İnsanlığın Kütüphanesinde Hayatı Eser Olan Arthur Rimbaud / Bedriye KORKANKORKMAZ
Bedriye KORKANKORKMAZ

Bedriye KORKANKORKMAZ

İnsanlığın Kütüphanesinde Hayatı Eser Olan Arthur Rimbaud



Henry Miller’in, Rimbaud Ya da Büyük İsyan kitabını ile Stefan Zweig'ın Yarının Tarihi eserinde yer alan “Arthur Rimbaud” denemesini okudum. Yazına ve insanlığın kütüphanesine birbirinden deÄŸerli eserler bırakan bu iki sanat dehası, Arthur Rimbaud’nun kiÅŸiliÄŸi ile yaÅŸam algılayışını ifade ediÅŸ biçimlerini karşılaÅŸtırma ve üzerinde düşünce üretme olanağını verdi bana. Benim için her iki esere de deÄŸer katan, bu birbirinden deÄŸerli üç dehanın içgüdülerine, duygularına, düşüncelerine, hayatı ve sanatı algılayış biçimlerine ayrı ayrı tanıklık etme olanağını bulmam. Benzer acıların ve ortak yaÅŸamların insanları birbirine yaklaÅŸtırdıklarının doÄŸruluÄŸunu Miller’in ünlü ÅŸairin hayatıyla kurduÄŸu yakınlıktan anlıyorum. Böhme’nin: “Kendimi okuduÄŸumda, Tanrı’nın kitabını okuyorum ve siz kardeÅŸlerim benim kendimi okuduÄŸum alfabemsiniz, çünkü tinim ve istencim kendimde sizi buluyor. Sizin de aynı ÅŸekilde beni bulmanızı tüm yüreÄŸimle isterdim” (s.77, Rimbaud Ya da Büyük İsyan”) dediÄŸi gibi, H.Miller da, kendi tininin alfabesini A.Rimbaud’da buluyor ve kitabında da bu düşüncenin altını ısrarla çiziyor. Miller, tıpkı ozan gibi kendisinin de annesi yüzünden acılar çektiÄŸini, doÄŸduÄŸu kenti terk ettiÄŸini belirtiyor. Ünlü ozan hakkında kaleme alınmış diÄŸer yapıtlar içinde kendi yazdığı yapıtın farklılığını A.Rimbaud ile benzer duygu ve düşüncenin insanları oluÅŸuna baÄŸlıyor. Haklı da.

20 Ekim 1854 yılında Fransa’nın kuzeyinde Ardenler bölgesi sınırlarında Charleville kasabasında dünyaya geliyor ÅŸair. Åžiirin kaderini deÄŸiÅŸtiren Arthur Rimbaud, subay olan babasının terk ettiÄŸi annesi ve kardeÅŸleriyle büyüyor. Annesi Vitalie Cuif, varlıklı bir ailenin çocuÄŸudur. Rimbaud’nun üç kardeÅŸinden en çok deÄŸer verdiÄŸi kız kardeÅŸi Isabelle'dir. EÄŸitimini tamamlamak yerine gezmeyi tercih ediyor ve on altı yaşında evden kaçıyor ozan. Annesine duyduÄŸu öfke ile kız kardeÅŸine duyumsadığı yoÄŸun sevgi yüzünden, kendi gerçeÄŸini aramakla geçiyor ömrü. Otuz yedi yaşında Marsilya'da bir hastane yatağında bir bacağı kesilirken ve kanserli hücre tüm vücuduna insafsızca yayılırken, o muhtemelen ustası Baudelaire’in, “Her kim kendi yaÅŸam koÅŸullarına rıza göstermezse, ruhunu satar” dediÄŸini anımsıyor olmalı.

Rimbaud, çocukken müzikle ve matematikle ilgileniyor. Herkes onun bu iki meslekten birini tercih edeceÄŸini sanıyor. O, her zaman yaptığı gibi yine insanları ÅŸaşırtıyor ve sözcüklerin dünyasını fethetmeyi seçiyor. Geçimini yazdığı ÅŸiirlerle deÄŸil, bir ırgat gibi çalışarak saÄŸlıyor. H.Miller, A.Rimbaud hakkındaki ÅŸu deÄŸerlendirmesinde haklı: “O tohum olarak doÄŸdu ve hep tohum kalıyor. Onu kuÅŸatan karanlığın anlamı budur. İçinde ışık vardı, harika bir ışık ama ışınlarını ölümünden sonra göndermesi gerekiyordu. O, mezarın öte yanından, uzak bir ırktan geldi ve yeni bir tin ve bilinç ortaya koydu. Je Pense (düşünüyorum), demek yanlıştır; on me pense (düşünülüyorum) demek gerekir diyor. Dehanın beni üzerine söylediÄŸi, her ÅŸey aydınlatıcı ve öğreticidir. Onun bedeni, düşlenmiÅŸ doyum, merhametin parçalanması, yeni canavarla çiftleÅŸmiÅŸ (s.77)” sözleri bana çok anlamlı geliyor.

Yirmi üç yaşında dünyayı gezerek hayatın tüm sınavlarından geçen ozan, hapiste yatıyor, aç kalıyor, çalışmadığı ucuz iş kalmıyor, vahşi ormanların dehşetine sığınıyor, kendisi gibi ünlü şair Paul Verlaine ile birlikte yaşıyor, Somali zencilerinin dillerini öğreniyor. Bu ele avuca sığmayan genç asi şair, gerçekte sanatı aracılığıyla adını yaşatmayı aklına getirmiyor. Yazın tarihinde çocuk denecek yaşta üne kavuşmuş olması yazgının bir oyunu olsa gerek. Ün hiçbir şairin hizmetine onun hizmetine girdiği kadar kolay girmiyor.

On yedi yaşında Victor Hugo'nun "Çocuk Shakespeare" dediÄŸi ÅŸair, ÅŸiirin dünyasında iÅŸgal etmediÄŸi tek bir gezegen bırakmıyor. Özelikle "SarhoÅŸ Gemi" ile Fransız ÅŸiirinin en güzel örneklerini veriyor. Hükmetme hırsı ile nasıl ki ünlü ÅŸair Verlaine’i metresi konumuna koymayı baÅŸardıysa hayatı da, ÅŸiiri de kendi güdümüne almayı aynı biçimde baÅŸarıyor. Rimbaud, kiÅŸiliÄŸi gereÄŸi zincirlerinden baÅŸka kaybedecek bir ÅŸeyi olmayan birisi deÄŸil; kaybedecek zincirleri dahi olmayan ÅŸiirin dâhisidir.

Åžiirle alay eder gibi yazıyor ÅŸiirlerini. Bu iÅŸi o denli ileriye götürüyor ki, sesli harfleri renk deÄŸerlerine göre istifleyerek kaleme aldığı Sonesi, Fransızların kutsal kitabı olma özelliÄŸini günümüzde bile taşıyor. Åžiirin kutsal topraklarında kâh botanik kuruyor, kâh sözcüklerin vahÅŸi ormanını yetiÅŸtiriyor ÅŸair. Yazdığı ÅŸiirleri gözden çıkarma iÅŸini öylesine ileri götürüyor ki, dostları tarafından yazdığı ÅŸiirler toplanmamış olsa, elimizde kendi isteÄŸiyle Brüksel’de bastırdığı Cehennemde Bir Mevsim ÅŸiir kitabı dışında ÅŸiirleri olmayacaktı Rimbaud'nun.

Dizginlenmeyen enerjisi ve aceleciliÄŸi yüzünden bilgiye ulaÅŸmak için emek sarf etmiyor. O, uçlarda yaÅŸamının ona verdiÄŸi hazla yetiniyor. DiÄŸer bir deyiÅŸle ÅŸiirlerini yıldızlarla içki sofrasından yazdığı için ÅŸiiri yere düşmüyor, yıldızlar gibi parlamaya devam ediyor. Onun kiÅŸiliÄŸinin en çarpıcı özelliÄŸi eylem adamı olmasıdır. Tehlikenin koynunda yatan bu asi ÅŸair, tıpkı bomba yüklü bir kamyonda seyahat eder gibi geziyor dünyayı. Kısa ömrünün ortalarında rahat etme hayalleri kuruyor. Zengin olmak, istediÄŸi kadınlarla bir gecelik iliÅŸkiler yaÅŸamak, politikaya girmek ve yeni yeni ülkeleri fethetmek... Bu hırsı onu erken yaÅŸta sonsuzluÄŸa kavuÅŸturuyor. Rimbaud, gerçekte acımasız bir insandır. Sekmez iradesi ile elini sürdüğü her nesneye hükmediyor. Çocuk denecek bir yaÅŸta olmasına karşın görüntüsü genelde bir işçiyi andırıyor. Kolay sinirlenen ve sinirlendiÄŸi anlarda oldukça saldırgan olan Rimbaud, bu kiÅŸilik özelliÄŸiyle Verlaine’i cebinde taşıdığı bir kumanda aletine çeviriyor. Genç ÅŸairin kiÅŸiliÄŸe dair S. Zweig, ÅŸu saptamasında haklıdır: "Rimbaud'nun uzuvları, bütün bütün sıkıntı ve yoksulluklara karşı bir işçinin gücüyle bilenmiÅŸtir. Décadence- neredeyse hastalık derecesindeki aşırı duyarlılık, sanrılarla örülü bir görme biçimi, taşıdığı "Galyalı kanının aksaklıkları"- salt ruhsal düzeyde kalmış, ÅŸairin dış yaÅŸamına kadar hiçbir zaman uzanmamıştır; bu dış yaÅŸamı açısından Rimbaud, kendini gittikçe artan ölçüde zamanına özgü bütün kültürden koparır; bütün göçebeler gibi kozmopolit, Çingeneler gibi bir toplumsal olgu kimliÄŸiyle, hiçbir yerde tutunamaksızın göçebe kuÅŸlar örneÄŸi ülkelerden geçer; tıpkı nereden geldiÄŸi unutulmuÅŸ, artık kimseye ait olmayan ve ait olmakta istemeyen Kaspar Hauser gibi, Rimbaud da kültür evrenine yalnız bir meteor gibi düşer. Yalnızca kendi yaÅŸamı, her türlü kültürden radikal bir tutumla nefret ediÅŸi, her türlü Avrupalılığı aÅŸması, ahlak düzlemlerinin ortasında salt içgüdüsel bir yaÅŸam sürdürmesi, engel tanımayan bireyciliÄŸi bile Arthur Rimbaud’yu yeterince ilginç kılabilir. Zamanımız açısından Rimbaud, bir bireysel özgürlük kahramanı, içgüdüler evreninin bir serüvencisidir." (s. 102–103)

Zweig’ın ÅŸairin ÅŸiirleri ile ilgili tespitleri içinde benim ÅŸairin ÅŸiirleri hakkındaki görüşlerime yakın olan saptaması ise şöyle: “Rimbaud’nun ÅŸiirleri acımasızdır ve sinirleri zayıf olanlara uygun düşmez; bu ÅŸiirlerin kimilerinden yoksulluÄŸun, kirli giysilerin, terli pabuçların, tuvaletlerin kokuları yükselir; bu ÅŸiirler, en gerçekçi gerçekçilikten ve dizgin tanımayan imgelemden oluÅŸma, dâhiyane bir yumaktır. EÅŸsizdir. Rimbaud, sanki dünyanın ilk ÅŸairiymiÅŸ gibi, sanki kendisinden önce gelmiÅŸ binlercenin oluÅŸturdukları estetik, iskambil kâğıtlarından yapılma bir bina örneÄŸi çökmüş gibi ÅŸiir yazmaya baÅŸlar.”( s.104)

Düşünüyorum da ozanı içinde bulunduÄŸu koÅŸullar özgürleÅŸmiÅŸ, sanatçı yeteneÄŸi ise ÅŸiirini yüceltmiÅŸtir. Aile baÄŸları, dostluk, din gibi insan hayatında anlamı olan tüm kavramların onun hayatında anlamı yoktur. Onun için kalem tutan el ile silah, kazma-kürek tutan elin arasında bir fark da yoktur. Tam bir eÅŸitlikçidir o anlamıyla. Üstünlük duygusu onda sadece Galyalı atalarından putperestliÄŸi ile günahla duyulan aÅŸkı miras ediniyor ve edindiÄŸi bu mirasa da ihanet etmiyor hayatı boyunca. Bu yüzden ÅŸiddetin, dehÅŸetli ÅŸehvetin, yalanın, tembelliÄŸin, sanatın kaygısından sıyırıyor kendisini. Rimbaud, ÅŸair olmasaydı da salt yaÅŸama biçimi onu anılmaya layık insanlar arasında en ön sıralara taşırdı. Onu seven insanlara, kendisine ve ÅŸiirlerine acımasız davranan ozan, sözcüklere tecavüz eder gibi, ahlak kurallarını yerle bir eden dizginlenemez bir gerçekçilikle yazıyor ÅŸiirlerini. İmgelem gücü karşısında insan ürpererek afallıyor. Dış dünyanın gerçekliÄŸinin onun iç dünyasında geçirdiÄŸi evrim sürecinden sonra, ÅŸiir olarak yeniden doÄŸması olaÄŸanüstü bir yenilik katıyor ÅŸiirlerine. Åžiirin adeta alfabesini yazıyor. Åžiirleri tıpkı Dostoyevski’nin roman kahramanları gibi canlı varlıklar olarak karşımıza dikiliyor. Bize dokunuyor, tabularımızı altüst ediyor, bizi derinden sarsan hamleleri ard arda sıralayan bir boksörden farkı olmuyor. Zaaflarımızı, korkularımızı, acımasızlıklarımızı, dogmalarımızı yüzümüze tükürür gibi söyleyen insanlar ordusu gibi karşımıza dikiliyor ÅŸiirdeki sözcükleri. Sesler seslere, sözcükler sözcüklere, imgeler imgelere sığınmadan, sığınağından özgürlüğüne kavuÅŸuyor. Her bir sözcük onun askeri gibi emrine giriyor. Erleri üzerindeki giysileriyle onun hayata bakışının yansıdığı sözcükleriyle iÅŸgal ettiÄŸi ülkelerin haritasını taşıyor.

Åžiddetin korkunun, ÅŸehvetin, seslerin derinlik bulduÄŸu ÅŸiirleri cellâdı gibi insanın peÅŸini bırakmıyor ölene dek. Bu akla hayale sığmayacak dinginsiz yaÅŸam aynı oranda cezp ediyor insanı. Çünkü her insan gidip görmediÄŸi ülkeleri görmeyi istiyor. Onun iç dünyasının ÅŸiirine nasıl yansıdığını Zweig şöyle yorumluyor: "Rimbaud’nun iç dünyasında bu baÄŸlamların kesinliÄŸinin ne ölçüde canlı olduÄŸunu, bir izlek niteliÄŸindeki “Sonettedes voyelles” gösterir; bu sonede fantastik olaylar, neredeyse dogmatik bir düzeyde kristalize olur, A siyahla, E beyazla, I kırmızıyla, O maviyle ve U yeÅŸille eÅŸitlenir "gizli kaynaklar", vahÅŸi görüntülerle çerçevelenmiÅŸ olarak, bir bütün içerisinde bir araya gelir. Burada kısmen ÅŸaka niteliÄŸindeki bu olgu, aslında bilinçaltının o karanlık alanına pek az kiÅŸinin baÅŸarabildiÄŸi bir giriÅŸimi simgeler." (s. 105)

O, geleneksel Fransız ÅŸiir kabına sığmıyor ama düzyazıyı ÅŸiir katında göklere çıkartıyor. On beÅŸinde Sensation'u, on altı yaşında Les chercheuses de Port'yu yazıyor. Onun ÅŸiirindeki her dize tek başına sözcük okyanusu gibi okurun üstüne akıyor. Sözcüklerin okyanusunu elinin altında tutan ve istediÄŸi gibi sörf yapan ÅŸair, ÅŸiirinin bayrağını bir de ÅŸiir okyanusunda dalgalandırıyor. Anlayacağınız edebiyat ve sanat onun enerjisi ve dehası karşısında dize gelerek ayaklarına kapanıyor. O da kendisinin önünde dize gelen sanatı buruÅŸuk bir kâğıt topu misali fırlatıp atıyor. On sekiz yaşında sanatın ÅŸatafatlı sahnesinde deÄŸil de hayatın eylem cephanesinde heykelinin dikilmesini istiyor. Onun, bu isteÄŸi ne ona ne onun yaÅŸama biçimine ne de eylemlerine ihanet ediyor. En yakın dostu olan yıldızlar ölümünden sonra bile onu baÅŸları üstünde tutmayı baÅŸarıyor. Göğün ve eylemin ÅŸairi Arthur Rimbaud ise ne aÅŸka ne sanata ne de eyleme teslim olmadan Marsilya’da bir hastane odasında 10 Kasım 1891 tarihinde hayata gözlerini yumuyor ÅŸiir dünyasında ölümsüzlüğe eriÅŸmek için.


*Henry Miller. Rimbaud Ya da Büyük İsyan. Çev. Mustafa Tüzel. Kabalcı Yayınevi, 1994.121sayfa.
* StefanZweig. Yarının Tarihi. Çev. Ahmet Cemal. Can Yayınları. Sayfa: 98–110.

İlk Yayım: İnsanlığın Kütüphanesinde Hayatı Eser Olan Arthur Rimbaud. İnsancıl. Ekim 2001.Sayı: 255.s32-34
Yapıt yayımı: Kitaplarla Söyleşi.Camgöz Yayınları. İstanbul. S. 163-188.



Bedriye KORKANKORKMAZ




12 Mart 2012 Pazartesi / 2748 okunma



"Bedriye KORKANKORKMAZ" bütün yazıları için tıklayın...