ISSN 1308-8483
78 DEPRESYONU / Gürbüz SEZGİN
  Yayın Tarihi: 4.9.2008    


78 DEPRESYONU

İdealleri vardı ve materyalisttiler. Ömürleri boyunca bu çelişkinin acısını çekeceklerini bilmeden yaşama atıldılar. Yoksulluklarına ve yoksunluklarına başkaldırıyorlardı, ölüm korkusunu duymaksızın. Stoacı filozofları taş çıkartırcasına küçümsediler ölümü. Acı hisleri tükenmişti sanki.

75’lerde çoğaldılar ve hala çoğalıyorlardı ve 78 kuşağı oldular. Çoğaldıkları oranda da ölümler, işkenceler, hapisler, soruşturmalar da çoğalıyordu. Tüketim, korku, aşk, eğlence sözcükleri dolaşmıyordu ortalıkta. Kimisi onları hiç bilmedi veya bilinçaltının derinliklerine gömdü. Dillerde dolanan bağımsızlık, devrim, dayanışma, direniş sözcükleriydi. Ölüm bir oyuncaktı ellerinde. Yaşam bütün hızıyla deviniyordu, sokaklar çınlıyordu adeta.

1980 Eylül ayının 12’sinde büyük bir sessizlik oldu. Yaşam durmuştu sanki. Beyinler boşalmıştı; ne bir hareket, ne bir çığlık, ne bir amaç, ne bir düşünce…. Herkes susmuş, sadece kara bir ses duyuluyordu kara kutularda. Karanlık, geleceğin ışığını silip süpürmüş, kimse kimsenin nerde olduğunu, ne yaptığını bilmiyor, kara kutuların gürültüsünden hiçbir ses işitilmiyordu. Duyu organları çalışmıyordu artık.

“Yardım” mırıltısı bile dökülmedi dudaklardan. Her bir insan bir ordu tarafından kuşatılmıştı. Ne kaçacak bir yer, ne kaçma isteği vardı. Felç geçirmiş hasta gibi oracığa yığılı verildi. Suyu çekilmiş bir ırmağın balıkları gibi bir bir toplanıldı sessizlik içinde. Bu büyük toplumsal şokun etkisiyle, hapistekiler verilen elektrik şokunu bile hissetmediler.

Zaman aktı, iki kuşak daha geldi. Televizyonlar renklendi, bilgisayar küreselleşmeyi getirdi, gelen kuşaklar tüketti, tüketti…

78’lilerin destanı yazılmadı, honore edilmedi, sevilmedi. Tam tersine yok sayıldı, üzerine tonlarca kum atıldı. Yaşamı zaten hissetmeyen bu kuşak insanları kumları üzerlerinden atmak için silkinmedi bile. Hiçbir şeyden nefret etmediler, soluk almaktan başka, hiçbir şeyden. Ölüm korkusunu bilmeyenler ölümü ister hale geldiler. İdeallerini bile telaffuz etmenin önemi kalmadı.

Anlamsızlık, önemsizlik iliklerine kadar işledi. Öylesine ki, önemli mevkilerde çalışanlar, iyi gelir elde edenler bile kurtaramadılar kendilerini nihilizm çemberinden. İdealsiz yaşamın anlamı yoktu zira. Bu çemberi kırmak için her yol denendi. Kendilerini işe verdiler olmadı, sevmeye çalıştılar olmadı, hatta evlendiler yine olmadı ve boşandılar. Sanatla uğraştılar, en iyileri oldular ama yine olmadı. Olmuyordu işte. Üstelik bu çabalar sorumluluklarını ve zorunluluklarını ikiye katladı. Yaşam çekilmez bir hal almaya başladı.

Kendilerine güveni her şeye rağmen tamdı. İçi çürümüş devasa bir çınar ağacı gibi duruyorlardı. Heybetli görünüşlerinin içini dolduracak sevgiyi bulamıyorlardı bir türlü. Güya sevildiler, zira sevginin içeriği de diğer kavramlar gibi oyulup yapmacıklarla, içtensizlikle, çıkarla doldurulmuştu. İdealleri gibi, gerçek sevgi de yeryüzünü terk etmişti çoktan.

Eski “Ne Yapmalı” eski kitapçıların en olmadık köşelerinde alıcısını bekliyorken yeni “Ne Yapmalı” yazılmadı daha. Yeniden kalemi elinize alacak gücü bulursanız, gelin hep beraber yazalım; “hep beraber” sözcüğünün anlamını unutmamışsak hala.


Gürbüz SEZGİN

anteros59@hotmail.com


2353










   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)