BAYRAMİÇ 2. TOHUM TAKAS VE YEREL ÜRÜN ŞENLİĞİNDEN
Tayfun Özkaya / 23.4.2012
Geçen Cuma Çanakkale’nin şirin ilçesi Bayramiç’e doğru gitmek üzere Ezine’de dolmuş bekliyorduk. Bayramiç ovasında bir köyde oturan bir kadınla sohbete başladık. Köyünde hemen hemen bütün erkeklerin kanserden öldüğünü ve kendisinin de aynı şekilde yalnız kaldığını söyledi. Ova kesimindeki köylüler şirket tohumlu, kimyasal ilaçlı ve gübreli endüstriyel tarımın pençesinde idiler. Üstelik tarım ilaçları atarken dikkat de etmiyorlardı. Bayramiç’te sağlıkçı bir arkadaşımız ilçe yöneticilerinden birinin “bugün köylülerin nesi var? Hepsinin rengini yeşil gördüm” diye sorduğunu söyledi. O gün hepsi yeşil bir renk bırakan bir tarım ilacı atmışlardı. Koruyucu elbise, maske ve sonrasında yıkanma falan yoktu.
Geçen hafta 1. Tarım Sağlığı ve Güvenliği Sempozyumu için Şanlıurfa’da idik. Halk sağlıkçı bilim insanları insektisit dediğimiz böcek öldürücü ilaçlara “canlıkıran” (biosit) demekte idiler. Minumum kalıntı limitleri (Minumum Residue Limits, kısaca MRL) denilen şey aslında büyük bir aldatmaca idi. En iyi önlemleri de alsanız, en düşük dozda da kullansanız, bu maddeler besin zinciri içinde birike birike insanların yiyeceklerine öldürücü dozlarda geliyordu. Buna biyo birikim deniliyor. İşte yerel tohumlar bunlara karşı çok iyi bir çözüm idi ve biz de bu nedenle 21 Nisanda ikincisi yapılacak olan şenlik için Bayramiç’e gidiyorduk. (Program ve ayrıntılar için bakınız: www.bayramic.bel.tr)
Bayramiç Belediye başkanı İsmail Sakin Tuncer, yardımcısı Ergun Tüzgen ve Bayramiç Yeniköy Kaz Dağları Ekolojik Yaşam ve Tohum Derneği Başkanı Mustafa Ülgen başta olmak üzere kutlanacak çok kişi var. Aralarında Tarım Ekonomisi Derneğimiz de olmak üzere Tohum İzi Derneği, Buğday Derneği, Slow Food Türkiye, Ziraat Mühendisleri Odası Çanakkale Şubesi, Bayramiç Süt Üreticileri Birliği, Boğatepe Çevre ve Yaşam Derneği, Bayramiç Ziraat Odası, Kazdağı Doğa ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, Ocaklı Beldesi Derneği, Ekolojik Yaşam Derneği, Bayramiç Kırmızı Et üreticileri Birliği ve Agrida gibi kuruluşlar etkinliğe değişen ölçülerde katkı verdi.
Cumartesi günü yerel tohumlar temalı trans Kazdağı yürüyüşü için bir grup katılımcı Küçükkuyu’dan başlayarak Bayramiç’e ulaştı. Etkinlikte öğleden önce parelel iki çalıştay yapıldı. Birincisi “tohum ve tohumculuk” ikincisi de “katılımcı sertifikasyon sistemi” başlıklarını taşıyordu. İlk çalıştayda tohumculuk kanunu ile yerel tohumların satışının yasaklandığı, bunun uluslararası ve ulusal tohum şirketleri adına yürütülmüş bir kökten tekelcilik olduğu belirtildi. Serbest ticaret ağzını kullanan çevrelerin aslında ciddi bir zulüm yaptıkları ve yerel tohumları, sadece şirket tohumlarını geliştirmek için kullanılacak bir gen kaynağı olarak kısıtlı bir çerçevede tutmak istedikleri belirtildi. Yeni kurulan gen merkezlerine rağmen bu politikanın yerel tohumların yok olmasını önlemediği dile getirildi. Bir katılımcı Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının yerel tohumların ticarete açılması için çalışmalar yaptığını söyleyerek var olan durumu açıklamış oldu.
Tohumculuk Kanununun kabulü sırasında TBMM’de yoğun lobi çalışmalarının yapıldığını gözleyen katılımcılar anılarını anlattılar. Yerel tohumları savunmak için kararlı gözüken bir milletvekili daha sonra “bize daha güzel şeyler anlatıyorlar” demişti. Katılımcılar büyük ölçekli endüstriyel tarımın köylüleri göçe zorlayarak kentlerde sefalete ittiğini, bu üretimin tarım ilaçlarına (canlıkıran) mecbur kaldığını belirtiler. Halbuki köylü tarımında yerel tohumlarla, evde yapılmış ilaçlarla başarılı olunabileceği açıktı. Tarım ilaçlarını üreten şirketlerin bazılarının beşeri ilaçlar da ürettikleri, insanların yağlarında biriken tarım ilaçlarının kaçınılmaz olarak kansere ve başka hastalıklara yol açtığı, bazı obezlere zayıfladıklarında yağlarında birikmiş tarım ilaçları vücutlarına geçtiği için zayıflamayı durdurmaları bile önerildiği söylendi. Başak Egesel “yerel tohum üretenlerin bilgi eksiklikleri nedeniyle yerel tohumların saflığını koruyamadıkları, hatta tohum şenliklerinin bile buna katkıda bulunduğunu” ileri sürdü. Yerel tohumların karışmadan üretilebilmesi için gerekli bilgileri içeren, Tohum İzi Derneği ve Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu tarafından düzenlenmiş bir eğitim çalışmasının notlarının derlenme aşamasında olduğu haberi katılımcılara verildi. Füsun Ertuğ ise “biyoçeşitliliğin kökeninin karışmalardan kaynaklandığı, o yüzden bundan çok korkulmaması gerektiğini” ileri sürdü. “Avrupa Kokopelli Yerel Tohum Kuruluşu sadece üç çeşit yerel domates çeşidi üretebiliyor. Bizde ise çok daha fazla var” dedi.
Her iki çalıştayın sonuçlarını bir araya getirmek için yapılan oturumda organik tarımın gittiği yol itibariyle kullandığı sertifikasyon sisteminin çiftçiyi ve tüketiciyi sömürdüğü ve güvenilirliğinin de düşük olduğu dile getirildi. Güneşin Aydemir “belirli nitelikte ürün arayan ve üretenleri bir araya getiren katılımcı sertifikasyon sistemlerinin çok farklı” olduğunu, “Brezilya, ABD gibi ülkelerde örnekleri” olduğunu belirtti. “Ülkemizde Boğaziçi Üniversitesi Tüketim Kooperatifi, Havran ve Bayramiç’te de bu sistemin uygulanmaya başlandığını” söyledi.
Öğleden sonra tohum takası gerçekleştirildi. Epeyce yerel tohum el değiştirdi. Öğleden sonra yapılmış panele özellikle köylü kadınların katılımı dikkat çekici idi. Yerel domatesler üzerinde doktora çalışması gerçekleştirmiş olan Seçkin Kaya “yerel çeşitlerin hastalıklara çok dirençli olduğunu, araştırma amacıyla yerel domateslere fusarium hastalığını (mantari bir hastalık) bulaştırmak için çok uğraştıklarını, çok zorlandıklarını” söyledi. “Ayrıca yerel domatesler o kadar hızlı büyüyordu ki yabancı otlar gelişemiyordu.” Kaya “yerel domateslerin antioksidan değerlerinin çok yüksek olduğunu, (örnek olarak C vitamini) bunların kanseri önlediğini” belirtti. Şirket çeşitlerindeki besin azlığına karşı çok yenmesinin çözüm olamayacağı, bazı antioksidanların bu şekilde yeterli alımının mümkün olmayacağı gibi, canlı kıranların (tarım ilaçlarının) da bol miktarda alınmak zorunda kalacağını belirttim. Seçkin Kaya “eğer toprağı iyi beslersek, yerel çeşitlerle de yaklaşık olarak aynı verimlere ulaşabileceğimizi” açıkladı. Ben konuşmamda hem tohum, hem tarım ilacı (canlı kıran) hem de beşeri ilaç üreten epeyce büyük şirket olduğunu, bunların üç kaynaktan da para kazandığını, insanların tarım ilaçları ile hasta olduklarında da beşeri ilaç satarak kazanmaya devam ettiklerini söyledim. Doğa ve insan dostu tarım ve pazarlama sistemleri geliştirmek ve yerleştirmek için yapılan mücadelenin çok boyutlu ve uzun olacağını ekledim. Panelde konuşan Prof. Dr. Türker Savaş daha çok üretmek açlığa çözüm olmadı. Açların sayısı arttı” dedi.
Fikir sahibi Damaklar lideri Defne Koryürek “her cebimizden çıkan kuruş çok uzaklardan gelen ürünlere gidiyorsa, bunu taşımak için petrole verilen para, bana Irak’ta savaş olarak geri dönüyor” dedi. Boğatepe Çevre ve Yaşam Derneği lideri İlhan Koçulu ise “üretici ve tüketicileri ayrıştırıyorlar, çocuklar ekmeğin ağaçta yetiştiğini zannediyorlar. Kendi gıdamızı üretmeliyiz. Ambalajsız ürün kötü diyorlar. Bizim sütten ölen adam görmedim. Sütte bakteri çoksa çökelek oluyor.” dedi. Koçulu Kars’ta projelerindeki yerel tohumları eken çiftçilerin daha çok kazandığını, şirket tohumlarının rüşvetçi olduğunu, her sene yeni tohum, tarım ilacı ve kimyasal gübre istediğini söyleyerek; “ilk yıllar üreticilerin yerel tohumları 100 metrekare ektiklerini” belirtti. Kavılca gibi yerel buğday çeşitlerinin daha lezzetli ve besleyici olduğunu, proje köylerinde sebze üretimini arttırdıklarını ve artık kanser başta, hastalıklarda ciddi azalmaların olduğunu söyledi. Projenin 27 köyü kapsadığını, 10 yerel tarla bitkisi çeşidi, 27 yerel sebze çeşidi kullandıklarını, ortak makine parkı oluşturduklarını söyleyen Koçulu “köylülerin daha kazançlı ve mutlu olduğunu” belirtti. Panelin kolaylaştırıcısı Özlem Güneri “Bursa’da hibrit tohum ekenlerin kredi borçlusu olduklarını ve topraklarını kaybettiklerini” söyledi.
Yeniköy permakültür grubunun kurucularından Mustafa Ülgen “8 yıl önce bu bölgede çalışmalara başladıklarını, saz çavdarı denilen bir yerel çeşidi bularak kaybolmaktan kurtararak, çoğalttıklarını; sarı buğday ve kavlıca başta yerel buğday çeşitlerini yaygınlaştırdıklarını, özgür otlayan koyunların sütünden şirden ve deniz tuzu ile peynir yaptıklarını söyleyerek, “Kaz Dağlarının gerçek altını bu ekmek ve peynirdir, dağlarımızı ‘altın bulacağız’ diye delik deşik edenlere karşı olduklarını” söyledi.
Yerel tohuma dayalı, doğa ve insan dostu tarım %99’un çıkarınadır. Aslında geri kalan %1’de dünyanın batmasını istemiyorsa bu harekete katılmalıdır, ama ne ülkemizde ne de dünyadaki %1’de böyle bir akıl göremiyoruz. Göreceğimiz de yok. Hatta tersine doğaya ve insana saldırılarını daha da şiddetlendiriyorlar.
Selam ve saygılarımla.
|