Zuhal ÖZÜGÜL
“ÅžAİRİN ROMANI” – Murathan Mungan
(Okurun, okuma sürecindeki gelgitleri)
Kitabı gazetelerde görmüştüm. Kaç sayfa olduÄŸunu biliyordum. Ama kanlı canlı (!) karşımda gördüğüm zaman bir of çektim galiba. “Boynum kıldan” ince dedim, aldım kitabı.
Yazarı severek okurum. Bu kalınlık mı beni korkutacak? Bir kitabı ilk sayfasından okumaya başlarım. Alışkanlığım. Nerede basılmış, kapak resmi kimin ve önsöz.
BaÅŸta, kitabın cüssesiyle biraz anlaÅŸamadık. Nasıl tutacağım bu kadar kalın kitabı? Sayfaları arkaya kıvırmayı sevmem. Açık durmalı. Dengeyi saÄŸlayamıyorum. Dizimin üstüne mi, yoksa masa üstüne mi koysam. O zaman da boynum ve belim aÄŸrıyor. Açık tutarsam parmaklarım tutmuyor. İyi baÅŸladık! Aynı zamanda söyleniyorum, yazarlar “artık pratik (?!) okunabilen kitaplar yazmalı” diye. (Sesli kitaplar?) Bir ara tepem attı. Açıp yazara sorayım. “Murathan Bey, bu sizin son romanınız mı? Bir daha yazmayacak mısınız ki bu kadar sayfa (582) döktürdünüz.” “Neden” diye sorarsa “Bu kadar kalın olması gerekir miydi? Bari iki cilt olsaydı” Olgun bir insan olduÄŸunu biliyorum. Kibarca başından savardı.
Okumaya baÅŸladım. İkinci bir zorluk, özel isimler. İşte birkaç örnek: Makramasch, Odragend, Kohragandt, Qkhanyus, Pepqemok, Ulsangeyma, Roasanayma gibi daha onlarcası. Karakter isimleri, kentlerin isimleri. Bir iki kez, heceleyerek okunmalı…
GiriÅŸi, bilge ÅŸair, yaÅŸlı Bendag’la yapıyoruz. Ülkesini 50 yıl önce terk etmiÅŸ, ÅŸimdi ölmeye dönüyor. Hemen vurgulayalım. Ülkeyi bilmiyoruz. Åžairlerin vatanı. Dilleri ÅŸiir.
Bendag tanıtmıyor kendini, tanınmak istemiyor. Huzur içinde yerküreyi terk etmek istiyor. Çok ünlü ve sevilen bir şair olduğu için kim unutabilir onu? Bir kadın tanıyor onu. Ulsangeyma, o da şair (şaire mi desek?)
Okur, muhteÅŸem doÄŸa betimlemelerini okudukça bir huzur, ama aynı zamanda üzüntü duyuyor. “Bu doÄŸayı, bitkileri hiç tanımıyorum. Ne yazık diye” düşünüyorum.
“Bir ot gibi, bir dal gibi, bir böcek gibi mutluyum” sözünü çok seviyorum.
Bir baÅŸka karakter Mootah (ÅŸair filozof) da tam bir doÄŸa gözlemcisi ve anlatıcısı. İki ikizden birer tanesini, onun yanına veriyorlar. Zeey ile Tagan. Birlikte Odragend kentindeki “ON ÜÇ DOLUNAYLI YIL ÅžENLİKLERİNE” gidiyorlar. Yol boyunca Mootah gençleri eÄŸitiyor, doÄŸadaki türlü türlü bitkileri inceliyorlar, her canlıyı tek tek gösteriyor.
Bu arada, bir süredir merakla beklediÄŸim Marquez’in “AÅŸk ve Öbür Cinler” kitabı geliyor. Ona da dayanamam. Åžairlerimden, kısa bir süre için izin istiyorum. 22metre 22cm’lik bakır rengi saçları olan küçük kız ile genç bir rahibin aÅŸkını anlatıyor. Yazara özgün cinler, büyüler ve tutkulu bir aÅŸk.
“Åžairin romanı” ise, yerinde sessizce beni izliyor bu arada. Yavaşça yaklaşıyorum. Bu bölüm sanki beni özendirmek için yazılmış. İki polisle baÅŸlıyor. Gamenn ve Pepqemok. Åžairleri öldüren katili arıyorlar. “Hay çok yaÅŸa sen, Murathan Bey” diyorum, “benim polisiye sevdiÄŸimi nereden bildin?”
Yukarıda saydığım karakter isimlerini akılda tutmak zor. ÖrneÄŸin, bu kahveyi kim içmiÅŸti hatırlamıyorum. Guhmana tanelerinden süzülmüş, menenç otu karılmış koyu Besemya kahvesi… Neskafe olmasın. Hâşâ, meclisten dışarı…
Bir bölüm ise tam kalbimden vuruyor beni. Bir kadın, her zamanki gibi, sessizce ancak güçlü, giriyor aramıza. Åžair ama ÅŸairliÄŸinden çok ÅŸiir okuyucusu olarak tanınıyor. O zamanlar da erkekler, “kadından ÅŸair mi olurmuÅŸ otursun evinde” gibi çok iyi tanıdığımız ıvır zıvır laflar ediyorlar.
Güzel, alımlı, gözü kara bir kadın Zeheyra. Kral Agabu onu gördüğü an vuruluyor. Evleniyorlar. Agabu, Zeheyra’nın beÄŸendiÄŸi duygulu ÅŸiirler yazıyor. Bir süre sonra, kadın sezgisi öne çıkıyor. Zeheyra kocasının artık ÅŸiir yazamadığını anlıyor. İnanamıyor. AraÅŸtırıyor nedenini. Aslında ona yardım etmek amacı. Ancak karşısına çıkan gerçekler korkunç. Ben de, intikam intikam diye söyleniyor, Zeheyra’ya güç veriyorum.
Romanda Ümma, Lelalu, Ulsagangeyma gibi güçlü, özgür kadınlar etkiliyor okuru ve yazara bir selâm gönderiyorum. Düşünüyorum da, Murathan Bey kadın okurlarını çok iyi tanımış.
Kısa bir süre için ÅŸairleri “demlenmeye” bıraktım yine. Stephan Hessel’in “Öfkelenin” isimli kitabını okudum bir çırpıda. Beni çok öfkelendirmedi. Zaten öfkeliyim. Herhalde Yunanlılar okudular diye düşündüm.
Bu soÄŸuk ve katı gerçekler dünyasından kendimi kurtarıp, huzurlu ve sıcak (bence) yerküreye iniÅŸ yaptım. Yazar, yol üstündeki “Uyku Hanı”nı öyle bir anlatıyor ki “ah bir kez kalsam orada” diyorum.
“Birbirinin eÅŸi kare biçiminde küçük kubbeli odaları, etrafı nakışlı duvar niÅŸleri, tahta kapaklarına sade bir üslupla kır ve deniz resimleri çizilmiÅŸ gömme dolapları, fazla süse kaçılmamış kemerli kapı ve pencereler, dışarıdan tonozlara tırmanan gür sarmaşıkları, kokusu odalara sızan bahçe ve avlu çiçekleri, camlara vuran koyu gölgeli büyük aÄŸaçları, bütün gün dallarda duran tembel kuÅŸları ve birbirinden sevimli bahçe kedileri…”
Tuttuğunuz nefesi yavaş yavaş verin. Yoo, böyle bir yer yok. Görmedim. Her taraf beton, gökdelen, süssüz, ruhsuz.
Kahramanlarımızın Odragend kentinde buluÅŸacağını seziyoruz. Çözülecek düğümler, alınacak intikamlar var çünkü. Ama iÅŸin eÄŸlence tarafı da var. Kimler kimler yok kentte. “Canbazlar, hokkabazlar, dansçılar, gözbaÄŸcılar, ateÅŸ yutanlar, dövüş sanatçıları(!), kılıç-kama oyuncuları, kuklacılar, ip toplayıcıları, hünerbazlar, akrobatlar, ışık bükücüleri, gölge oyuncuları, sessizliÄŸi biçimlendirenler, zaman katlayıcıları, su dansçıları, göçebe oyuncular, mevsim hasatçıları, yaÄŸmurcular, bahçe büyücüleri, yıl yenileyicileri”. Dur, nefesim kesildi…
İsteyen bu okullarda eÄŸitim alır, mezun olur, sanatını icra ederdi. En çok merak ettiÄŸim “ışık bükücüleri, sessizliÄŸi biçimlendirenler, yıl yenileyicileri” oldu. Yine yazara sormanın sırası: “Murathan Bey, en azından benim merak ettiklerimi açıklasanız” O da: “Siz de birazcık hayal dünyanızı zorlasanıza!” Araya sıkıştırıyorum hemen: ya ruvaÅŸ çayı ve inci çayı?” Tatları nasıl onların?
Haritayı vücudunda taşıyan haritacı Kaa, dil bilimci dilsiz Qkhanyus gibi karakterleri ince ince iÅŸliyor yazar romanda. Sıra dışı oldukları halde çok olaÄŸan geliyor bize. Bu kadar gerçek bir masal okumamıştım diye düşünüyorum. Murathan Bey diyorum yine “mekânı ve konuyu bu kadar iyi nereden biliyorsunuz? Size çocukluÄŸunuzda anlatmışlar mıydı bu masalı?” Ne kadar sabırlı olsa da “artık sormayı bırakıp da şöyle okumanın tadını çıkarsanız” diye kaÅŸlarını çatıyor.
Anlatmaktan kendimi alamıyorum. Bu kadar ipucu yeter. İstediÄŸim bu inanılmaz inandırıcı romanın çok çok çok okunması. Bir uyarı: lütfen, ilk bölümleri, sıkılsanız da, dikkatlice okuyun. Çünkü romanın sonuna doÄŸru “ipin ucunu kaçırabilirsiniz”. Kitabı bitirir ve tekrar başından baÅŸlarsınız benim gibi. Son uyarı: hızlı okuma uygulamasını filan da unutun. Ben söz verdim. Bir daha bu uygulamaya HAYIR.
“Tabiatı anlamamızı saÄŸlayan ÅŸeyin onun bize verdiÄŸi huzur ve mutluluk olduÄŸunu anlayacak kadar tabiatın koynunda, onunla iç içe, baÅŸ baÅŸa kaldığı uzun vakitler” cümlelerini romanda hangi ÅŸairin söylediÄŸini hatırlamıyorum ama Murathan Mungan’ın özlemi de olduÄŸuna eminim.
Okurun çıkardığı sonuç:
*Bir kitabı bitirmek için kendinizi sıkmayın. Arada başka kitaplar okuyup tekrar dönmek çok keyifli oluyor.
*Nedense bu roman, bana uzak kalan Arap, Kürt, İran (Doğu) edebiyatını merak etmemi sağladı.
*Fantastik edebiyatın kraliçesi Ursula K. Le Guin adını duydum.
*Acaba doÄŸa’yı artık, yalnızca hayal mi edeceÄŸiz, diye aklıma bir korku düştü.
Zuhal ÖZÜGÜL
"Zuhal ÖZÜGÜL" bütün yazıları için tıklayın...
(Okurun, okuma sürecindeki gelgitleri)
Kitabı gazetelerde görmüştüm. Kaç sayfa olduÄŸunu biliyordum. Ama kanlı canlı (!) karşımda gördüğüm zaman bir of çektim galiba. “Boynum kıldan” ince dedim, aldım kitabı.
Yazarı severek okurum. Bu kalınlık mı beni korkutacak? Bir kitabı ilk sayfasından okumaya başlarım. Alışkanlığım. Nerede basılmış, kapak resmi kimin ve önsöz.
BaÅŸta, kitabın cüssesiyle biraz anlaÅŸamadık. Nasıl tutacağım bu kadar kalın kitabı? Sayfaları arkaya kıvırmayı sevmem. Açık durmalı. Dengeyi saÄŸlayamıyorum. Dizimin üstüne mi, yoksa masa üstüne mi koysam. O zaman da boynum ve belim aÄŸrıyor. Açık tutarsam parmaklarım tutmuyor. İyi baÅŸladık! Aynı zamanda söyleniyorum, yazarlar “artık pratik (?!) okunabilen kitaplar yazmalı” diye. (Sesli kitaplar?) Bir ara tepem attı. Açıp yazara sorayım. “Murathan Bey, bu sizin son romanınız mı? Bir daha yazmayacak mısınız ki bu kadar sayfa (582) döktürdünüz.” “Neden” diye sorarsa “Bu kadar kalın olması gerekir miydi? Bari iki cilt olsaydı” Olgun bir insan olduÄŸunu biliyorum. Kibarca başından savardı.
Okumaya baÅŸladım. İkinci bir zorluk, özel isimler. İşte birkaç örnek: Makramasch, Odragend, Kohragandt, Qkhanyus, Pepqemok, Ulsangeyma, Roasanayma gibi daha onlarcası. Karakter isimleri, kentlerin isimleri. Bir iki kez, heceleyerek okunmalı…
GiriÅŸi, bilge ÅŸair, yaÅŸlı Bendag’la yapıyoruz. Ülkesini 50 yıl önce terk etmiÅŸ, ÅŸimdi ölmeye dönüyor. Hemen vurgulayalım. Ülkeyi bilmiyoruz. Åžairlerin vatanı. Dilleri ÅŸiir.
Bendag tanıtmıyor kendini, tanınmak istemiyor. Huzur içinde yerküreyi terk etmek istiyor. Çok ünlü ve sevilen bir şair olduğu için kim unutabilir onu? Bir kadın tanıyor onu. Ulsangeyma, o da şair (şaire mi desek?)
Okur, muhteÅŸem doÄŸa betimlemelerini okudukça bir huzur, ama aynı zamanda üzüntü duyuyor. “Bu doÄŸayı, bitkileri hiç tanımıyorum. Ne yazık diye” düşünüyorum.
“Bir ot gibi, bir dal gibi, bir böcek gibi mutluyum” sözünü çok seviyorum.
Bir baÅŸka karakter Mootah (ÅŸair filozof) da tam bir doÄŸa gözlemcisi ve anlatıcısı. İki ikizden birer tanesini, onun yanına veriyorlar. Zeey ile Tagan. Birlikte Odragend kentindeki “ON ÜÇ DOLUNAYLI YIL ÅžENLİKLERİNE” gidiyorlar. Yol boyunca Mootah gençleri eÄŸitiyor, doÄŸadaki türlü türlü bitkileri inceliyorlar, her canlıyı tek tek gösteriyor.
Bu arada, bir süredir merakla beklediÄŸim Marquez’in “AÅŸk ve Öbür Cinler” kitabı geliyor. Ona da dayanamam. Åžairlerimden, kısa bir süre için izin istiyorum. 22metre 22cm’lik bakır rengi saçları olan küçük kız ile genç bir rahibin aÅŸkını anlatıyor. Yazara özgün cinler, büyüler ve tutkulu bir aÅŸk.
“Åžairin romanı” ise, yerinde sessizce beni izliyor bu arada. Yavaşça yaklaşıyorum. Bu bölüm sanki beni özendirmek için yazılmış. İki polisle baÅŸlıyor. Gamenn ve Pepqemok. Åžairleri öldüren katili arıyorlar. “Hay çok yaÅŸa sen, Murathan Bey” diyorum, “benim polisiye sevdiÄŸimi nereden bildin?”
Yukarıda saydığım karakter isimlerini akılda tutmak zor. ÖrneÄŸin, bu kahveyi kim içmiÅŸti hatırlamıyorum. Guhmana tanelerinden süzülmüş, menenç otu karılmış koyu Besemya kahvesi… Neskafe olmasın. Hâşâ, meclisten dışarı…
Bir bölüm ise tam kalbimden vuruyor beni. Bir kadın, her zamanki gibi, sessizce ancak güçlü, giriyor aramıza. Åžair ama ÅŸairliÄŸinden çok ÅŸiir okuyucusu olarak tanınıyor. O zamanlar da erkekler, “kadından ÅŸair mi olurmuÅŸ otursun evinde” gibi çok iyi tanıdığımız ıvır zıvır laflar ediyorlar.
Güzel, alımlı, gözü kara bir kadın Zeheyra. Kral Agabu onu gördüğü an vuruluyor. Evleniyorlar. Agabu, Zeheyra’nın beÄŸendiÄŸi duygulu ÅŸiirler yazıyor. Bir süre sonra, kadın sezgisi öne çıkıyor. Zeheyra kocasının artık ÅŸiir yazamadığını anlıyor. İnanamıyor. AraÅŸtırıyor nedenini. Aslında ona yardım etmek amacı. Ancak karşısına çıkan gerçekler korkunç. Ben de, intikam intikam diye söyleniyor, Zeheyra’ya güç veriyorum.
Romanda Ümma, Lelalu, Ulsagangeyma gibi güçlü, özgür kadınlar etkiliyor okuru ve yazara bir selâm gönderiyorum. Düşünüyorum da, Murathan Bey kadın okurlarını çok iyi tanımış.
Kısa bir süre için ÅŸairleri “demlenmeye” bıraktım yine. Stephan Hessel’in “Öfkelenin” isimli kitabını okudum bir çırpıda. Beni çok öfkelendirmedi. Zaten öfkeliyim. Herhalde Yunanlılar okudular diye düşündüm.
Bu soÄŸuk ve katı gerçekler dünyasından kendimi kurtarıp, huzurlu ve sıcak (bence) yerküreye iniÅŸ yaptım. Yazar, yol üstündeki “Uyku Hanı”nı öyle bir anlatıyor ki “ah bir kez kalsam orada” diyorum.
“Birbirinin eÅŸi kare biçiminde küçük kubbeli odaları, etrafı nakışlı duvar niÅŸleri, tahta kapaklarına sade bir üslupla kır ve deniz resimleri çizilmiÅŸ gömme dolapları, fazla süse kaçılmamış kemerli kapı ve pencereler, dışarıdan tonozlara tırmanan gür sarmaşıkları, kokusu odalara sızan bahçe ve avlu çiçekleri, camlara vuran koyu gölgeli büyük aÄŸaçları, bütün gün dallarda duran tembel kuÅŸları ve birbirinden sevimli bahçe kedileri…”
Tuttuğunuz nefesi yavaş yavaş verin. Yoo, böyle bir yer yok. Görmedim. Her taraf beton, gökdelen, süssüz, ruhsuz.
Kahramanlarımızın Odragend kentinde buluÅŸacağını seziyoruz. Çözülecek düğümler, alınacak intikamlar var çünkü. Ama iÅŸin eÄŸlence tarafı da var. Kimler kimler yok kentte. “Canbazlar, hokkabazlar, dansçılar, gözbaÄŸcılar, ateÅŸ yutanlar, dövüş sanatçıları(!), kılıç-kama oyuncuları, kuklacılar, ip toplayıcıları, hünerbazlar, akrobatlar, ışık bükücüleri, gölge oyuncuları, sessizliÄŸi biçimlendirenler, zaman katlayıcıları, su dansçıları, göçebe oyuncular, mevsim hasatçıları, yaÄŸmurcular, bahçe büyücüleri, yıl yenileyicileri”. Dur, nefesim kesildi…
İsteyen bu okullarda eÄŸitim alır, mezun olur, sanatını icra ederdi. En çok merak ettiÄŸim “ışık bükücüleri, sessizliÄŸi biçimlendirenler, yıl yenileyicileri” oldu. Yine yazara sormanın sırası: “Murathan Bey, en azından benim merak ettiklerimi açıklasanız” O da: “Siz de birazcık hayal dünyanızı zorlasanıza!” Araya sıkıştırıyorum hemen: ya ruvaÅŸ çayı ve inci çayı?” Tatları nasıl onların?
Haritayı vücudunda taşıyan haritacı Kaa, dil bilimci dilsiz Qkhanyus gibi karakterleri ince ince iÅŸliyor yazar romanda. Sıra dışı oldukları halde çok olaÄŸan geliyor bize. Bu kadar gerçek bir masal okumamıştım diye düşünüyorum. Murathan Bey diyorum yine “mekânı ve konuyu bu kadar iyi nereden biliyorsunuz? Size çocukluÄŸunuzda anlatmışlar mıydı bu masalı?” Ne kadar sabırlı olsa da “artık sormayı bırakıp da şöyle okumanın tadını çıkarsanız” diye kaÅŸlarını çatıyor.
Anlatmaktan kendimi alamıyorum. Bu kadar ipucu yeter. İstediÄŸim bu inanılmaz inandırıcı romanın çok çok çok okunması. Bir uyarı: lütfen, ilk bölümleri, sıkılsanız da, dikkatlice okuyun. Çünkü romanın sonuna doÄŸru “ipin ucunu kaçırabilirsiniz”. Kitabı bitirir ve tekrar başından baÅŸlarsınız benim gibi. Son uyarı: hızlı okuma uygulamasını filan da unutun. Ben söz verdim. Bir daha bu uygulamaya HAYIR.
“Tabiatı anlamamızı saÄŸlayan ÅŸeyin onun bize verdiÄŸi huzur ve mutluluk olduÄŸunu anlayacak kadar tabiatın koynunda, onunla iç içe, baÅŸ baÅŸa kaldığı uzun vakitler” cümlelerini romanda hangi ÅŸairin söylediÄŸini hatırlamıyorum ama Murathan Mungan’ın özlemi de olduÄŸuna eminim.
Okurun çıkardığı sonuç:
*Bir kitabı bitirmek için kendinizi sıkmayın. Arada başka kitaplar okuyup tekrar dönmek çok keyifli oluyor.
*Nedense bu roman, bana uzak kalan Arap, Kürt, İran (Doğu) edebiyatını merak etmemi sağladı.
*Fantastik edebiyatın kraliçesi Ursula K. Le Guin adını duydum.
*Acaba doÄŸa’yı artık, yalnızca hayal mi edeceÄŸiz, diye aklıma bir korku düştü.
Zuhal ÖZÜGÜL
"Zuhal ÖZÜGÜL" bütün yazıları için tıklayın...
