İzmir’i yazmak
Bir gün yoluma durup soracak birileri, biliyorum; “Ne bitmezmiş bu senin İzmir’in, hala mı? Yazıyorsun, yazıyorsun…”
Kim böyle böyle diyecek bana?
Gençliklerimizi teker teker har vurup harman savurduğumuz, Kordonlu delikanlılar: Esat Balım, Ayhan Uytun, Erdoğan Heris ve Kamuran Kanıt mı?
Kısacık ömrüyle Şehir Tiyatrosu’nun tek geçmiş zaman gülü saydığım Güneri Kocatepe mi? (O Güneri Kocatepe ki, Shakespeare’den kendine yakıştırdığı bütün rolleri satır satır ezbere bilenimizdi. O Güneri Kocatepe ki, Tarlabaşı’nın geri, karanlık, güneş yüzü görmez sokaklarından birini mesken edinmiş ıssız bir otelin tek kişilik bir odasındayken İzmirsizlik canına tak demiş ve biz, ölüsüne ancak üç gün sonra kavuşabilmiştik.)
Hasan Göksu mu? (O Hasan Göksu ki, “Hasangiller”dendi; eski Bucası ve eski aşıklarıyla “Kopuk Takımı”nın da başı. Şimdi yorgun ve argın. Zorla ve yeniden adlandırılmış Kızılçullu’da hipodrom içi; atlara, bodur jokeylere, solmuş benizlerle televizyon ekranlarından çılgınca koşan atların yarışlarını seyreden uslanmaz yarışçılar, ızgara köfte, günlük fava, haşlanmış turpotu salatası, tuzlu leblebi ve yarım şişe rakıya fit; gelen geçen bağırgan ve edepsiz, banliyö trenleri ile Alsancak-Aydın otorayına karşı, ince yapraklı ve bol sinekli akasya altında bizim için kurduğu sofrada hep birlikteyiz. O ki, yorgun ve argın. Muhtar Kemal’e, Galip Göksel’e, bana ve Aydoğan Yavaşlı’ya bakıyor ve eskiyle kıyaslanamayacak kadar az yudumlarla rakısını içiyor.
Trenler geçiyor, ayaklarımızın altındaki toprak sarsılıyor ve bizi kimse, hiçbir şey geçmişimizdeki İzmir’den koparamıyor. Eskiden bağlara giderdik. Toprağa yatmış sabah serinliğinin diriliğindeki salkımları koparır, gelirken fırından aldığımız taze kiloluk ekmeklere Tankolar’ın mandırasından gaspedilme peyniri katık ederdik. Üzüm, ekmek, peynir. Bağ, Hasan Göksu’larındı ve o, bizim üzüm peynir ekmeğimiz yerine bize inat dipleri yarılmış taze bardacıkla kahvaltı ederdi.
O Hasan Göksu ki… Evet, yorgunum, argınım ve artık yaşlandım. Yüzüme bakmamıştı bunu derken. Yaşlanmayı, alçakgönüllülükle kendine ayırmıştı; bizi yaşlandırmayı yüreği götürmemişti.)
|