LONDRA... LONDON... LONDRES
Buraya geleli birkaç gün olmasına rağmen oryantasyonumun bu kadar yüksek olması beni bile şaşırtıyor. Bu şehirle benim aramda bir aşk var. Bunun nedenini iyi ortaya koymalıyım. Birçok Avrupa kentini görmeme rağmen ille de Londra ya da İngiltere dememin mutlaka nedenleri olmalı. Aslında eskiliği ile birçok Avrupa kenti birbirine benziyor. Londra'nın da diğer Avrupa kentlerinden çok farkı yok.
Trafalgar Suqare
Bu yazıya neden bu ismi koyduğumdan söz etmeliyim. Çünkü Londra İngilizlerin değil dünya vatandaşlarının kendine yer bulduğu bir kent. Londra'nın banliyöleri ise İngilizlerin. Bu küçük bir not olsun.
Sürekli gri olduğundan şikayet edilen gökyüzü beni rahatsız etmiyor. Hatta mesafe kültürü olduğu söylenen İngiliz kültürü zaman zaman beni ve İngiliz olmayan herkesi zorlasa da, ben bu ülkeyi kültürüyle birlikte seviyorum.
Londra'nın merkezine trenle yarım saatte gidilen bir yerleşim alanında oturuyorum. Kocaman bahçesi olan bir evde yaşıyorum. Çevredeki tüm evler de böyle... Salon geleneği olmayan bu çok odalı evlerin kocaman pencereleri bahçeye bakıyor.
Yaşadığım evin bahçesi son derece iyi bakılmış bir bahçe.. Evin içine gösterilmeyen özen bahçeye gösterilmiş. Bu duruma birçok evde tanık oldum. İngiliz kültürü gerçekten farklı.. Bu farklılığın nedeninin ada olması ile ilgisi olabilir mi?
Yaşam biçimi ve alışkanlıkların sürdürülmesinde bireysellik esas. Tüm düzenlemeler yaşamı kolaylaştırıyor. Özel yaşamın çok yüceltildiği bu ülkede yalnızlık kaçınılmaz son..
Bu fotoğrafı evin arka bahçesinden çektim. Bu bahçenin baharını düşünemiyorum.
Ben Londra'nın güneydoğusunda West Wickham adlı bir bölgede yaşıyorum. West Wickham bir yerleşim yeri ve oldukça sesiz. Her semtte aynı adla anılan mağazaların olduğu caddeye "High Street" deniliyor. Bu ve buna benzer semtlerde High Street'in yanısıra spor merkezi, kütüphane ve kilise var. Bu bir İngiliz klasiği.. Buradaki yaşam çok İngiliz.. Çok İngiliz tanımının ne olduğunu anlayacaksınız. Yaşam tamamen özen ve kurallar üzerine kurulmuş. İlk etapta cazip gelmesine rağmen bir süre sonra sıkıcı olabilir bizim gibi ülkelerden gelen insanlar için... Her şeye rağmen ben burada yaşamayı seviyorum.
Sanki onların yaşamı sağlıklı besinlerle beslenmeye bizimkini de abur cuburla beslenmeye benzetebilirim. Hangisi daha lezzetli sizce!
İngiliz kültürü kimsenin kimseyle ilgilenmediği bir kültür. Eğer yardım isterseniz ellerini uzatırlar. Talep etmeden yardım ederseniz bunu özel yaşama müdahale olarak algılayabilirler. Bireyselliğe önem verilen bu ülkede ben kendimi daha özgür hissediyorum.
Neredeyse görev tanımlarının dışında kimsenin kimseden beklentisi yok. "Private life" baş tacı ama bunun sonu yalnızlık..
Burada yardım amaçlı çok sayıda mağaza -"Charity shop"- var. İkinci el olan her şey satılıyor. Bu mağazalarda yaşlı insanlar gönüllü olarak çalışıyor. Evde oturma yaşları gelmiş bu insanlar buralarda çalışarak sosyalleşmenin yollarını arıyor. Belki yalnızlıklarına deva olur diye.. Elbette bu benim düşüncem..
Bu kentte sevdiğim şeylerden bir başkası alışveriş sırasında hissettiğim özgürlük duygusu. Her şeye dokunabilir, yere koyabilir, fırlatabilirsiniz. Kimse size "bunu neden yaptınız" diye sormaz. Satın aldığınız bir şeyi hiçbir açıklama yapmaksızın geri verebilirsiniz.
Dün şehir merkezine gittim. Birkaç fotoğraf çektim. Altı yıl öncesinin izlerini sürmeye çalıştım. Çok özlediğimi hissettim. Daha önce hafif bir tedirginlikle gezdiğim yerlerde bu sefer aidiyet duygusuyla dolaştım. Bu da çok hoşuma gitti.
Ben yıllarca kırmızıdan nefret ettim.Şimdi de en çok sevdiğim renk desem yalan olmaz. Londra benim için kırmızı bir kent.. Ona olan sevgimin nedeni bu kırmızı renk olabilir mi?
Çocukluğumdan beri bisikleti çok severim. Onun biçimi çok hoş gelir. Hep farklı bisikletleri biriktirmek istemişimdir. Şimdiye kadar biriktirme şansım olmadı. Elbette küçük olanlarını.. Buraya sevgimin nedeni bisikletin yaşamın bir parçası olması olabilir mi?
Bu renkli kentin "cab" adı verilen taksilerinden söz etmeden olmaz. Görünüşleri ile iç ısıtan taksiler binildiğinde el yakıyor.
Londra bir kültür kenti.. Ben hiçbir yerde bu kadar çok yan yana sinema ve tiyatro görmedim. Müzikaller turistler arasında çok popüler. Bu müzikaller büyük prodüksiyonlar.. Daha önce izleme şansım olmuştu umarım bu sefer de olur.
Benim bu kenti sevmemin nedenlerinden bir başkası renkli sokak sanatçıları olabilir mi?
Her yerden fışkıran mevsimi olmayan renkli çiçekler benim ruh halimi hemen değiştiriyor. Onların benim üzerimdeki etkisi aniden çok sevdiğim bir müziği duymak gibi.. Belki bu kente yakın durmamım nedenlerinden biri olabilir. Evdeki bitkilerime çiçek açtırabilmek için kırk takla atarken bu bolluk çok kıskandırıcı..
Herkesin her istediğini giydiği ve kimsenin dikkatini çekmediği, isteyenin isteyeni protesto ettiği, kolaylıkla hayır denebilen, bu kentte insan kendisini gerçekten iyi hissediyor. Devamı gelecek... :))))
19.Ocak.2012
|