Moskof Taife
Dün rahmetli babaannemin doğumgünüydü.
10 Şubat 1927.
Türkiye’de Cumhuriyet devrimi yaşanırken o başka toprakların devrimi üzerine doğmuş, çarşafı bilmemiş, bazen eşarp takmış da olsa “başı açık”, yeni dünyaya meraklı, sinemayı seven, sonra sonra televizyona alışan, lüksü seven, hareketli, heyecanlı, tezcanlı, biraz sağı solu belli olmayan, dedikoduda pek zarar görmeyen, enfes burma baklava ve su böreği açan, balık etli, ufak tefek, sarı tombul bir Of – Moskof meleziydi o.
Babaannemin Rusya’da, Moskova’ya yakın bir kasabada doğduğunu bilirdim. Rivayet odur ki 1933’te ya da belki biraz daha sonra da sınırdan son kez Türkiye’ye geçtiklerini. Blinciki ve borç (çorbası/yemeği) severdi. Son yıllarında, Türkiye’de doğan tek kız kardeşi olan Melek teyzemize “Meleeek, bir borç pişirsene” diye seslenişi kulağımdadır.
Ara sıra kız kardeşleriyle Rusça laflardı babaannem. Kendisi gibi Rusya’da doğan ortanca kız kardeşinin kocası da Rus göçmeniydi. Epeyce yaşlılığından tanırdım onu. Daha doğrusu ben çocukken herkes bana yaşlı, çok yaşlı görünürdü. Adamcağız ağır işitirdi. Söyleneni anlamadığında onunla Rusça konuşurlardı. Nasıl olurdu da Rusça konuşulduğunda işitirdi, anlamazdım. Hele ki fıkralar! Türkçe anlatıldığında fıkraya hiç tepki vermeyen adam, Meryem teyze ona bir kez de Rusça anlattığında basardı kahkahasını!
Babaannem ve kız kardeşleri onlarca sene sonra bile, bir daha hiç görmedikleri o toprakların dilini nasıl oluyor da konuşabiliyorlardı, o zamanlar hiç düşünmemiştim. Aklım erip de düşünmeye başladığımda, başlarda çözememiştim bu durumu. Fakat bugün tahminimce ve büyük olasılıkla, anneleri sayesinde Rusça’yı unutmamış olmalarıdır. Eski bir yazımda bahsetmiştim babaannemin annesi Nadya’dan. Nerede yaşadığından, Trabzonlu kocasıyla nasıl tanıştığından, nasıl evlendiklerinden...
Aslında bu kısıtlı bilişlerim, hep babamın kendi dayısından dinleyip aktardıklarından ibaret. Çocukken, babaannemle hiç konuşmamıştım bu konuları. Şimdi aklıma geldikçe çok merak ettiğim şeyler var, ama asla sorup öğrenemeyeceğim. Büyük dayımız henüz sağ, ama dimağı olmuşları ne kadar berrak aktarabilecek kuvvettedir, bilinmez.
Babaannem aklıma geldikçe, onun şimdi kim bilir Rusya’nın ya da dünyanın neresinde yaşayan kuzenlerini düşünmeden edemiyorum. Babaannemin teyzeleri, dayıları varmış. Eh anneannesiyle dedesi de vardı elbet. O teyzelerin, dayıların çocukları… Bir yerde babamın ve haliyle benim kuzenlerimiz. Kim bilir neredeler, ne yaparlar, nasıl yaşarlar?
Çarşamba’dan beri annemlerdeyiz oğlum Ege’yle. Babaannemin doğumgününün 10 Şubat olduğunu, dün kahvaltı sofrasında babamdan öğrendim. “Annemin doğumgünü bugün” dedi. Gözleri dolu muydu, göremedim pek. Sonra babaannemle dedemin evlilik cüzdanlarını çıkarttı, gösterdi.
“Bin dokuz yüz kırk üç senesi 2’nci teşrin ayının yirmi dokuzuncu günü hüviyetleri bu deftere yazılı…”
İkinci teşrin… Yani Teşrin-i Sânî… Yani Kasım ayı… Demek babaannemle dedemin evlilik yıldönümleri 29 Kasım’mış. Hiç bilmedik. Dedemi ben çok küçükken kaybettik. O yüzden herhangi bir kutlamaya şahit olamazdım elbet. Ancak babaannem 29 Kasımlarda herhangi özel bir şey yapar mıydı ya da özel olduğunu bize söylemese bu günü kendince anar mıydı, hiç ama hiç bilmiyorum.
Artık bu evlilik cüzdanı sayesinde bilebildiğim üç şey var; evlilik yıldönümleri, babaannemin doğumgünü, bir de dedemin Rumî 1330, yani Miladî 1914 senesinde bir ayın üçünde doğduğu. Osmanlı İmparatorluğu’nun son savaşına doğmuş, İstiklâl Savaşı’nda büyümüş ve Cumhuriyet’in kuruluşuna tanıklık etmiş bu adamın doğumunun ay hanesini okuyamadım.
Yazık; kişisel sözlü tarihinizi zamanında ilk kaynaklardan dinleyip, not almadığınızda bu geçkin evraklar kıymetli oluyor. Neyse ki eskiden böyle nesneler daha sağlam malzemelerden yapılıyormuş. Bu sayede günümüze dek çok hırpalanmadan varlıklarını koruyabiliyorlar. Bugün kendi evlilik cüzdanımıza bakıyorum da malzemesi yıpranmaya, kıvrılıp bükülmeye nasıl müsait! Günümüz evlilikleri de cüzdanları gibi zahir!
Dilerim, göçmen Taife’nin griye çalan yeşil kaplı defteri gibi sağlam duracaktır bizim evliliğimiz… Ve biz Ege’ye ayrıntıları billurlaşmış bir aile tarihçesi emanet edebiliriz.
“Kraliyet soyundan mısınız mübarek?” diyenleri duyar gibiyim. Ancak aile her nereden gelirse gelsin, geçmişini tanıyıp, benimsedikçe bir olabiliyor. Zaten yeryüzünde birer toz zerresi kadarken her birimiz, hiç olmazsa evvelimizi bilmek, bizi güne bir nebze daha sıkı bağlar gibi…
Neyse… Nerden nereye… Hiçbirini demedim say. Doğumgünün kutlu olsun Taaaayif!*
*Dedem, babaanneme böyle seslenirmiş. Ben çocukken büyük halamın oğlu da babaanneme böyle seslenerek takılırdı. O zamanlardan kalmıştır aklımda bu sesleniş.
bal@karafakiden.com
www.karafakiden.com
|