Ziyaretler ve Gerçek Anlamları!
Hayat bir öyküye benzer, önemli olan yanı, eserin uzun olması değil, iyi olmasıdır
Seneca
Günlük yaşam kargaşası içerisinde çeşitli aktiviteler ile zamanımızı doldurmaya çalışırız. Yaptığımız bu tür faaliyetlerin gerçek amaçları hakkında biraz düşünce egzersizi yapmak istedim. Katılıp, katılmamak gayet tabi ki sizin seçiminiz. Ama ön yargısız olarak bir durum muhakemesi yapmanızı dilerim.
Mezarlık ziyaretleri : Zaman zaman mezarlıkları ziyaret etmenin gerçek anlamı “hayatın geçici olduğunu” tekrar hatırlamamızı sağlamasıdır. Yoksa ziyaret ettiğimiz ölmüş kişilere en ufak bir yararı yoktur. Ne mezarın başında okunan duaların, ne de yakarışların toprak altında yatanla bir ilgisi yoktur; çünkü amel (hayat boyunca yapılan işler) defterleri kapanmıştır son nefeslerini verdikleri anda. Burada yapılan şey, aslında, hayatta olmamızın sevincinden başka bir şey değildir. Ancak içimizin derinliklerinde bir yerde fısıldayan bu sevinç asla dile getirilmez. Özellikle mezarlık dışına çıktığımız anda, içimizdeki bu fısıltı daha fazla hissedilir. Mezarlıklar kasvetli, sanki bizi de içine alacakmış gibi, belli belirsiz bir duygu fırtınası yaratır yüreğimizde. Bu nedenle mezarlık ziyaretleri mümkün olduğunca kısa tutulmaya çalışılır.
Hasta ziyaretleri : Hastalanan yakınlarımızı, dostlarımızı ziyaret etmek, onların hatırlarını sormak, ziyaret edilen kişilere bir nevi moral kazandırdığı söylenir. Ama ziyaretin gerçek anlamı, aynen mezarlık ziyaretlerinde olduğu gibi, sağlığın ne kadar önemli olduğunu, onun değerini, ancak kaybettikten sonra anladığımızı bize hatırlatmasıdır. Belli etmesek de, hasta ziyaretinde içten içe bir sevinme hissederiz. Sebebi ise bizim hala sağlıklı olmamızdır. Ama bunu kendimize bile itiraf etmekten çekiniriz. Ancak laf arasında “ sağlığımızın değerini bilmeliyiz”, ”Allah kimsenin başına vermesin”, ”Allah herkesi böyle hastalıklardan korusun” demeyi de ihmal etmeyiz. Aslında bu dileyişler gizli birer itiraf değil midir? Dahası, o hastalık hakkında ziyaret sırasında bilgiler edinilmeye çalışılır. Bundaki gaye, bu hastalık belirtilerinin kendimizde de olup olmadığını kontrol etmektir. Ama bunu o kadar gizleyerek yaparız ki, takdir etmemek elde değildir. Eğer bu belirtiler bizde yoksa içimiz rahatlar, Eğer bir iki belirti bizde de varsa, içimizi bir sıkıntı kaplar, aklımızı kurcalamaya başlar.
Taziye ziyaretleri : Kaybettiğimiz dost, akraba, yakınlarımızın ailelerini ziyaret ederek, baş sağlığı dileklerimizi iletmek hepimizin uyguladığı bir ziyaret çeşididir. Ziyaret edilen kişiler ne kadar çok ziyaretçi gelirse o kadar mutlu olurlar. Acı paylaşıldıkça azalır derler. Gerçekten öyle mi acaba? Şöyle söylenebilir “ziyaret sırasında insanlar ölüm konusundan biraz uzaklaşırlar”. Ne yazık ki ziyaret eden kişiler, ister içten olsun, ister yapmacık olsun hemen üzüntülü bir ifadeye bürünür, gözyaşı dökmeye başlarlar. Vah vahların ardı arkası kesilmez. Bu durum ölenlerin yakınlarını daha da fenalaştırır. Çok ziyaretçinin gelmesi, ölenin ne kadar sevildiğini, çevresinin geniş olduğunun bir göstergesi olarak kabul edilir ve bir nevi övünme vesilesi yapılır. Ne gariptir ki, ziyaret edilen acılı evde, o kadar acı arasında, kimlerin ziyarete gelip, gelmediği şaşmaz bir şekilde kayıt altına alınır. Halbuki gerçek acı içerisinde ise aile, kimin gelip gittiğinin farkında bile olmaması gerekir. Ziyaret, ölümün ne kadar yakınımızda olduğunu bize hatırlatması açısından önemlidir. Gerçekte ise, bu ziyaret sırasında içten içe hala yaşadığımız için şükrederiz ve seviniriz.
Ev alanları ziyeret etmek : Çevremizdeki tanıdıklarımızın yeni bir ev alıp taşındıkları zaman, bir ev hediyesi alıp ziyaret ederiz. Gittiğimiz yeni evin, bütün her yeri dolaşılır; en ince detaylarına kadar incelenir. Evin konumu, değeri öğrenilir. Aslında asıl amaç, gidilen evin sahiplerinin ekonomik durumlarının öğrenilmesidir. Bu ziyaretin gerçek anlamı, içten içe, kıskançlığımızın örtülü bir ifadesidir. Nedense hep ev alanların evi ziyaret edilir. Evini satanlara, ise hayırlı olsun ziyareti yapmak aklımıza dahi gelmez.
Nikah, düğün törenlerine gitmek : Dostlarımızın, arkadaşlarımızın, kendileri veya çocuklarının nikah ve düğünlerine katılırız. Davetiye aldığımız anda sevinerek, ne kadar güzel, hep beraber hoşça vakit geçireceğimiz gibi öncelikler aklımıza gelmez. İlk aklımıza gelen ne hediye alsam, ne giysem düşüncesidir. Davet sahibi ise hep beraber olmanın, sevinci paylaşmanın, hissi yerine, “acaba etraftan ne diyecekler, ben şu hediyeyi götürmüştüm, onlar ne getirecekler“, diye düşünme çabasındadır. Hatta harcamalarla, gelen takıların değeri arasındaki muhasebe esas konuyu oluşturur. Eğer yakın zamanlarda çocukları, torunlarının başından nikah, düğün gibi etkinlikler yaşanmış ise; hemen o anlara gidilir, varsa video çekimlerine bakılarak, bizi nikaha, düğüne çağıran kişinin bizim törenimizde ne taktığı tekrar kontrol edilir. Her şey maddiyata indirgenmiştir sanki. Bize takılan, verilen hediyenin maddi değeri esas alınır ve bu değerde karşılık verilmeye gayret edilir. Ne kadar acı! Yeni evlilere maddi açıdan yardımcı olmak güzel bir şeydir elbette. Ama bunu açıkça sergilemek, insanların gözüne sokmak, göstere göstere vermek, hatta üzerine adını soyadını yazmak, evli çiftlere yardımdan ziyade, başka anlamlar taşıdığını söylemek yanlış olmasa gerek. Her şeyin yapmacık, zorunluluk olarak yapılırsa hiç bir anlamı olmadığını bilemeyecek kadar maddileştik ne yazık ki.
Sebebsiz ziyaretler : Evde oturmaktan sıkılıp, laf olsun diye yapılan ziyaretlerde yok değildir hani. Bu tür ziyaretler genellikle komşularımızla gerçekleştirilir. Komşularımızı özlediğimiz falan yoktur aslında. Zaten konuşulan konularda incir çekirdeğini doldurmayan konulardan – spor, siyaset, günlük olaylar... gibi- ibarettir. Ziyaretimizin gerçek amacı evde yapacak bir işi, okuyacak bir kitabı, izleyecek bir televizyon programı olmadığı zaman, can sıkıntısını giderecek bir araçtır aslında bu tür ziyaretler.
Akraba ziyaretleri : Akraba bağıntısı olmayanımız yok denecek kadar azdır. Hepimiz akrabalarımızla olan ilişkilerimizle övünürüz. Ancak, aslında en problemli ilişkiler, akraba ilişkileridir. Nedense hiç kimse bu gerçeği dile getirmek istemez. “Kol kırılır yen içinde kalır”, özdeyişine uygun olarak, çevreye asla hissettirilmemeye çalışılır bu sorunlar. Dünya üzerinde parmakla sayılacak kadar insanın olduğu zamanlarda, ilk insanın öldürülmesini hatırlayalım. Evet Kabil ve Habil ikisi de kardeş, ama kıskançlık iki kardeşi biribirine düşürüyor ve birinin ölümü ile sonuçlanıyor. Akraba ilişkilerinin ne kadar sorunlu olduğu atasözlerimize de yansımıştır. “Akrabanın akrabaya akrep etmez ettiğini” atasözünü bilmeyen yoktur sanırım. Akraba ziyaretleri belki de en sorunlu ziyaretler arasında sayılabilir. Çünkü bu ziyaretler gönüllük ile yapılan ziyaretler olmayıp, zorunlulukla yapılan ziyaretlerdir. Gerek aile çevresi, gerekse etraftaki diğer kişiler, bizlerin ne sıklıkla akrabalarımızı ziyaret ettiğimizi adeta denetlerler. Bizler de çevrenin bu baskısı ile bu ziyaretleri gerçekleştirmek mecburiyetinde kalırız. Bu zorunluluk hali kişiler tarafından asla kabul edilmez. Bunun toplumsal bir görev- örf, adetler- olduğu söylenecektir. İşte bu bile akraba ziyaretlerinin gönüllülük esasına göre yapılmadığının bir itirafıdır.
Akraba ziyaretlerinde, kıskançlık hisleri doruk noktasındadır. Ama asla bu kıskanma durumu belli edilmez. Çocuklar, gençler arasında kıskanma çok daha bariz olarak gözlemlenebilir. Alınan, sahip olunan her yeni şey akrabalar arasında daima dedikodu konusu olur. Bu durum da kıskanmanın bir ifade şeklidir.
Eski arkadaş ziyaretleri : Zaman zaman aklımıza eski arkadaşlarımız gelir. Okul arkadaşları, asker arkadaşları, iş arkadaşları... gibi. Bu arkadaşları özlediğimiz falan yoktur aslında. Gerçek amacımız, bu arkadaşlarımızın aradan geçen bu kadar zaman zarfında ne yaptıkları, işlerinde hangi konuma yükseldikleri, evlilik hayatında nasıl bir gidişat içerisinde oldukları, çocukları varsa onların hangi işle uğraştıklarının merak edilmesidir. Yani bu arkadaşlarımızın sosyoekonomik durumlarının öğrenilmesidir ana amaç. Bir de eski arkadaşlarımızın fiziksel olarak nasıl göründüğünü merak ederiz. Tabii hemen kendi görünüşümüzle kıyaslamaya başlarız. Eğer bizden daha dinç ve karizmatik ise, içimiz burulur, belli etmeden kıskançlık duygusunu yaşarız. Eğer durum tam tersi ise, bu sefer kendimizi daha iyi hissederiz, keyfimize diyecek yoktur o zaman.
Eski arkadaş ziyaretleri bize en çok keyif veren ziyaretlerdir aslında. Çünkü daima sohbet eski günlere gider. Gençlik çağları tekrar yaşanır. Hey gidi günler hey deyişini sık sık tekrarlarız bu ziyaretlerde. Bu tür ziyaretlerde konuşacak, hatırlanacak o kadar çok şey vardır ki, sohbet uzar da uzar.
Şimdilik aklıma gelenler bunlar. İlişkilerimizin seviyesini göstermesi bakımından, yukarıda bahsedilen konularla ilgili bu yaklaşım tarzına, itirazların olacağının farkındayım. Alışılmış düşünce kalıplarının dışına çıkmak hiçte kolay değildir. Birçok davranış tarzımızdan, içimizde sebepsiz bir huzursuzluk duysak da, fazla önemsemeyiz. Çünkü, çoğunluk, anne babasından, aile büyüklerinden böyle görmüştür ve bu davranışlar doğrudur, kesinlikle tartışılması doğru değildir yargısına sahiptir. Çoğunluğa uyduğumuz zaman, bizde görevimizi yapmanın rahatlığı içerisine gireriz. Çünkü çevre tarafından onaylanırız, çevre ne der korkusu ortadan kalkmıştır artık. İnanmadığımız, içimizden gelmediği halde, sırf etraf ne der korkusuyla yaşamımızı sürdürüyorsak, kişiliğimizden, özgürlüğümüzden bahsetmek ne derece doğru olabilir. Bir düşünürün deyişini burada sizlerle paylaşmak isterim.
Herkes gibi yaşarsan, özgür olmazsın ama yalnız kalmazsın;
Kendin gibi yaşarsan, özgür olursun ama yalnız kalırsın.
Sanırım sorunun ana kaynağını bu cümle açıklıyor. Yalnız kalmaktan korkuyoruz. Hemen kılıf da hazırdır “yalnızlık Allah’a mahsustur” der geçeriz. Toplum içerisinde yaşadığımızdan, toplumun dayattığı kurallara uymak zorundayız da diyebilirsiniz.
Tercih sizin ya özgür ruhla yaşayıp, yalnızlığı tercih edeceksiniz, ya da, kalabalık içerisinde, bir tür esir olarak yaşayacaksınız.
syalcin50@yahoo.com
|