
Tarık Dursun K.
Toplum kırgınları
Kimi toplumlar kültür açısından çözümsüz bir kısırlığa mahkumdur, bir türlü bunu aÅŸamazlar. Kısırlık toplumun kendi özünden gelir. KoÅŸulları o yaratır. Yine aynı toplum bunu engellemek yada deÄŸiÅŸtirmek uÄŸruna en küçük parmağını bile kımıldatmaz. Çünkü ne yaÅŸamında, ne geçmiÅŸinde ve ne de geleceÄŸinde kültür onu kesinlikle ilgilendirmemektedir. Ona göre bir “lüks”tür kültür. Olmaması, olmasından daha yeÄŸdir.
Altıyüz yıllık bir imparatorluk yaşamı olan Osmanlıya bakınız; ünü dünyayı tut başka ülkeleri ve başka ülke insanlarını derinden etkileyip sarsmış kaç filozofu vardır? O imparatorluk toplumu kaç kaşif, kaç mucit, kaç ressam, kaç besteci, kaç heykeltıraş çıkarmıştır bağrından?
Aynı Osmanlının yönetici kadrosunda (özellikle) ÅŸiire ve ÅŸaire karşı (ÅŸiirlerine bakarak) ÅŸaşırtıcı bir yakınlık göstermesi, ÅŸaire kol kanat gerip koruması altına alması olsa olsa kendine övgüler düzdürmesi ile açıklanabilir. O çağın ÅŸairleri de bunu “olaÄŸan” karşılamışlar, kiÅŸisel divanları dışında “hamiyetperver” paÅŸalar için dizeler dolusu övgüler yaÄŸdırmışlardır.
Övgü yazdırma ve ÅŸair kayırıp koruma, Cumhuriyet Türkiye’sinin baÅŸlangıç yıllarında da sürmüştür. PaÅŸa üniformalarını çıkarıp sivilleÅŸen eskinin paÅŸaları ya övgüler düzen yada bir gelecekte övgüler düzecek kimi yazar çizer ve ÅŸair takımını hem hoÅŸ tutmuÅŸ, hem de onları “büyük memur” statüsüne alarak kimi kez büyükelçi, kimi kez bir yerlerde yönetim kurulu üyesi ve kimi kez de milletin temsilciliÄŸine getirmiÅŸlerdir.
Bu onları yüceltmiştir, ama sanatçı tayfasını hiç de küçültmüş denemez.
Toplumda sanatçının itibar kaybı ne çok eskidir, ne çok yeni. BaÅŸlangıcı olarak (belki) Demokrat Parti’nin iktidarda hırçınlaÅŸtığı yıllar alınabilir. Sonrasında itibar kaybı hep sürmüş, bugünlere gelinmiÅŸtir; saygısızlık içinde, okunmazlık ve ciddiye alınmazlıkla, her biri siyasal ve toplumsal birer düşmana indirgenerek. Gizli yada açık, yurtdışına kültür-sanat göçü bu ve sonrasının sonucudur hep. Bunun üstesinden 12 Martlar ve 12 Eylüllerle gelinmiÅŸtir.
12 Martlar da geçmiÅŸtir, 12 Eylüller de. Geçmesine geçmiÅŸtir de toplumun ve iktidarların sanatçıya (ve kültüre) bakış açısında (ve tutumunda) herhangi bir olumlu deÄŸiÅŸme görülmemiÅŸtir. Beylik deyimle “hamam aynı hamamdır, tellaklar aynı tellaklar”. Böylece toplumun vurdumduymazlığı ve iktidarların düşmanlık dolu bakışları altında kültürümüz çaÄŸdaÅŸ kültür düzeyine ulaÅŸmaktan geri bırakılmıştır. Yanlış politikalarla, yanlış tutum ve davranışlarla. Yazarımızı çizerimizi küstürerek, bezdirip kaçırarak, onun bunun “müstahak” olduÄŸunu da sezdirip duyurarak…
Bunun en somut örneği, Yaşar Kemal ile Orhan Pamuk gösterilebilir pekala. O ünleri yedi iklim dört bucağı tutmuş, yazdıkları çevrilmedik dünya dili kalmayan, Nobellere aday olmalarından asla övünç duymadığımız bu iki yazarımız bugün topluma kırgındır, küstür ve tarafımızdan yaralanmışlardır.
Bir toplumda toplumüstü insanları yetiştirmek kolay değildir. Kültüre bütün kapılarını ardına kadar açmış toplumlarda bile zordur bu. O toplumlarda bir Sartre, bir Malraux, bir Camus, bir Shaw, bir Steinback yada bir Böll yaşadığı toplumu çok yakından ilgilendiren bir konuda kendi düşüncesini rahatça söyleyebilir. Bu toplumca aykırılı da olabilir pekala. Olabilir çünkü yazar kısmı toplumlar üstüdür, öngörülüdür, sezgileri güçlüdür. Dediklerine (yada yazdıklarına) katılınmasa bile dinlenir, okunur.
Biz ise… DoÄŸululuÄŸa özgü, ne dinliyoruz, ne okuyoruz.
Biz sanatçıyı “abalı” sanan bir toplumuz.
Tarık Dursun K.
"Tarık Dursun K." bütün yazıları için tıklayın...
Kimi toplumlar kültür açısından çözümsüz bir kısırlığa mahkumdur, bir türlü bunu aÅŸamazlar. Kısırlık toplumun kendi özünden gelir. KoÅŸulları o yaratır. Yine aynı toplum bunu engellemek yada deÄŸiÅŸtirmek uÄŸruna en küçük parmağını bile kımıldatmaz. Çünkü ne yaÅŸamında, ne geçmiÅŸinde ve ne de geleceÄŸinde kültür onu kesinlikle ilgilendirmemektedir. Ona göre bir “lüks”tür kültür. Olmaması, olmasından daha yeÄŸdir.
Altıyüz yıllık bir imparatorluk yaşamı olan Osmanlıya bakınız; ünü dünyayı tut başka ülkeleri ve başka ülke insanlarını derinden etkileyip sarsmış kaç filozofu vardır? O imparatorluk toplumu kaç kaşif, kaç mucit, kaç ressam, kaç besteci, kaç heykeltıraş çıkarmıştır bağrından?
Aynı Osmanlının yönetici kadrosunda (özellikle) ÅŸiire ve ÅŸaire karşı (ÅŸiirlerine bakarak) ÅŸaşırtıcı bir yakınlık göstermesi, ÅŸaire kol kanat gerip koruması altına alması olsa olsa kendine övgüler düzdürmesi ile açıklanabilir. O çağın ÅŸairleri de bunu “olaÄŸan” karşılamışlar, kiÅŸisel divanları dışında “hamiyetperver” paÅŸalar için dizeler dolusu övgüler yaÄŸdırmışlardır.
Övgü yazdırma ve ÅŸair kayırıp koruma, Cumhuriyet Türkiye’sinin baÅŸlangıç yıllarında da sürmüştür. PaÅŸa üniformalarını çıkarıp sivilleÅŸen eskinin paÅŸaları ya övgüler düzen yada bir gelecekte övgüler düzecek kimi yazar çizer ve ÅŸair takımını hem hoÅŸ tutmuÅŸ, hem de onları “büyük memur” statüsüne alarak kimi kez büyükelçi, kimi kez bir yerlerde yönetim kurulu üyesi ve kimi kez de milletin temsilciliÄŸine getirmiÅŸlerdir.
Bu onları yüceltmiştir, ama sanatçı tayfasını hiç de küçültmüş denemez.
Toplumda sanatçının itibar kaybı ne çok eskidir, ne çok yeni. BaÅŸlangıcı olarak (belki) Demokrat Parti’nin iktidarda hırçınlaÅŸtığı yıllar alınabilir. Sonrasında itibar kaybı hep sürmüş, bugünlere gelinmiÅŸtir; saygısızlık içinde, okunmazlık ve ciddiye alınmazlıkla, her biri siyasal ve toplumsal birer düşmana indirgenerek. Gizli yada açık, yurtdışına kültür-sanat göçü bu ve sonrasının sonucudur hep. Bunun üstesinden 12 Martlar ve 12 Eylüllerle gelinmiÅŸtir.
12 Martlar da geçmiÅŸtir, 12 Eylüller de. Geçmesine geçmiÅŸtir de toplumun ve iktidarların sanatçıya (ve kültüre) bakış açısında (ve tutumunda) herhangi bir olumlu deÄŸiÅŸme görülmemiÅŸtir. Beylik deyimle “hamam aynı hamamdır, tellaklar aynı tellaklar”. Böylece toplumun vurdumduymazlığı ve iktidarların düşmanlık dolu bakışları altında kültürümüz çaÄŸdaÅŸ kültür düzeyine ulaÅŸmaktan geri bırakılmıştır. Yanlış politikalarla, yanlış tutum ve davranışlarla. Yazarımızı çizerimizi küstürerek, bezdirip kaçırarak, onun bunun “müstahak” olduÄŸunu da sezdirip duyurarak…
Bunun en somut örneği, Yaşar Kemal ile Orhan Pamuk gösterilebilir pekala. O ünleri yedi iklim dört bucağı tutmuş, yazdıkları çevrilmedik dünya dili kalmayan, Nobellere aday olmalarından asla övünç duymadığımız bu iki yazarımız bugün topluma kırgındır, küstür ve tarafımızdan yaralanmışlardır.
Bir toplumda toplumüstü insanları yetiştirmek kolay değildir. Kültüre bütün kapılarını ardına kadar açmış toplumlarda bile zordur bu. O toplumlarda bir Sartre, bir Malraux, bir Camus, bir Shaw, bir Steinback yada bir Böll yaşadığı toplumu çok yakından ilgilendiren bir konuda kendi düşüncesini rahatça söyleyebilir. Bu toplumca aykırılı da olabilir pekala. Olabilir çünkü yazar kısmı toplumlar üstüdür, öngörülüdür, sezgileri güçlüdür. Dediklerine (yada yazdıklarına) katılınmasa bile dinlenir, okunur.
Biz ise… DoÄŸululuÄŸa özgü, ne dinliyoruz, ne okuyoruz.
Biz sanatçıyı “abalı” sanan bir toplumuz.
Tarık Dursun K.
"Tarık Dursun K." bütün yazıları için tıklayın...