GÜZEL BAKAN, GÜZEL GÖRÜR; GÜZEL GÖREN, GÜZEL DÜŞÜNÜR...
Çok heyecanlıyım çok!
Belki de pek çok Alman’a sıradan gelebilecek bir ana ilk kez tanık olabilme şansına sahip olduğumdan içim içime sığmıyor.
Arabadan inerken soğuk bir kış akşamı karşılıyor beni büyük meydanda. Hızlı adımlarla arnavut kaldırımın üstünde sekerek kilisenin kapısına yaklaşıyorum. Önce derin bir nefes alıyorum; çünkü, yaşayacaklarımın o nefesi kesercesine beni etkileyeceğine ve iç dünyamın derinliklerine götüreceğine eminim…
Ağır tahta kapı ince bileklerimi zorluyor. Hemen sonra, kalın ve vişne çürüğü bir perde aralanıyor. Ne çok insan var, tüm sıralar sağlı sollu dolu. Görkemli mihrap, yeni yıl ayinini andıran renklere bürünmüş. Boş bulduğum ilk yere oturuyorum hemen. Çevremle ilgili en ufak ayrıntıyı kaçırmayacağımdan emin olduğum sakin bir köşe burası. İliklerime kadar işleyen soğuk, nefeslerin sıcaklığıyla etkisini azaltıyor yavaş yavaş. Gözlerimi kapıyorum ve insanlarımın sesini dinliyorum. Sanki her gün kiliseye geliyorlarmış ve alışagelmiş bir atmosferi paylaşıyormuşuzcasına sakinler. Oysa ben büyüklerimizin, „Tabağında yemek bırakma, Allah taş eder sonra!“ „Sofrada çok konuşulmaz, Allah evin bereketini keser!“ „Camiye abdestsiz girme, Allah çarpar!“ gibi korkutmaların hâlâ düşüncesizce kol gezdiği; dine saygının küçüklükten itibaren çoğunlukla korkutma yoluyla aşılandığı bir ortamdan geldiğim için tam anlamıyla bir hoşgörü sarhoşluğundayım.
Böyle daha kaç olaya şahitlik etmiş yaşlı kiliseyi derin bir sessizlik kaplıyor. Ani bir alkış kopuyor ve huzurlarınızda TRT Türk Sanat Müziği korosu...
İste orada! Tam orada, geçen hafta yakın arkadaşlarımdan birinin çocuğunun vaftiz töreni sırasında rahibin konuşmasını yaptığı yerde koro şefi duruyor. Ses sanatçıları ise vaazların verildiği yüksek basamaklarda sıralanmışlar. Şef, yakın geçmişe damgasını vuran modern bir şarkıyla başlatıyordu konseri .
„Çalsın sazlar, çalsın bu gece, alaturka başlasın,
Vur usta tamburun tellerine hanendeler çağlasın”
Önce anlam veremediğim karmaşık duygularla tüylerim diken diken oluyor. Ardından, anneannemin eski evindeki asma çardağın altında yaptığım kahvaltıların huzuru doluyor içime. Bir bardak çay, zeytinyağlı çökelek, taş fırın ekmeği ve illa ki TRT radyosundan yükselen sanat müziği şarkılarının yankısı. Bu ezgileri bir gün ülkemden çok uzaklarda akla gelmesi mümkün olmayacak bir ortamda dinleyebileceğimi hiç düşünür müydüm? Ve ne düşünürdü ünlü besteci rahmetli Saadettin Kaynak, kutsal bir çatı altında şarkılarına hep bir ağızdan eşlik eden insanları görseydi? Güzel bakan, güzel görür; güzel gören, güzel düşünür...
Dinî duyguların şarkılarla, ilahîlerle en müstesna şekilde dile getirildiği bir mekân, şimdi başka bir müziğe ev sahipliği yapıyordu. Orada, konserden çok daha fazlasına tanık olduğunun farkında olan kaç izleyici var diye düşündüm kendi kendime. Kutsal bir atmosferin sanata, dahası kendi dininden olmayan sanat severlerin manevi ihtiyaçlarına, verdiği değer ve gösterdiği incelik kaç kişiyi etkilemişti?
12.08.2008 Münih
|