Karamsarlık + Kararsızlık = Kabulleniş
Kabul etmek, “bir şeye isteyerek razı olmak” der sözlükte. Kabulleniş ise bir şeyi OLDUĞU gibi kabul etmek, hatta teslim olmak anlamına geliyor.
Savaşta iki elini kaldırır, düşmana teslim olur asker. Ölmekten önceki son duraktır. Belki de kendisi ile hesaplaşmamıştır bu kararı vermeden önce. Bir başkasını öldürmeye de karar vererek savaşa katılmamıştır. Gönüllü değildir ama bu da kabulleniştir.
Üstünde durmak istediğim günümüzdeki toplumsal kabulleniş.
Ülkemizde gördüğümüz, duyduğumuz kabullenişleri belki hayretle izleyebiliyoruz. Birkaç köşe yazarının, “halkım teslim olma!” diye yalvarmalarını, çırpınışlar diye değerlendiriyorum. Çünkü bir kişinin kabullenişi önce iç dünyasında başlar. Zaten gücü kalmadığı, “değiştirmekten” umudunu kestiği için, teslim olmaktadır. Olanı olduğu gibi kabullenmektedir.
Eğer, dış dünya ile uyum sağlamazsa deyim yerindeyse “iyot gibi açığa çıkacaktır.” Geçmişte tepki duyduğu olaylar daha da kötüye gitse bile, onlardan “iyi” şeyler çıkarmaya çalışır. En çok duyduğum bir söz “şükret, daha kötüsü olabilirdi.” Neden daha iyisini değil de kötüsünü düşünüyoruz önce.
Bu kötümser ve haklı olarak kararsız kişinin yardımına koşacak Partiler, Sivil Toplum örgütleri olmalıdır. Kuruluş amaçları zaten budur. Kişi tepkisini ortaya koyarken arkasına baktığında göreceği, güveneceği bir insan topluluğudur. Hatta onun dertlerini dile getirdiğinde, tek başına kalmaması için bu örgütler onun ve onun gibi düşünenlerin öncüsü, sözcüsü olmalıdır. Bugünlerde, “kafası tamamen karışmış” kişinin gözünün önünde, bire bir yaşadığı sorunlar vardır. Hem de yüzlerce: Ekmeğin gramajının küçültüldüğü ancak fiyatının değişmediği; Eczacı ile hükümet arasındaki itiş kakışın hastaları etkilediği; Emeklilerin aylıklarının artırılmadığı; Öğrencilerin ve öğretmenlerin çaresizliği; Benzin fiyatının sürekli arttığı; Gıda skandalları. En yenisi sütlerdeki hileler. Elektrik ödemelerindeki kazıklamalar. Kesintisiz(!?) eğitim.
Tek tek saymaya gerek yok. Bireyler, yaşam koşullarının derinden etkilendiğini biliyorlar ancak “şükredelim daha kötüsü olmasın” diye düşünüyorlar. Ya da bir nefes alıp “hakkımızda hayırlısı olsun” diyor.
O zaman bu haksızlıkları göstermek için partiler ve sivil toplum örgütleri, bu “can alıcı” konularda sürekli bilgilendirme, uyandırma toplantıları yapmalılar. Üyesi olsun olmasın kişilere “bak biz buradayız” demeliler. Ancak, ne yazık ki onlar da “kabulleniş” modundalar. Neden? Devrim yapmayacaklar, açlık grevine girmeyecekler, taşkınlık yapmayacaklar. Etkinliklerle, sorulması gerekenleri ortaya çıkaracaklar. Doğru yanıtları bulacaklar. Ancak bu şekilde kişilerin, iç dünyasının demir kapısını açmaya başlarlar. Yoksa bu sorunlar, onlar için “uğraşmaya” değmiyor mu? Nedir bu teslimiyetçilik?
Mecliste, parti genel başkanının konuşmalarını dinlemek artık hiç de inandırıcı gelmiyor. Yukarıda söylenenlerle tabandaki uygulamalar çok farklı. Peki, piramidin en altı ne yapıyor? Kendilerine bu soruyu bir sorsalar, evet soru sorsalar, pasiflikten kurtulacaklar.
Sadece tepeden aşağıya “fetva” mı geliyor? Doğrusu, aşağıdan yukarıya bir iletişim değil mi? Günümüzde katı kuralcılığın dışına çıkmak, kabuğunu kırmak gerekiyor. Seçilenin seçene karşı görevi olduğu göz ardı ediliyor.
Teknoloji ilerledikçe de üyelerle, duygudaşlarla yüz yüze konuşmak çok zor geliyor anlaşılan.
Yaşasın SMS, yaşasın facebook, twitter, yaşasın e-posta. Gönder kısa mesajı. “Üyelerimle iletişim kuruyorum de!” (Sen öyle zannet!) Bu uygulamanın ve üyeleriyle haşır neşir olmayan yöneticilerin, ilçelerden başlayarak tepeye kadar, hemen değiştirilmesi gerekir.
“Durum bu Hocam, yapacak bir şey yok!”
Çok yakında, yaşadığım “endişeli” dakikaları, burada anlatmadan geçmeyeceğim.
Bir kanalda, tüzük meselesi üzerine CHP’nin kıdemli bir üyesi ve eski milletvekilinin (şimdi muhalif) sorulara verdiği yanıtlar sırasında yüz ifadesinden, genel başkan ve öteki üyeleri küçümser sözlerinden, salt ben biliyorum havasından, parmağını sallayarak konuşmasından irkildim, hem de çok huzursuz oldum. Konuşma bitince: “iyi ki bunlar artık yoklar” diye düşündüm.
Not: Bugün tüzük kurultayında, beni yerimden hoplatan Kadın kotasının yükseltilmesiydi.
Haydi tozlu rafları temizleyin, işe koyulun!!!
|