Erol ÇINAR
Sizin hiç babanız öldü mü?
Sizin hiç babanız öldü mü?. Benim öldü. Uzun süren tedavi sonucunda bir sonbahar sabahı bu dünyadan göçtü. Sabaha karşı uykusuzluktan yorgun düştüğüm bir anda kardeşimin dokunmasıyla uyanmıştım. Babamın ölmek üzere olduğunu söyledi. Koşar adımlarla odasına gittim. Gün ağarmak üzereydi. Hastanenin sessizliğinde yalnızca ayak seslerim duyuluyordu. Odasına girdiğimde son nefesini vermek üzereydi. Uyuyor gibiydi. Annemin bir köşede sessizce ağladığını fark ettim. Beyaz çarşaf üzerinde yatıyordu. Nefesini yeni vermişti. Tek bir damla ter, koku olmaksızın, yüzünü acıyla, sıkıntıyla buruşturmadan bizi bırakıp gitmişti. Onu bir daha göremeyecek olmanın üzüntüsünü yüreğimi kanatmıştı. Bana ömrünü veren, beni yetiştiren, emek harcayan insan birkaç dakika önce bu dünyadan ayrılmış, bizi terk etmişti. Onu bir daha göremeyecek olmanın telaşıyla soluk yüzüne uzun uzun baktığımı hatırlıyorum. Gözleri kapalıydı, kulakları belki de söylenenleri işitmiyordu, ağzından tek bir söz çıkmıyordu, ama uzun gövdesi yaşam işlevlerine bağlılığını sürdürüyordu. Dünyadan kopuk, ama içinde, bilinçsiz bir durumdaydı. Ruhu bir başınaydı sanki.
Aslında bir ölümlünün son dakikalarında yanında olmak, onu son haliyle belleÄŸe kazımak bir aciliyet duygusu da içerir. Son anlarını yaÅŸayan insan birazdan ölecek ve onu ne siz ne de bir baÅŸkası bir daha göremeyecektir. GeçmiÅŸ, gelecek, biricik an o andır ve bir kez olmuÅŸ bir daha olmayacaktır. Cezanne “ Dünyanın yaÅŸamından bir dakika geçiyor. Onu olduÄŸu gibi resmedin. ” sözündeki gibi belki resmini çizemedim, fotoÄŸrafını çekmedim ama o son görüntüsünü belleÄŸime kazıdım. Yüzünün topografyasına baktıkça, yüzün kıvrımlarını oluÅŸturan yaÅŸanmışlıkları, deneyimleri duyumsadım. BelleÄŸimde bir iz tutuyordum; onun yüzüyse daha ÅŸimdiden yaÅŸamın bir kaydıydı yalnızca. Onu son kez görüyor olmam bir ayrılık sahnesi ritüelinden baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildi. GörebildiÄŸim her ÅŸeyden geriye yalnızca belleÄŸimdeki bu son görüntüler kaldı.
Hüzünle beraber eksik yaşanmışlıklar olanca ağırlığı ile yüreğimin ortasına oturuverdi birden. Başımdan aşağı ağır bir uyuşukluk süzülüyor. Yüzüm, ellerim usum yapış yapış. Hastaneden çıktığımda etrafıma baktım. Kimse benim ne yaşadığımın farkında bile değildi. Neye yarar dedim, kendi kendime, neye yarar?. Sözcükler yeterlimidir duyguları anlatmaya. Hep eskimiş, yıpranmış, yozlaşmış, yinelene yinelene anlamını yitirmiş sözcükler. Hele konu ölümse, hele konu sevilen birisinin yaşamdan kopması ise hangi sözcük şu an içinde yaşadığım karanlığı dağıtabilir?. Bulunduğum duruma bir nebze olsun ışık düşürür?.
HoÅŸ bir adamdı, aynı oranda renkli ve namuslu. KeÅŸke hep saÄŸlıkla yaÅŸasaydı. Hep benimle olsaydı. KeÅŸke hiç ölmeseydi. Bende kendimi, bu dünyada bir başıma ve sahipsiz kalmış hissetmeseydim. “Baba olmak zordur.” Derdi her zaman. DoÄŸruydu, zor ve çetin. Bir kere katıksız ve koÅŸulsuz seveceksin, ne kadar kızgın olsan da, içsel fırtınalarını dışa vurmaktan kaçınacak, öğretirken öğrenmekten de geri durmayacaksın. Anlayacak ve en önemlisi dinleyeceksin onu sabırla. Gece en az iki kez kalkıp çocuÄŸunu kontrol edeceksin üstü açık kalmış mı diye ve örteceksin usulca saçlarını okÅŸayarak. Hani Can Yücel usta, “Ben en çok babamı sevdim” demiÅŸti ya, iÅŸte ben gerçekten en çok babamı sevdim. Åžimdi yüreÄŸime kilitlediÄŸim sürgün düşlerimde, oÄŸlumla yaÅŸamayı öğreniyorum, aklımda babama ait puslu anılarla.
Ne zormuÅŸ baba ölümü!. Ah... Enver Çınar... Ayrılışından beri o iki harflik sözcüğün, "ah" sözcüğünün içinden neler geldi geçti; Anılar, sevinçler, acılar, dinmek bilmeyen coÅŸkular, endiÅŸeler, umutlar... Bir de sert gibi görünüp de içinde hem sorgulamayı, hem de sonsuz bir duyarlığı, ÅŸefkati, dayanışmayı, insan sıcaklığını barındıran bakışlar. KiÅŸide bir eksilme olur ölüm ile. Bir ÅŸeyler çekilir gider içimizden. Ve ölüm haberleri çoklarımızda hemen özel yaÅŸamı çaÄŸrıştırır, tatlı acı bir sürü anılar tazelenir. Kesik, kopuk görüntüler bize bütün deÄŸerleriyle yalnızca gideni hatırlatmakla kalmaz ve yazık ki birazda kendi gözümüzde kendimizi deÄŸerlendiren ayrıntılar da ortaya çıkar ortaya. “Onu ilk defa…” ya da “ bir gün….” diye anılar anlatılmaya baÅŸlanır. Okunaksız bir el yazısına dönüşür anılar.
Behçet Necatigil’in bir ÅŸiirinde dediÄŸi gibi;
“Ben gidince bir renk uçar/Albümlerinizden/Kendince bir ses erir havada/Bir eksik kalır fotoÄŸraflarda/Ama gene olurum aranızda /Sizinle kendimi sayarak/Bende varım hala boÅŸlukta/Bir dayanak aramalarınızda”
Günler hızla akıp gidiyor. YaÅŸam sıradanlığı ile devam ediyor. Acılar birbirini kovalıyor, ölüm haberleri içinde yaşıyoruz. Ölüm hepimizin yanı başında. Bir gün gelecek en sevdiÄŸiniz kiÅŸinin artık bu dünyadan koptuÄŸunu göreceÄŸiz. Bu iÅŸ böyle kurtuluÅŸ yok. Çeker gider tek başına insan. Çevresinde eÅŸi, çocukları, dostları da olsa yine yalnız gidilir sonsuzluÄŸa. Ölüm tek başına yaÅŸanır her zaman. Bazen bir doÄŸum haberi, bir düğün, bir ÅŸenlik, her hangi bir sevinçli haber ve yüreÄŸimizde, yüzümüzde kahkahalar, sarılıp kucaklıyoruz birbirimizi. O an sanki ölüm yokmuÅŸ, hiç ölünmeyecekmiÅŸ gibi sımsıkı yapışıveriyoruz yaÅŸama. “Aslolan hayattır / Beni unutma Hatçem” diyen ÅŸairin umudunu benimseyiveriyoruz. Ölümler ve oyunlar arasında yaÅŸam devam ediyor iÅŸte.
Sonra bir gün ölüm gerçeği ile karşılaşırız. Hep düşünmüşümdür insan ölümün eşiğindeyken neler düşünür. Hangi yaşta olursa olsun, yaşamı terk etmeyi zamansız mı bulur?. Ölüm herkes için erken midir?. İnsan ne kadar yaşlı olursa olsun neden ben diye sorar, kendisine acır mı?. Bir daha dönemeyecek olmak, yaşam denilen harika şeyin içinde olamamak çok mu zor gelir?. Sevdiklerini bir daha göremeyecek olmak onlardan ayrılmak insanın yüreğini burkar mı?. Çaresizce yok olmayı kabullenmek, adını koyamayacağım bir sızı gibi kuytuluklarında sessizce yol mu alır?. Daha yapman gereken işler, görmen gereken yerler var diye mi düşünür?. Niye bu kadar erken deyip hayıflanır mı insan, yoksa oh be kurtuluyorum yüklerimden deyip sevinir mi?. Bilemiyorum. Babam ne düşünmüştü acaba ölmeden önce?. Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğim.
Sizin hiç babanız öldü mü?, insanın içini acıtan cümle. "Sizin hiç babanız öldü mü? / benim bir kere öldü kör oldum" diye başlayan ve devamını okumaktan her zaman korktuğum bir şiiri vardır Cemal Süreyya'nın. Artık okumama gerek kalmadı, çünkü devamını şimdi ben de biliyorum.
“Sizin hiç babanız öldü mü?/ Benim bir kere öldü, kör oldum.Yıkadılar, aldılar, götürdüler / Babamdan ummazdım bunu kör oldum./……….”
Erol ÇINAR
erol.cinar@doruk.net.tr
Sizin hiç babanız öldü mü?. Benim öldü. Uzun süren tedavi sonucunda bir sonbahar sabahı bu dünyadan göçtü. Sabaha karşı uykusuzluktan yorgun düştüğüm bir anda kardeşimin dokunmasıyla uyanmıştım. Babamın ölmek üzere olduğunu söyledi. Koşar adımlarla odasına gittim. Gün ağarmak üzereydi. Hastanenin sessizliğinde yalnızca ayak seslerim duyuluyordu. Odasına girdiğimde son nefesini vermek üzereydi. Uyuyor gibiydi. Annemin bir köşede sessizce ağladığını fark ettim. Beyaz çarşaf üzerinde yatıyordu. Nefesini yeni vermişti. Tek bir damla ter, koku olmaksızın, yüzünü acıyla, sıkıntıyla buruşturmadan bizi bırakıp gitmişti. Onu bir daha göremeyecek olmanın üzüntüsünü yüreğimi kanatmıştı. Bana ömrünü veren, beni yetiştiren, emek harcayan insan birkaç dakika önce bu dünyadan ayrılmış, bizi terk etmişti. Onu bir daha göremeyecek olmanın telaşıyla soluk yüzüne uzun uzun baktığımı hatırlıyorum. Gözleri kapalıydı, kulakları belki de söylenenleri işitmiyordu, ağzından tek bir söz çıkmıyordu, ama uzun gövdesi yaşam işlevlerine bağlılığını sürdürüyordu. Dünyadan kopuk, ama içinde, bilinçsiz bir durumdaydı. Ruhu bir başınaydı sanki.
Aslında bir ölümlünün son dakikalarında yanında olmak, onu son haliyle belleÄŸe kazımak bir aciliyet duygusu da içerir. Son anlarını yaÅŸayan insan birazdan ölecek ve onu ne siz ne de bir baÅŸkası bir daha göremeyecektir. GeçmiÅŸ, gelecek, biricik an o andır ve bir kez olmuÅŸ bir daha olmayacaktır. Cezanne “ Dünyanın yaÅŸamından bir dakika geçiyor. Onu olduÄŸu gibi resmedin. ” sözündeki gibi belki resmini çizemedim, fotoÄŸrafını çekmedim ama o son görüntüsünü belleÄŸime kazıdım. Yüzünün topografyasına baktıkça, yüzün kıvrımlarını oluÅŸturan yaÅŸanmışlıkları, deneyimleri duyumsadım. BelleÄŸimde bir iz tutuyordum; onun yüzüyse daha ÅŸimdiden yaÅŸamın bir kaydıydı yalnızca. Onu son kez görüyor olmam bir ayrılık sahnesi ritüelinden baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildi. GörebildiÄŸim her ÅŸeyden geriye yalnızca belleÄŸimdeki bu son görüntüler kaldı.
Hüzünle beraber eksik yaşanmışlıklar olanca ağırlığı ile yüreğimin ortasına oturuverdi birden. Başımdan aşağı ağır bir uyuşukluk süzülüyor. Yüzüm, ellerim usum yapış yapış. Hastaneden çıktığımda etrafıma baktım. Kimse benim ne yaşadığımın farkında bile değildi. Neye yarar dedim, kendi kendime, neye yarar?. Sözcükler yeterlimidir duyguları anlatmaya. Hep eskimiş, yıpranmış, yozlaşmış, yinelene yinelene anlamını yitirmiş sözcükler. Hele konu ölümse, hele konu sevilen birisinin yaşamdan kopması ise hangi sözcük şu an içinde yaşadığım karanlığı dağıtabilir?. Bulunduğum duruma bir nebze olsun ışık düşürür?.
HoÅŸ bir adamdı, aynı oranda renkli ve namuslu. KeÅŸke hep saÄŸlıkla yaÅŸasaydı. Hep benimle olsaydı. KeÅŸke hiç ölmeseydi. Bende kendimi, bu dünyada bir başıma ve sahipsiz kalmış hissetmeseydim. “Baba olmak zordur.” Derdi her zaman. DoÄŸruydu, zor ve çetin. Bir kere katıksız ve koÅŸulsuz seveceksin, ne kadar kızgın olsan da, içsel fırtınalarını dışa vurmaktan kaçınacak, öğretirken öğrenmekten de geri durmayacaksın. Anlayacak ve en önemlisi dinleyeceksin onu sabırla. Gece en az iki kez kalkıp çocuÄŸunu kontrol edeceksin üstü açık kalmış mı diye ve örteceksin usulca saçlarını okÅŸayarak. Hani Can Yücel usta, “Ben en çok babamı sevdim” demiÅŸti ya, iÅŸte ben gerçekten en çok babamı sevdim. Åžimdi yüreÄŸime kilitlediÄŸim sürgün düşlerimde, oÄŸlumla yaÅŸamayı öğreniyorum, aklımda babama ait puslu anılarla.
Ne zormuÅŸ baba ölümü!. Ah... Enver Çınar... Ayrılışından beri o iki harflik sözcüğün, "ah" sözcüğünün içinden neler geldi geçti; Anılar, sevinçler, acılar, dinmek bilmeyen coÅŸkular, endiÅŸeler, umutlar... Bir de sert gibi görünüp de içinde hem sorgulamayı, hem de sonsuz bir duyarlığı, ÅŸefkati, dayanışmayı, insan sıcaklığını barındıran bakışlar. KiÅŸide bir eksilme olur ölüm ile. Bir ÅŸeyler çekilir gider içimizden. Ve ölüm haberleri çoklarımızda hemen özel yaÅŸamı çaÄŸrıştırır, tatlı acı bir sürü anılar tazelenir. Kesik, kopuk görüntüler bize bütün deÄŸerleriyle yalnızca gideni hatırlatmakla kalmaz ve yazık ki birazda kendi gözümüzde kendimizi deÄŸerlendiren ayrıntılar da ortaya çıkar ortaya. “Onu ilk defa…” ya da “ bir gün….” diye anılar anlatılmaya baÅŸlanır. Okunaksız bir el yazısına dönüşür anılar.
Behçet Necatigil’in bir ÅŸiirinde dediÄŸi gibi;
“Ben gidince bir renk uçar/Albümlerinizden/Kendince bir ses erir havada/Bir eksik kalır fotoÄŸraflarda/Ama gene olurum aranızda /Sizinle kendimi sayarak/Bende varım hala boÅŸlukta/Bir dayanak aramalarınızda”
Günler hızla akıp gidiyor. YaÅŸam sıradanlığı ile devam ediyor. Acılar birbirini kovalıyor, ölüm haberleri içinde yaşıyoruz. Ölüm hepimizin yanı başında. Bir gün gelecek en sevdiÄŸiniz kiÅŸinin artık bu dünyadan koptuÄŸunu göreceÄŸiz. Bu iÅŸ böyle kurtuluÅŸ yok. Çeker gider tek başına insan. Çevresinde eÅŸi, çocukları, dostları da olsa yine yalnız gidilir sonsuzluÄŸa. Ölüm tek başına yaÅŸanır her zaman. Bazen bir doÄŸum haberi, bir düğün, bir ÅŸenlik, her hangi bir sevinçli haber ve yüreÄŸimizde, yüzümüzde kahkahalar, sarılıp kucaklıyoruz birbirimizi. O an sanki ölüm yokmuÅŸ, hiç ölünmeyecekmiÅŸ gibi sımsıkı yapışıveriyoruz yaÅŸama. “Aslolan hayattır / Beni unutma Hatçem” diyen ÅŸairin umudunu benimseyiveriyoruz. Ölümler ve oyunlar arasında yaÅŸam devam ediyor iÅŸte.
Sonra bir gün ölüm gerçeği ile karşılaşırız. Hep düşünmüşümdür insan ölümün eşiğindeyken neler düşünür. Hangi yaşta olursa olsun, yaşamı terk etmeyi zamansız mı bulur?. Ölüm herkes için erken midir?. İnsan ne kadar yaşlı olursa olsun neden ben diye sorar, kendisine acır mı?. Bir daha dönemeyecek olmak, yaşam denilen harika şeyin içinde olamamak çok mu zor gelir?. Sevdiklerini bir daha göremeyecek olmak onlardan ayrılmak insanın yüreğini burkar mı?. Çaresizce yok olmayı kabullenmek, adını koyamayacağım bir sızı gibi kuytuluklarında sessizce yol mu alır?. Daha yapman gereken işler, görmen gereken yerler var diye mi düşünür?. Niye bu kadar erken deyip hayıflanır mı insan, yoksa oh be kurtuluyorum yüklerimden deyip sevinir mi?. Bilemiyorum. Babam ne düşünmüştü acaba ölmeden önce?. Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğim.
Sizin hiç babanız öldü mü?, insanın içini acıtan cümle. "Sizin hiç babanız öldü mü? / benim bir kere öldü kör oldum" diye başlayan ve devamını okumaktan her zaman korktuğum bir şiiri vardır Cemal Süreyya'nın. Artık okumama gerek kalmadı, çünkü devamını şimdi ben de biliyorum.
“Sizin hiç babanız öldü mü?/ Benim bir kere öldü, kör oldum.Yıkadılar, aldılar, götürdüler / Babamdan ummazdım bunu kör oldum./……….”
Erol ÇINAR
erol.cinar@doruk.net.tr
"Erol ÇINAR" bütün yazıları için tıklayın...
