
Ahmet ÖNEL
FOÇA MEKTUBU / “SİRENLER’İN YALANCISI”
“Sirenler’in Yalancısı” diye baÅŸlık atmıştım öncelerde kaleme aldığım Foça yazılarıma. Kimi dergilerde yayınlanırken üst baÅŸlık olarak kullandığım sevimli bir ironiydi bu baÅŸlık. Öyle ya, Foça’nın açıklarında Siren Kayalıkları vardı ve ben -yine o çok öncelerde yaÅŸandığı gibi- kulaklarıma fısıldanan cümlelerin yalnızca aracısı olarak kalmayı seçecektim. Yazılarımın içeriÄŸinde, öncelikle Foça yer alıyordu elbette; ne ki, bir yöreyi anlatmak için yola çıktığınız bir yazıda ne denli yalnızca yine o yöreyle sınırlı kalabilirdiniz! Amacım yaÅŸadığım bölgeden haberler iletmek, ötesindeyse yöremin serin esintisini okuyanın imgelemine taşımaktı. Uzun soluklu olamadı bu yazılar. Foça’nın nankörlüğü deÄŸildir bunun nedeni; yazarının üşengeçliÄŸinden de kaynaklanmamıştır mutlaka! Kimi zaman elinizdeki kalemi durduran, gönlünüzdeki ÅŸiiri kuru bir anlatıya dönüştüren adını koyamadığınız bir paslı kilit vardır; belki de gerekçe gelip ona dayanıyordu, kim bilebilir!
Foça, tahmin etmesi zor olmasa gerek, yaşamanın yazmaya yeğlendiği yörelerden başlıcaları arasında. Özellikle, doğanın kendini teklifsiz sunduğu şu cömert ilkyaz günlerinde hayatı parmaklarınızın arasından kayıp gitmekte olan suyla eşdeğer kılıyor ve aklınızdan değilse bile gönlünüzden geçenleri yaşamayı seçiyorsunuz. Sonuç olarak, kekik ve mimoza kokularını yüklenmiş tepelerin keşfi bir kez daha şölene dönüşüyor. Kesilen soluğunuz yaşınızı hatırlatıyormuş, kimin umurunda! Öteden denizin tüm görkemi ve bin bir beyaz köpüğüyle sizi kışkırtmakta olduğunun ayan beyan farkındasınız!
KoÅŸullar hazır olduÄŸuna göre yapacak son bir iÅŸ daha kalıyor geriye. Evet, küçük boy bir defteri pantolonunuzun arka cebine yerleÅŸtirmeyi asla ihmal etmeyin! (Yazmazsanız ,Sait Faik’in yaÅŸadığı türden bir çıldırma nöbetiyle karşı karşıya gelmezsiniz belki ama, insanın kendi öznel tarihine not düşmesindeki güzel ayrıcalıktan neden mahrum bırakasınız ki kendinizi) Yazı nankör olduÄŸu kadar sürprizlere açık bir uÄŸraÅŸtır çünkü. Hangi esinin hangi yele tutunup yüreÄŸinizi sarsacağını asla bilemezsiniz. İnsanı dinden deÄŸilse bile disiplinden eden baÅŸtan çıkarıcıların keÅŸfi ise, uzun mu uzun bir listenin arsız katılımcılarıdır aslında. Kendini akasya saÄŸanağından kim koruyabilmiÅŸ bu güne kadar! Ya hanımeli , bilemedin yasemin fırtınasından uzakta durmak mümkün müdür sanırsınız? İğdenin, ıhlamurun, nazenin güllerin ve şımarık karanfillerin ise hiç sözünü etmiyorum. KiÅŸiyi yazmak ve yaÅŸamak sapağına getirip bırakan bir tuhaf sınavın öncesindesiniz. İkisini birden götürmeye gücünüz, dahası niyetiniz yoksa yapacağınız seçimin sonucu yalnızca koca bir piÅŸmanlık olacaktır!
Sözün özü ÅŸu: Foça, akla gelebilecek her rengin ve kokunun büyüsüne teslim olduÄŸu günleri yaşıyor ÅŸu sıralar. Yine de talihsiz bir tanımlamayla yörenin rakı roka balık ÅŸeytan üçgeni tanımına çakılıp kalmış olması, ÅŸu sözünü ettiÄŸim duyusal cümbüş konusunda yine insanımızın gerekli çalışkanlılığı göstermekten yana olmamasıyla açıklanabilir. Kolaycılıktır bu elbette. Bir yörenin keÅŸfi, oranın bildik özelliklerinin de ötesinde kendisini tanımakla ilgili öznel bir çabayı da zorunlu kılmaz mı? Bu çabanın eksikliÄŸi ise yörenin o talihsiz tanımlamalarla sınırlı kalmasına yelken açacaktır. Günün indirgemeci yaklaşımlarıdır bütün bunlar: Isparta’yı gülle, Malatya’yı kayısıyla, Afyon’u ÅŸekerle özetleyen bu boyutsuz yaklaşım yine o güzel beldeleri baÅŸladığı noktada bitirir!
Ne ki, Foça büyük bir kent deÄŸil; bir balıkçı kasabası! Bu tanımlamayı bile iki düzlemde deÄŸerlendirmek olası aslında. Yılların çabası, gerek yönetimin gerekse yöredeki esnafın baskısıyla Foça’nın bir küçük kasaba olarak kalmasına karşı durmuÅŸ sanki. Günün baskın ve geçerli ölçütlerinden paranın öncelikle insanı, onun aracılığıyla da mekânı bozma gayretinin hazin sonuçlarıyla karşı karşıyayız bu gün. Yöreye daha çok sayıda turistin gelmesiyle, daha büyük ekonominin dönmesiyle ilgili beklenti yaÅŸadığımız çağın dayatmalarından yalnızca biri. Ancak, akıl erdirilemeyen çeliÅŸki de burada gizleniyor iÅŸte: Gelen konukların asıl beklediÄŸi yörenin kendi deÄŸerlerini koruması; otantik dokusuna sahip çıkması deÄŸil mi yoksa? Sonuçta kentin küçük bir örneÄŸine dönüşen bu güzelim yöreler hangi konuÄŸa, ne ölçüde çekici gelebilir? Kokudan lezzete, renkten insan sıcaklığına hasret kalmış bir gezgini tez zamanda tövbekara çevirmeye kimin hakkı var acaba?
Her dönemde karşılığını bulabileceÄŸimiz bu türden sızlanmalara son vermek en iyisi olacak belki de. Bir yöre insanıyla var çünkü. Foça’nın bir yanı deniz, bir yanı yeÅŸilse bir yanı da inceltilmiÅŸ düşüncedir kanımca. Pantolonun arka cebinde sırasını bekleyen küçük deftere de bu yüzden görev düşüyor zaten. Evet, denizin coÅŸkusu ve doÄŸanın yedi rengini cömertçe sunan dokusu sonuçta sizi güzel düşündürecektir! Foça’ya sanatçı dostların ilgi göstermesinin özünde de bu gerçekler saklıdır. Sakinlik, huzur, kendinle buluÅŸma, düşünme ve benzeri kavramların, ÅŸu koÅŸturusu bol hayatımızda ne denli az yer kapladığını akla getirin lütfen. Kendi hayatını iÅŸgale terk etmiÅŸ birinin sızlanmaya da hakkı olmamalı diyeceÄŸim ama, bu noktada söz sahibine doÄŸrultulacak olan eleÅŸtiri oklarını da görmezden gelmek mümkün olmayacak sanki! Kimse dilediÄŸi hayatı kuramıyor aslında. Günün yaÅŸam koÅŸulları ilk elde özgür seçimlerin baÅŸ düşmanı oluyor. Bu nedenledir ki, örneÄŸin Foça’ya yapılan hafta sonu gezilerinde ÅŸu ÅŸeytan üçgeni benzetmesiyle özetlediÄŸimiz kaçamaklar için kimseyi suçlamak gerekmiyor. Öyle ya, bunu da yaÅŸayamayanlar var!
Oysa içinde yer aldığı zaman dilimini alabildiÄŸine deÄŸerlendirmekten yana insan kardeÅŸlerim. Bu edimi yalnızca hazzın sınırlarıyla açıklamaya kalkışmak ise büyük haksızlık. Ne var ki, sinesindeki iki bin yıllık tarihi gizleyen güzelim Foça’da bile atılan her adımın bir karşılığını beklemek yalnızca romantik bir düşünceyle sınırlı.
Sırası gelmiÅŸken, dokuz yıllık Foça geçmiÅŸimde kendime ait en büyük yazıklanmayı da fısıldayayım: Bir “Foça Akademisi” oluÅŸturma düşüncesinin yalnızca bir düş olarak kalması insanın içini acıtmaz mı sizce de? Felsefeden sanata, yontudan tiyatroya… özellikle gençlerin ilgi odağı olmaya aday bir mekanın -ÅŸimdilik- ham hayal olarak kalmasının gerekçelerini de sıralamalıyım bir baÅŸka yazıda! Evet, zeytin aÄŸaçlarının gölgesi yukarıda söz ettiÄŸim nice soruya yanıt aramak için en uygun mekan mutlaka. Gözlerinizi, bir zamanlar baÄŸların yer aldığı alçak tepelere doÄŸru çevirip uzakları görmeye çalıştığınız anlarda soracağınız ilk soru, belki de ÅŸu an düşlemekle yetindiÄŸim akademinin temel sorusu olmaya da aday deÄŸil mi dersiniz? Sahi kimiz, neden buradayız ve nereye gidiyoruz?
Ah Sevgili okur! Belli ki, esrikliğin, dahası aymazlığın cüretini de yüklenmiş bütün bu sorular. İyi ama şu şeytan üçgenine bir boyut daha katacak çabayı neden kendinden esirgiyorsun?
Termik santrallerin gövdelerinden önce gölgeleri vuruyor bu koca soruların üstüne.
Ama renkler, kokular ve o güzel ince düşünceler henüz direniyor.
Ne güzel ki direniyor!
Ahmet ÖNEL
www.ahmetonel.com
“Sirenler’in Yalancısı” diye baÅŸlık atmıştım öncelerde kaleme aldığım Foça yazılarıma. Kimi dergilerde yayınlanırken üst baÅŸlık olarak kullandığım sevimli bir ironiydi bu baÅŸlık. Öyle ya, Foça’nın açıklarında Siren Kayalıkları vardı ve ben -yine o çok öncelerde yaÅŸandığı gibi- kulaklarıma fısıldanan cümlelerin yalnızca aracısı olarak kalmayı seçecektim. Yazılarımın içeriÄŸinde, öncelikle Foça yer alıyordu elbette; ne ki, bir yöreyi anlatmak için yola çıktığınız bir yazıda ne denli yalnızca yine o yöreyle sınırlı kalabilirdiniz! Amacım yaÅŸadığım bölgeden haberler iletmek, ötesindeyse yöremin serin esintisini okuyanın imgelemine taşımaktı. Uzun soluklu olamadı bu yazılar. Foça’nın nankörlüğü deÄŸildir bunun nedeni; yazarının üşengeçliÄŸinden de kaynaklanmamıştır mutlaka! Kimi zaman elinizdeki kalemi durduran, gönlünüzdeki ÅŸiiri kuru bir anlatıya dönüştüren adını koyamadığınız bir paslı kilit vardır; belki de gerekçe gelip ona dayanıyordu, kim bilebilir!
Foça, tahmin etmesi zor olmasa gerek, yaşamanın yazmaya yeğlendiği yörelerden başlıcaları arasında. Özellikle, doğanın kendini teklifsiz sunduğu şu cömert ilkyaz günlerinde hayatı parmaklarınızın arasından kayıp gitmekte olan suyla eşdeğer kılıyor ve aklınızdan değilse bile gönlünüzden geçenleri yaşamayı seçiyorsunuz. Sonuç olarak, kekik ve mimoza kokularını yüklenmiş tepelerin keşfi bir kez daha şölene dönüşüyor. Kesilen soluğunuz yaşınızı hatırlatıyormuş, kimin umurunda! Öteden denizin tüm görkemi ve bin bir beyaz köpüğüyle sizi kışkırtmakta olduğunun ayan beyan farkındasınız!
KoÅŸullar hazır olduÄŸuna göre yapacak son bir iÅŸ daha kalıyor geriye. Evet, küçük boy bir defteri pantolonunuzun arka cebine yerleÅŸtirmeyi asla ihmal etmeyin! (Yazmazsanız ,Sait Faik’in yaÅŸadığı türden bir çıldırma nöbetiyle karşı karşıya gelmezsiniz belki ama, insanın kendi öznel tarihine not düşmesindeki güzel ayrıcalıktan neden mahrum bırakasınız ki kendinizi) Yazı nankör olduÄŸu kadar sürprizlere açık bir uÄŸraÅŸtır çünkü. Hangi esinin hangi yele tutunup yüreÄŸinizi sarsacağını asla bilemezsiniz. İnsanı dinden deÄŸilse bile disiplinden eden baÅŸtan çıkarıcıların keÅŸfi ise, uzun mu uzun bir listenin arsız katılımcılarıdır aslında. Kendini akasya saÄŸanağından kim koruyabilmiÅŸ bu güne kadar! Ya hanımeli , bilemedin yasemin fırtınasından uzakta durmak mümkün müdür sanırsınız? İğdenin, ıhlamurun, nazenin güllerin ve şımarık karanfillerin ise hiç sözünü etmiyorum. KiÅŸiyi yazmak ve yaÅŸamak sapağına getirip bırakan bir tuhaf sınavın öncesindesiniz. İkisini birden götürmeye gücünüz, dahası niyetiniz yoksa yapacağınız seçimin sonucu yalnızca koca bir piÅŸmanlık olacaktır!
Sözün özü ÅŸu: Foça, akla gelebilecek her rengin ve kokunun büyüsüne teslim olduÄŸu günleri yaşıyor ÅŸu sıralar. Yine de talihsiz bir tanımlamayla yörenin rakı roka balık ÅŸeytan üçgeni tanımına çakılıp kalmış olması, ÅŸu sözünü ettiÄŸim duyusal cümbüş konusunda yine insanımızın gerekli çalışkanlılığı göstermekten yana olmamasıyla açıklanabilir. Kolaycılıktır bu elbette. Bir yörenin keÅŸfi, oranın bildik özelliklerinin de ötesinde kendisini tanımakla ilgili öznel bir çabayı da zorunlu kılmaz mı? Bu çabanın eksikliÄŸi ise yörenin o talihsiz tanımlamalarla sınırlı kalmasına yelken açacaktır. Günün indirgemeci yaklaşımlarıdır bütün bunlar: Isparta’yı gülle, Malatya’yı kayısıyla, Afyon’u ÅŸekerle özetleyen bu boyutsuz yaklaşım yine o güzel beldeleri baÅŸladığı noktada bitirir!
Ne ki, Foça büyük bir kent deÄŸil; bir balıkçı kasabası! Bu tanımlamayı bile iki düzlemde deÄŸerlendirmek olası aslında. Yılların çabası, gerek yönetimin gerekse yöredeki esnafın baskısıyla Foça’nın bir küçük kasaba olarak kalmasına karşı durmuÅŸ sanki. Günün baskın ve geçerli ölçütlerinden paranın öncelikle insanı, onun aracılığıyla da mekânı bozma gayretinin hazin sonuçlarıyla karşı karşıyayız bu gün. Yöreye daha çok sayıda turistin gelmesiyle, daha büyük ekonominin dönmesiyle ilgili beklenti yaÅŸadığımız çağın dayatmalarından yalnızca biri. Ancak, akıl erdirilemeyen çeliÅŸki de burada gizleniyor iÅŸte: Gelen konukların asıl beklediÄŸi yörenin kendi deÄŸerlerini koruması; otantik dokusuna sahip çıkması deÄŸil mi yoksa? Sonuçta kentin küçük bir örneÄŸine dönüşen bu güzelim yöreler hangi konuÄŸa, ne ölçüde çekici gelebilir? Kokudan lezzete, renkten insan sıcaklığına hasret kalmış bir gezgini tez zamanda tövbekara çevirmeye kimin hakkı var acaba?
Her dönemde karşılığını bulabileceÄŸimiz bu türden sızlanmalara son vermek en iyisi olacak belki de. Bir yöre insanıyla var çünkü. Foça’nın bir yanı deniz, bir yanı yeÅŸilse bir yanı da inceltilmiÅŸ düşüncedir kanımca. Pantolonun arka cebinde sırasını bekleyen küçük deftere de bu yüzden görev düşüyor zaten. Evet, denizin coÅŸkusu ve doÄŸanın yedi rengini cömertçe sunan dokusu sonuçta sizi güzel düşündürecektir! Foça’ya sanatçı dostların ilgi göstermesinin özünde de bu gerçekler saklıdır. Sakinlik, huzur, kendinle buluÅŸma, düşünme ve benzeri kavramların, ÅŸu koÅŸturusu bol hayatımızda ne denli az yer kapladığını akla getirin lütfen. Kendi hayatını iÅŸgale terk etmiÅŸ birinin sızlanmaya da hakkı olmamalı diyeceÄŸim ama, bu noktada söz sahibine doÄŸrultulacak olan eleÅŸtiri oklarını da görmezden gelmek mümkün olmayacak sanki! Kimse dilediÄŸi hayatı kuramıyor aslında. Günün yaÅŸam koÅŸulları ilk elde özgür seçimlerin baÅŸ düşmanı oluyor. Bu nedenledir ki, örneÄŸin Foça’ya yapılan hafta sonu gezilerinde ÅŸu ÅŸeytan üçgeni benzetmesiyle özetlediÄŸimiz kaçamaklar için kimseyi suçlamak gerekmiyor. Öyle ya, bunu da yaÅŸayamayanlar var!
Oysa içinde yer aldığı zaman dilimini alabildiÄŸine deÄŸerlendirmekten yana insan kardeÅŸlerim. Bu edimi yalnızca hazzın sınırlarıyla açıklamaya kalkışmak ise büyük haksızlık. Ne var ki, sinesindeki iki bin yıllık tarihi gizleyen güzelim Foça’da bile atılan her adımın bir karşılığını beklemek yalnızca romantik bir düşünceyle sınırlı.
Sırası gelmiÅŸken, dokuz yıllık Foça geçmiÅŸimde kendime ait en büyük yazıklanmayı da fısıldayayım: Bir “Foça Akademisi” oluÅŸturma düşüncesinin yalnızca bir düş olarak kalması insanın içini acıtmaz mı sizce de? Felsefeden sanata, yontudan tiyatroya… özellikle gençlerin ilgi odağı olmaya aday bir mekanın -ÅŸimdilik- ham hayal olarak kalmasının gerekçelerini de sıralamalıyım bir baÅŸka yazıda! Evet, zeytin aÄŸaçlarının gölgesi yukarıda söz ettiÄŸim nice soruya yanıt aramak için en uygun mekan mutlaka. Gözlerinizi, bir zamanlar baÄŸların yer aldığı alçak tepelere doÄŸru çevirip uzakları görmeye çalıştığınız anlarda soracağınız ilk soru, belki de ÅŸu an düşlemekle yetindiÄŸim akademinin temel sorusu olmaya da aday deÄŸil mi dersiniz? Sahi kimiz, neden buradayız ve nereye gidiyoruz?
Ah Sevgili okur! Belli ki, esrikliğin, dahası aymazlığın cüretini de yüklenmiş bütün bu sorular. İyi ama şu şeytan üçgenine bir boyut daha katacak çabayı neden kendinden esirgiyorsun?
Termik santrallerin gövdelerinden önce gölgeleri vuruyor bu koca soruların üstüne.
Ama renkler, kokular ve o güzel ince düşünceler henüz direniyor.
Ne güzel ki direniyor!
Ahmet ÖNEL
www.ahmetonel.com
"Ahmet ÖNEL" bütün yazıları için tıklayın...