Gürbüz SEZGİN
78 DEPRESYONU
İdealleri vardı ve materyalisttiler. Ömürleri boyunca bu çelişkinin acısını çekeceklerini bilmeden yaşama atıldılar. Yoksulluklarına ve yoksunluklarına başkaldırıyorlardı, ölüm korkusunu duymaksızın. Stoacı filozofları taş çıkartırcasına küçümsediler ölümü. Acı hisleri tükenmişti sanki.
75’lerde çoÄŸaldılar ve hala çoÄŸalıyorlardı ve 78 kuÅŸağı oldular. ÇoÄŸaldıkları oranda da ölümler, iÅŸkenceler, hapisler, soruÅŸturmalar da çoÄŸalıyordu. Tüketim, korku, aÅŸk, eÄŸlence sözcükleri dolaÅŸmıyordu ortalıkta. Kimisi onları hiç bilmedi veya bilinçaltının derinliklerine gömdü. Dillerde dolanan bağımsızlık, devrim, dayanışma, direniÅŸ sözcükleriydi. Ölüm bir oyuncaktı ellerinde. YaÅŸam bütün hızıyla deviniyordu, sokaklar çınlıyordu adeta.
1980 Eylül ayının 12’sinde büyük bir sessizlik oldu. YaÅŸam durmuÅŸtu sanki. Beyinler boÅŸalmıştı; ne bir hareket, ne bir çığlık, ne bir amaç, ne bir düşünce…. Herkes susmuÅŸ, sadece kara bir ses duyuluyordu kara kutularda. Karanlık, geleceÄŸin ışığını silip süpürmüş, kimse kimsenin nerde olduÄŸunu, ne yaptığını bilmiyor, kara kutuların gürültüsünden hiçbir ses iÅŸitilmiyordu. Duyu organları çalışmıyordu artık.
“Yardım” mırıltısı bile dökülmedi dudaklardan. Her bir insan bir ordu tarafından kuÅŸatılmıştı. Ne kaçacak bir yer, ne kaçma isteÄŸi vardı. Felç geçirmiÅŸ hasta gibi oracığa yığılı verildi. Suyu çekilmiÅŸ bir ırmağın balıkları gibi bir bir toplanıldı sessizlik içinde. Bu büyük toplumsal ÅŸokun etkisiyle, hapistekiler verilen elektrik ÅŸokunu bile hissetmediler.
Zaman aktı, iki kuÅŸak daha geldi. Televizyonlar renklendi, bilgisayar küreselleÅŸmeyi getirdi, gelen kuÅŸaklar tüketti, tüketti…
78’lilerin destanı yazılmadı, honore edilmedi, sevilmedi. Tam tersine yok sayıldı, üzerine tonlarca kum atıldı. YaÅŸamı zaten hissetmeyen bu kuÅŸak insanları kumları üzerlerinden atmak için silkinmedi bile. Hiçbir ÅŸeyden nefret etmediler, soluk almaktan baÅŸka, hiçbir ÅŸeyden. Ölüm korkusunu bilmeyenler ölümü ister hale geldiler. İdeallerini bile telaffuz etmenin önemi kalmadı.
Anlamsızlık, önemsizlik iliklerine kadar işledi. Öylesine ki, önemli mevkilerde çalışanlar, iyi gelir elde edenler bile kurtaramadılar kendilerini nihilizm çemberinden. İdealsiz yaşamın anlamı yoktu zira. Bu çemberi kırmak için her yol denendi. Kendilerini işe verdiler olmadı, sevmeye çalıştılar olmadı, hatta evlendiler yine olmadı ve boşandılar. Sanatla uğraştılar, en iyileri oldular ama yine olmadı. Olmuyordu işte. Üstelik bu çabalar sorumluluklarını ve zorunluluklarını ikiye katladı. Yaşam çekilmez bir hal almaya başladı.
Kendilerine güveni her şeye rağmen tamdı. İçi çürümüş devasa bir çınar ağacı gibi duruyorlardı. Heybetli görünüşlerinin içini dolduracak sevgiyi bulamıyorlardı bir türlü. Güya sevildiler, zira sevginin içeriği de diğer kavramlar gibi oyulup yapmacıklarla, içtensizlikle, çıkarla doldurulmuştu. İdealleri gibi, gerçek sevgi de yeryüzünü terk etmişti çoktan.
Eski “Ne Yapmalı” eski kitapçıların en olmadık köşelerinde alıcısını bekliyorken yeni “Ne Yapmalı” yazılmadı daha. Yeniden kalemi elinize alacak gücü bulursanız, gelin hep beraber yazalım; “hep beraber” sözcüğünün anlamını unutmamışsak hala.
Gürbüz SEZGİN
anteros59@hotmail.com
İdealleri vardı ve materyalisttiler. Ömürleri boyunca bu çelişkinin acısını çekeceklerini bilmeden yaşama atıldılar. Yoksulluklarına ve yoksunluklarına başkaldırıyorlardı, ölüm korkusunu duymaksızın. Stoacı filozofları taş çıkartırcasına küçümsediler ölümü. Acı hisleri tükenmişti sanki.
75’lerde çoÄŸaldılar ve hala çoÄŸalıyorlardı ve 78 kuÅŸağı oldular. ÇoÄŸaldıkları oranda da ölümler, iÅŸkenceler, hapisler, soruÅŸturmalar da çoÄŸalıyordu. Tüketim, korku, aÅŸk, eÄŸlence sözcükleri dolaÅŸmıyordu ortalıkta. Kimisi onları hiç bilmedi veya bilinçaltının derinliklerine gömdü. Dillerde dolanan bağımsızlık, devrim, dayanışma, direniÅŸ sözcükleriydi. Ölüm bir oyuncaktı ellerinde. YaÅŸam bütün hızıyla deviniyordu, sokaklar çınlıyordu adeta.
1980 Eylül ayının 12’sinde büyük bir sessizlik oldu. YaÅŸam durmuÅŸtu sanki. Beyinler boÅŸalmıştı; ne bir hareket, ne bir çığlık, ne bir amaç, ne bir düşünce…. Herkes susmuÅŸ, sadece kara bir ses duyuluyordu kara kutularda. Karanlık, geleceÄŸin ışığını silip süpürmüş, kimse kimsenin nerde olduÄŸunu, ne yaptığını bilmiyor, kara kutuların gürültüsünden hiçbir ses iÅŸitilmiyordu. Duyu organları çalışmıyordu artık.
“Yardım” mırıltısı bile dökülmedi dudaklardan. Her bir insan bir ordu tarafından kuÅŸatılmıştı. Ne kaçacak bir yer, ne kaçma isteÄŸi vardı. Felç geçirmiÅŸ hasta gibi oracığa yığılı verildi. Suyu çekilmiÅŸ bir ırmağın balıkları gibi bir bir toplanıldı sessizlik içinde. Bu büyük toplumsal ÅŸokun etkisiyle, hapistekiler verilen elektrik ÅŸokunu bile hissetmediler.
Zaman aktı, iki kuÅŸak daha geldi. Televizyonlar renklendi, bilgisayar küreselleÅŸmeyi getirdi, gelen kuÅŸaklar tüketti, tüketti…
78’lilerin destanı yazılmadı, honore edilmedi, sevilmedi. Tam tersine yok sayıldı, üzerine tonlarca kum atıldı. YaÅŸamı zaten hissetmeyen bu kuÅŸak insanları kumları üzerlerinden atmak için silkinmedi bile. Hiçbir ÅŸeyden nefret etmediler, soluk almaktan baÅŸka, hiçbir ÅŸeyden. Ölüm korkusunu bilmeyenler ölümü ister hale geldiler. İdeallerini bile telaffuz etmenin önemi kalmadı.
Anlamsızlık, önemsizlik iliklerine kadar işledi. Öylesine ki, önemli mevkilerde çalışanlar, iyi gelir elde edenler bile kurtaramadılar kendilerini nihilizm çemberinden. İdealsiz yaşamın anlamı yoktu zira. Bu çemberi kırmak için her yol denendi. Kendilerini işe verdiler olmadı, sevmeye çalıştılar olmadı, hatta evlendiler yine olmadı ve boşandılar. Sanatla uğraştılar, en iyileri oldular ama yine olmadı. Olmuyordu işte. Üstelik bu çabalar sorumluluklarını ve zorunluluklarını ikiye katladı. Yaşam çekilmez bir hal almaya başladı.
Kendilerine güveni her şeye rağmen tamdı. İçi çürümüş devasa bir çınar ağacı gibi duruyorlardı. Heybetli görünüşlerinin içini dolduracak sevgiyi bulamıyorlardı bir türlü. Güya sevildiler, zira sevginin içeriği de diğer kavramlar gibi oyulup yapmacıklarla, içtensizlikle, çıkarla doldurulmuştu. İdealleri gibi, gerçek sevgi de yeryüzünü terk etmişti çoktan.
Eski “Ne Yapmalı” eski kitapçıların en olmadık köşelerinde alıcısını bekliyorken yeni “Ne Yapmalı” yazılmadı daha. Yeniden kalemi elinize alacak gücü bulursanız, gelin hep beraber yazalım; “hep beraber” sözcüğünün anlamını unutmamışsak hala.
Gürbüz SEZGİN
anteros59@hotmail.com
"Gürbüz SEZGİN" bütün yazıları için tıklayın...
