GELENEKLERE VE TABULARA KELEPÇE TAKAN, İNSANLIĞIN YILMAZ SAVUNUCUSU: VİRGİNA WOOLF / Bedriye KORKANKORKMAZ
Bedriye KORKANKORKMAZ

Bedriye KORKANKORKMAZ

GELENEKLERE VE TABULARA KELEPÇE TAKAN, İNSANLIĞIN YILMAZ SAVUNUCUSU: VİRGİNA WOOLF



Woolf’un Ailesi, ÇocukluÄŸu ve Evlilikten Beklentisi

Kendi yazarını seçmesi okuyucuyu hem aydınlatır hem de derinlemesine bilinçlenmesine yardımcı olur. Bu duygularla yazar Mina Urgan’ın Virginia Woolf incelemesini okudum. Virginia Woolf’un yaÅŸadıklarını, yaÅŸadıklarının onu kiÅŸiliÄŸi ve eserleri üzerindeki yansımalarını derinlemesine anlamadan onun ne yazın dehasına ne de insan yanına yakın olamayacağımı algıladım. 18 bölümden oluÅŸan eseri yazımda 10 konu baÅŸlığıyla deÄŸerlendirdim konular arası geçiÅŸlerdeki dağınıklığı önlemek için. Eseri okurken kendime ÅŸu soruları sordum: “Wollf’un yazın dehasından geriye bize ne kaldı? O’nu günümüz yazarı yapan gerçek nedir? Onu dönemi içerisindeki roman yazarları ile eleÅŸtirmenlerden ayıran baÅŸlıca kiÅŸilik özellikleri nelerdir? Okuyucuya bakışı nasıldır? Niçin benim yazarımdır Virginia Woolf? Bu ve buna benzer soruların izini sürdüm yazarken.

Gördüm ki tıpkı ünlü düşünür Nietzsche gibi o da delilik nöbetleri sayesinde aklının köşe bucaklarını keÅŸfetmiÅŸ. Victoria Çağı’nın önde gelen yazarlarından Sir Leslie Stephen’ın kızı olarak 1822'de Londra’da dünyaya gelmiÅŸ. İlk evliliklerini baÅŸka insanlarla yapan anne ve babasının, ilk eÅŸlerinden olan çocuklarıyla birlikte toplamda beÅŸ çocukları olmuÅŸ. Çocukken erkek kardeÅŸinin cinsel tacizine maruz kaldığı için hayatı boyunca cinsellikten nefret etmiÅŸ; bu nefreti yüreÄŸinden Leonard Woolf gibi mükemmel bir eÅŸ bile silememiÅŸ. Her türlü cinsellikten, ÅŸehvetten ve tutkudan arınmış, bir kadının bir erkekle bir erkeÄŸin de bir kadınla birbirlerinin yaÅŸamına dostluklarıyla anlam kattıkları iliÅŸkidir onun evlilikten beklentisi. EÅŸi kocası deÄŸil; eleÅŸtirmeni olmuÅŸ. EÅŸinin kendisi gibi ünlü bir kadın yazarla tutkulu bir aÅŸk yaÅŸamasını da bu yüzden anlayışla karşılamış. EÅŸi, Virginia’dan hiçbir erkeÄŸe veremeyeceÄŸi ‘kadınlığını’ istediÄŸini sonradan algılamış. Onun parçalanmış ruh hali hayatı boyunca; ne mutlu olmasına ne anne olmasına ne de kendisini tam bir insan gibi hissetmesine izin vermiÅŸ.

Virginia, evin tüm sorumluluÄŸuyla ilgilendiÄŸi için annesinin kırk sekiz yaşında öldüğüne, babasının refah içinde bir hayat sürdürdüğünden yetmiÅŸ iki yaşına kadar yaÅŸadığına, Dictionary of National Biography gibi önemli bir yapıtı ürettiÄŸine, erkek kardeÅŸi Adrian’ın hayatını dünyaya gelmeden mahvettiÄŸine, babasının kendisine köpeÄŸi kadar önem verdiÄŸini belirtmek için, yürüyüşe çıktığında köpeÄŸiyle birlikte kızını da çağırdığına inanmış.

Tıpkı Kafka gibi ömrü boyunca babası ile giriÅŸtiÄŸi içsel çatışmadan kendisini kurtaramamış. İntiharından birkaç ay önce her zaman öfkeden yerden yere vurduÄŸu babası hakkında 22 Aralık 1940’da ÅŸunları yazmış günlüğünde: “Ne kadar güzeldiler onlar, o yaÅŸlı insanlar… Yani babamla annem demek istiyorum. Öyle sade, öyle açık seçik, tedirginlikten öyle uzaktılar ki… Eski mektupların ve babamın anılarının ÅŸurasını burasını okudum. Annemi seviyordu. Ah, öyle saf, öyle aklı başında, öyle saydamdı ki! Onların yaÅŸamı ne kadar huzurlu, hatta ne sevinçli görünüyor bana: Çamur yok, girdaplar yok. Ve öyle insanca ki!)” (s.25).

Woolf’un AsiliÄŸi

Onun asi kiÅŸiliÄŸinin izlerini Kendine Ait Bir Oda ile 1938’de yayımlanan üç denemeden oluÅŸan “Three Guineas” eserlerinde görmek mümkün. Onun feministliÄŸi erkeklerinin riyakârlığı ile bencilliÄŸine baÅŸkaldırıdır bence. Oxford’da 1920 yılında kadınlar kabul edilmiÅŸ üniversiteye. Cambridge de, kadınlara sadece “ titular” denilen türden diplomalar verilmiÅŸ. Bu diplomanın saÄŸladığı hiçbir olanaktan yararlanamıyorlarmış kadınlar. Virginia, aydın bir babanın kızı olarak kendisini babasının zengin kütüphanesinden yararlanarak eÄŸitmiÅŸ, erkek kardeÅŸi Cambridge’de eÄŸitim görmüş. Kadınların özellikle ekonomik olarak 19.yüzyılda bu denli yoksul olmalarına da içerlenmiÅŸ. Bu konuda birçok yanılgısı olduÄŸu gerçek. ÖrneÄŸin, okuyan, yazan ve düşünen kadının kendisine ait bir odası ile geçimini saÄŸlayacak parası olmasını savunmuÅŸ önceleri.1892'de sınıflar ve ırklar arasında ayrımcılık yapıldığı gerçeÄŸini kanıksamış ve insanlığın önündeki en büyük engelin ayrımcılık ve eÅŸitsizlik olduÄŸunu algılamış Virginia.

Woolf’un EleÅŸtirmenliÄŸi

Onun eleÅŸtirmenliÄŸini kiÅŸiliÄŸinden ayrı tutamayız. Mina Urgan, yazarın “The Common Reader’deki ( Ölümünün akabinde "Sıradan Okuyucu" adı altında eÅŸi tarafından kitaplaÅŸmış) eleÅŸtiri yazıları hiçbir roman kaleme almamış olsaydı da onu İngiliz edebiyatının önde gelen yazarı yapardı tespitinde oldukça haklı. Woolf, yirmi üç yaşındayken yazdığı eleÅŸtiri yazılarını ölene dek yazmayı sürdürmüş. Onun Times gazetesinin edebiyat ekindeki, kendi isteÄŸiyle kaleme aldığı yüz elliden fazla eleÅŸtiri yazısı ile denemesi günümüzde de geçerliliÄŸini korumuÅŸ/ koruyacak türden. Woolf: “Sıradan okuyucularla aynı görüşleri paylaÅŸmak beni sevindirir; çünkü edebiyat alanında kimin onurlandırılacağı, sıradan okuyucunun yazınsal önyargılarla bozulmamış olan saÄŸduyusu sayesinde belirlenir genellikle” diyerek eleÅŸtiri yazıları hakkındaki görüşlerini özetlemiÅŸ. (s.60).

Chaucer, Montaigne, Defoe, Addison, Jane Austen, George Eliot gibi ünlü yazarlarla birlikte Duchess of Newcastle, Geraldine Jewsbury, ya da din adamları Woodforde ve John Skinner gibi adı sanı duyulmamış kiÅŸileri inceleyip onlar üzerine denemeler yazmış olması onun eleÅŸtirmenliÄŸi hakkında hatırı sayılır tüyolar vermiÅŸtir bize. Okuyucunun eleÅŸtirmeni Woolf, üniversite eÄŸitimi almadığından kendisini sıradan bir okuyucu olarak algılamış. Alçak gönüllü olduÄŸu kadar akademik eleÅŸtirmenler gibi ukalâ da deÄŸilmiÅŸ. BaÅŸka eleÅŸtirmenlerin yazılarını düzeltmeye kalkmaz, onların yazıları hakkında ahkâm da kesmezmiÅŸ. Ele aldığı yazarları parçalamadığı gibi onlara karşı oldukça hoÅŸgörülü yaklaşırmış. Sistemli ve nesnel bir tutum benimsemediÄŸi için, her okuyucu gibi okuduÄŸu kitap hakkındaki kiÅŸisel izlenimlerini paylaşırmış okuyucuyla. OkurluluÄŸunu ölene dek sürdürmüş yazarla, birçok ortak düşünlerimizden birisi de Rus roman yazarı Dostoyevski hakkındaki deÄŸerlendirmesidir. Avrupalı yazarlar arasında hiçbirinin insan ruhunun karanlık derinliklerine Dostoyevski kadar inmediÄŸini, Dostoyevski’nin okuyucuyu çok derin uçurumların en dibine atıp atıp, sonra da gün ışığına çıkarmasını, her ÅŸeyi ama her ÅŸeyi gerçekten ve anlayışla görmemizi saÄŸlamasını o dönemde Virginia Woolf’tan baÅŸka hiçbir eleÅŸtirmen bu denli derinlemesine kavrayamamış ve bu ÅŸekilde ifade etmemiÅŸtir.

Woolf’un LezbiyenliÄŸi

Yazarın lezbiyen eÄŸilimler besleyen eserlerine dair Mina Urgan’ın çözümlemeleri tekrar tekrar okunacak türdendir. Erkekleri çekilmez yaratıklar olarak algılamış olan yazarın kadının kadınla iliÅŸkisini övdüğünü öğreniyoruz Mrs Dalloway’da. Eserin baÅŸkahramanı, geçliÄŸinde Sally Seton’a âşıkmış. Ve iki kız dudak dudaÄŸa öpüşmüş. Yine “Moments of Being” (Var Olma Anları) öyküsünde de buna benzer bir konuyu ele almış yazar. Öyküde Fanny Wilmott’un piyano öğretmeni Julia Cray’ın lezbiyen eÄŸilimleri beslediÄŸi açıktır. Yazarın cinsel tercihini kadınlardan yana yapmasının bana göre baÅŸat etkeni kadınları erkeklerden daha güvenilir bulmasıdır. Kadınlarda aradığı gerçekten seks ya da cinsel ÅŸehvet deÄŸil; anne ve babasının ona veremediÄŸi sevgidir. Yazar; kendisine emek veren kadına; yani: emeÄŸe âşıktır gerçekte. Tıpkı kendisine büyük bir özveriyle bakan, ondan sevgisini ve ÅŸefkatini esirgememiÅŸ Violet Dickinson’a âşık olduÄŸu gibi. V. Woolf ile Vita Sackville-West’in birbirlerine âşıkmış. İki kadının aÅŸkı Woolf’un eserleri arasında bir baÅŸyapıt deÄŸeri taşıyan “Orlando”ya konu olmuÅŸ.

Modernist Edebiyat ve Woolf

Woolf’ un lezbiyen eÄŸilimler besleyen eserlerinden dolayı onun sadece kadın gerçeÄŸiyle ilgilenmediÄŸini anlamamız için; 1924’te “Mr. Bennett ve Mrs Brown” baÅŸlıklı eleÅŸtiri yazısında insan doÄŸasının deÄŸiÅŸimde milat sayılacak ÅŸu çarpıcı tespiti yaptığını hatırlamamız yeterli: “AÅŸağı yukarı Aralık 1910’da insan doÄŸası deÄŸiÅŸti” (s.63) Yazarın roman sanatında yapmak istediÄŸi/ yaptığı deÄŸiÅŸiklikleri doÄŸru tanımlayabilirsem; onun romanlarını bir baÅŸtan bir baÅŸa kuÅŸatmış olan asi kiÅŸiliÄŸine de yakın olabilirdim. Bu yüzden onun geleneksel yazın anlayışına neden karşı olduÄŸunu merak ettim. Ona göre Modernist yazın anlayışı, yeni biçimden öte var olan tüm kalıpları kırmak, var olan ve var olacak her ÅŸey için yeni bir ifade biçimi bulmaktı. Woolf, Arnold Bennett, Galsworthy ya da Wells gibi dönemin ünlü romancıların gerçekçiliÄŸinin, yaÅŸamın çıplak gerçeklerini yansıtmaktan uzak, basmakalıp, yapay boÅŸ bir gelenek olduÄŸunu ÅŸiddetle savunmuÅŸtu. “Modern Fiction” baÅŸlıklı denemesinde gerçekçi romancılar hakkında ÅŸunları yazmış: “EÄŸer bir yazar bir köle olmayıp, özgür bir insan olsaydı; yazması bekleneni deÄŸil, kendi canının istediÄŸini yazabilseydi; yapıtının temelini herkesçe kabul edilen görüşler üstüne deÄŸil; kendi duydukları üstüne kurabilseydi; ne olaylar örgüsü olurdu, ne komedya, ne tragedya ne de aÅŸk öyküsü” (s.66–67).

Woolf’un Roman Sanatı Serüveni

Woolf’un roman sanatında kendisine özgü bir sanat anlayışı yaratma serüvenini Mina Urgan ayrıntılarıyla okuyucuya paylaÅŸmış. Post –empresyonist ressamların resimde yaptıklarını romanda yapmak, elle tutulur olgular deÄŸil, izlenimleri vermek, kiÅŸi ya da kiÅŸilerin duygu ve düşüncelerine kendi yorumunu eklemeden tüm çıplaklığıyla okuyucuyla paylaÅŸmak; zaman ve mekân içinde geçeni bir bütün olarak vermek; sinema tekniÄŸinden yararlanarak, bir zamandan bir baÅŸka zamana, bir mekândan baÅŸka bir mekâna geçiÅŸ yapmak; yazarın romanı yönetmekten bilinç akışı tekniÄŸi sayesinde kurtarmak; dilin akıcılığının akan bir ırmağın coÅŸkusuyla yarışması; bir baÅŸka yazın türü/ türleri yaratmak için öncelikle yazılacak olan romanların içeriÄŸiyle birlikte tekniÄŸinde de devrim niteliÄŸi taşıyan deÄŸiÅŸiklikler yaratmak; bilinçakışından yararlanarak iç monologun romanını yazmak; romanda toplumsal ve ahlaksal sorunlara deÄŸinmemek; özyaÅŸamı konu alan romanlardan uzak durmak; mümkünse romandan öte ÅŸiir kitabı okuduÄŸunu okura düşündürecek romanlar yazmak olarak özetleyebilirim kendimce onun kendisine özgü roman sanatı algılayışını. Woolf’u geleneksel romancılardan ayıran asiliÄŸinin aynı zamanda onu günümüz yazarı yapan en önemli özelliÄŸi olduÄŸu gerçeÄŸini kim yadsıyabilir?

Woolf’un Kendi Tarzıyla Yazdığı Romanlarından Bazıları

Yazar Mina Urgan eserde Woolf’un romanlarını tek tek çözümlediÄŸi için ben, Wollf’un belli baÅŸlı eserlerine deÄŸineceÄŸim. Mrs. Dalloway, To the Lighthouse, The Waves eserlerinde ne olay örgüsü ne de kronolojik sıralama vardır. Romanın başı, ortası ve sonu planlanarak anlatılmamış. Mrs. Dalloway'de tek bir günün hayata kattığı anlam ya da anlamsızlığı anlatılmış. Åžimdiki ve geçmiÅŸ zaman kipi geçiÅŸleri içindeki an’ı bir bütün olarak bizimle paylaÅŸmış Wollf. Romandaki Clarissa Dalloway, üst sınıftan biri. AkÅŸam vereceÄŸi parti için alışveriÅŸe çıkmış, eski sevgilisiyle görüşmüş, diÄŸer yandan savaÅŸ yüzünden ruh hastası olan bir genç kendini öldürmüş. Woolf'un yazar dehasının büyüklüğü bu tür ayrıntılarda saklı. Kendine ait özgün tarzda yazdığı romanlarından biri de 1927’de yayımlanan To the Lighthouse ( Deniz Feneri) Woolf’un anne ve babasıyla geçen günlerin arkasından yazılan ağıt niteliÄŸi taşır. Bu eserin baÅŸarısında yazarın eseri severek kaleme almasının da etkisi büyük. To the Lighthouse’de Virginia, tıpkı Dostoyevski’nin “Budala” eserinde yarattığı kusursuz kiÅŸiliÄŸi olan Prens MiÅŸkin gibi kusursuz bir diÄŸer kiÅŸiliÄŸe sahip Mrs. Ramsay karakterini yaratmıştır. KiÅŸileri tıpkı Dostoyevski’nin kiÅŸileri kadar sahicidir. Onları sahici insanlar gibi karşımızda duruyorlarmış hissine kapılır okuyucu.

Woolf’un DeliliÄŸi

Düşünüyorum da onun gibi duygulu ve derin duyarlıkları olan bir insan ya tam delirebilirdi ya da tam aklı başında olabilirdi. Ortası yoktu bu işin. Yaşadığı acılardan dolayı beyni eviydi. Bir odadan diğer odaya geçer gibi beyninin diğer hücresine geçmiş. Bir insanın beyninde ne kadar hücre varsa onun da yaşadığı evde o kadar oda vardır. Yüreğine beyninin elinden bir fincan çay içirdiğine yürekten inanıyorum Woolf'un.

Urgan da haklı olarak Virginia’nın en önemli eserlerinden birisinin Mrs. Dalloway olduÄŸunu tespitini yapmış. DeliliÄŸini anlattığı tek eseridir onun. Bence, yazarın bu yürekli atılımıyla hiçbir yeni teknik boy ölçüşemezdi. Delilikle ilgili uÄŸursuzluÄŸu ortadan kaldırmıştır bu cesareti ve dürüstlüğü sayesinde okuyucunun kafasından. Tıpkı ölen birinin mezarından dirilip bize öte dünyanın gizlerini aÅŸikâr etmesi gibi algılanmalıdır Mrs. Dalloway.

Woolf’un İntiharı

Yazarak kendini gerçekleştiren Woolf'un, neden benim yazarım olduğunu algıladım. Zaman kavramı onda sürekli geriye dönük işliyor söz konusu olan anıları ve acıları olduğunda. İçindeki hiçbir yara kabuk bağlamamış. Onun intiharının nedenini de duygu ve düşünce duyarlılığıdır. Sevginin de sevgisizliğin de insan hayatındaki karşılığını bilmesidir. Gelecek duygusunun onda kendi kişisel beklentilerinden öte insanlığa dair beklentilerini karşılamasıdır bire bir. Barbar savaşların, yoksulluğun, ayrımcılığın, riyakârlığın olmadığı uygar ve çağdaş bir dünya özlemidir,..

Woolf’la VedalaÅŸma

Bitip tükenmeyen, yorulup uslanmayan bir duyarlılık ve olaÄŸanüstü naif duygusallığın denizi de deÄŸil; bence okyanusudur Virginia. Kendi gerçeÄŸini yazarken bile kendisine karşı baÅŸ kaldıracak denli kendisini gerçekleÅŸtirmiÅŸ, salt İngiltere’nin deÄŸil; dünya yazınının önde gelen yazarlarından olan Virginia Woolf gerçeÄŸini; bir baÅŸka ışık altında okumak isteyen her yürekli okurun Mina Urgan’ın, Virginia Woolf incelemesini okumalarını öneririm bir okuyucu olarak.


Mina Urgan. Virginia Woolf. İnceleme. Yapı Kredi Yayınları. İstanbul. Sayfa:242.

* Kitaplarla Söyleşi.Camgöz Yayınları. İstanbul. S. 149156.




Bedriye KORKANKORKMAZ




18 Ocak 2012 Çarşamba / 2622 okunma



"Bedriye KORKANKORKMAZ" bütün yazıları için tıklayın...