası
Anı fotoÄŸraflarının ardından Engin’in yol boyunca sözünü ettiÄŸi halk arasında doktor çorbası olarak bilinen kızılcık ile yapılmış ekÅŸili tarhana çorbasını bulmak için Domaniç’te sokak aralarında dolaÅŸmaya baÅŸladık. Åžanslı olmalıyız ki, caddenin ortasında tarhana kurutan kadınlar ile karşılaÅŸtık. EkÅŸili tarhananın zamanı olduÄŸunu ancak daha yapımına baÅŸlanmadığını söylemelerine karşın içlerinden bir kadın bizimle evine kadar gidip kış için yaptığı ekÅŸili tarhanalardan bir ÅŸiÅŸesini bir kuruÅŸ bile almayı kabul etmeden bize ikram etti. Ben daha evde piÅŸirmedim, gözüm gibi bakıyorum, çünkü o kadar az ki, ya biterse!
GüneÅŸ kemiklerimizi ısıtmaya baÅŸlıyor, yola çıkıyoruz, Harmancık yolu üzerinden Dursunbey’e ulaÅŸtık. Sıcacık ekmek aldık. Dursunbey’den çıktıktan sonra bir çeÅŸme başında geceden kalan köfteler ile karnımızı doyurduk. GüneÅŸ batamadan ulaÅŸtığımız Balıkesir’de HoÅŸmerim tatlısı yedik, sele peyniri satın aldık ve her zaman yaptığımız gibi, gelenek oldu artık, asırlık çınarın altında çaylarımızı yudumladık. Akhisar’a vardığımızda karanlık iyice çöktü, Manisa’nın ışıklarını geride bıraktık, Belkahve’de virajları tamamladıktan sonra İzmir’in ışıl ışıl görüntüsü karşıladı bizi.






















































Işık Teoman
isikteoman@gmail.com
"Işık Teoman" bütün yazıları için tıklayın...