Kamera ve Yönetim
İnsanlar için en ideal düzen, onların en mutlu olduğu düzendir. A. Camus
İnsanların toplu halde yaşamaya başlamaları ile beraber, düzen ihtiyacı da kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Bu düzeni sağlama, bir lider gereksinimini doğurmuştur. En küçük topluluk olan ailede düzeni sağlama görevi en güçlü olan kişi tarafından yerine getirilmiştir. Bu kişi de çoğunlukla daha güçlü fiziksel yapıya sahip olan erkektir. Tabii fiziksel güç zamanla yerini ekonomik güce bırakmışsa da, erkek liderliği günümüzde de hüküm sürmektedir. Topluluk büyüdükçe babanın görevi, şef’e, reis’e, kral’a geçmiştir. Daha sonra peygamberler siyasi lider olarak sahneye çıkmışlardır. Günümüzde demokrasi adı altında gene liderlerin etkisi hüküm sürmektedir. Tek fark liderlerin işbaşına gelme yöntemlerinin farklılığı olmuştur. Görüleceği üzere toplumlar daima yönetilmeye muhtaçtır. Yani lider, adına ne derseniz deyin, her zaman gereklidir.
Bir toplumu yönetebilmek, kontrol altında tutabilmek amacı ile konulan kuralların, ne ölçüde uygulandığının tespiti hayati önem taşımaktadır. Eskiden insan gözü ile yapılan kontrol, günümüzde teknoloji ile daha kolay yapılabilir hale gelmiştir. Her yerde kameralar, bilgisayarlar, uydular tarafından tüm toplum adeta gözetlenmektedir. İnsanlar bir güç tarafından devamlı gözetlendiği, yaptıklarının kaydedildiği korkusu ile kurallara uymaya zorlanmaktadır. Bu kamera sistemi, ilahi güç için de geçerlidir. İlahi gücün her nefes alışımızı, her anımızı dahi kaydetmekte olduğuna inanıyoruz.
Şöyle bir düşünce talimi yapalım beraberce. Ülkede tüm kamera sisteminin, tüm güvenlik güçlerinin 24 saat devre dışı kaldığını varsayalım. Veya tüm kontrol, polisiye hizmetlerin 24 saat greve gidecekleri duyurulsa, ne olur? Sanırım hepimizin ortak kanaati, soygun, cinayet, yağma... aklınıza gelebilecek her türlü kötülüğün tavan yapacağıdır. Nitekim, sanırım 1965 yılında Kanada’da polislerin yaptığı bir günlük grev sırasında Kanada tarihinde görülmemiş derecede banka, market, kişi soygunları, tecavüz ve insan öldürme olayları gerçekleşmiştir. Aynı örneği günümüzde deprem felaketinin yaşandığı Haiti’de görmekteyiz. 1999 Gölcük depreminde de yağma için başka bölgelerden oraya otobüslerle gidenleri hepimiz biliyoruz. Fazla uzağa gitmeye gerek yok 2009 senesinde İstanbul’da yaşanan sel felaketinde de yağma olaylarını gözlemlemedik mi? 2011 yılında Tunus ve Mısır’da gözlemlenen ayaklanmalar -nedeni ve sonucu ne olursa olsun- yağma, öldürme ve tecavüzleri de beraberinde taşımıştır. Zaten kontrolsüzlük bu tür olayların doğal bir nedenidir, başka türlü olması da beklenmemelidir.
Tüm bunların bize öğrettiği insanların şu veya bu şekilde bir güç tarafından kontrol altında tutulması gerektiğidir. Hiçbir güç tarafından kontrol edilmediğini bilse dahi, insanoğlunun, onuruna yakışır bir davranış göstermesi, onun yaratılmışlar içersindeki “en şerefli mahluk” olma özelliğini çok açık bir şekilde yansıtmaz mıydı? Ne yazık ki, insanoğlu kendisine bahşedilen bu şerefli onura sahip çıkamamış görüntüsü içerisindedir. Şöyle veya böyle bir güç tarafından kontrol edilme zaafı içerisindedirler.
Tarih boyunca yöneticiler, dini inanışları, maalesef, bir nevi kolluk kuvveti gibi / olarak kullanma cesaretini ve pervasızlığını göstermişlerdir. Liderler tüm bireyleri tek tek kontrol edemeyeceklerini hissettikleri zaman, başka bir strateji geliştirmek zorunda kalmışlardır. Binlerce kamera sisteminden çok daha kolay, basit ve de ucuz başka bir yöntem geliştirmişlerdir. Eski dönemlerde teknolojik olanakların çok kısıtlı olması nedeniyle, yöneticilerin bulduğu bu muhteşem yöntem de, bu işlevi ilahi bir güce bağlamak; bu yolla konumlarını güçlendirmektir. Dikkat edilirse bu yönetim tarzında, ya yönetici aynı zamanda ilahi güçtür, ya da, ilahi güç hep yöneticinin tarafındadır nedense. İlahi güç, sonsuz gücü ile her bireyi kontrol etme becerisine sahiptir. Şimdi yapılması gereken, ilahi gücün istekleri ile, yöneticilerimizin isteklerinin çakışmasıdır. Bu husus çok titiz bir şekilde yerine getirilir tüm inanışlar tarafından. Tabii yöneticiler arasındaki çekişme, üstünlük mücadelesinin, inanışlar arasında çatışmalara yol açması kadar doğal bir şey yoktur. Tarih bunun sayısız örnekleri ile dolu değil midir.
Tüm bunlara rağmen, insanoğlu, göksel bir kamera tarafından izlendiği inancına muhtaçtır. Başka bir deyişle, insanoğlu bir yaratıcıya inanmak zorundadır. İlahi gücün izlemesi sonucunda, insanoğlunun mükafatlandırılması veya cezalandırılması, diğer bir deyişle cennet ve cehennem olgusu da bu yaklaşımı açıklamıyor mu? Mükafat ve ceza, bunun sonucunda da cennet, cehennem kavramlarını kaldırın, dinsel inanışların iyice zayıflayacağından veya kendiliğinden yok olacağını söyleyebiliriz sanırım. Veya bu yaklaşım tarzının tam tersi de düşünülebilir
syalcin50@yahoo.com
|