ISSN 1308-8483
Zamana Sarılı Tanıklıklar / Erol ÇINAR
Erol ÇINAR    
  Yayın Tarihi: 17.11.2008    


Zamana Sarılı Tanıklıklar

Anılar yerinde duramaz, bir oradadırlar, bir burada!. İnsanların vazgeçilmezleridir onlar. Nerde, ne zaman, nasıl karşımıza çıkacakları belli olmaz. Bakarsın sohbet sırasında belirip, bir imgeden, farklı bir simgeden esinlenerek belleğin girdaplarından fırlarlar, bazen de solmuş bir fotoğraf karesinden seslenirler.

İnsan yalnızlığın girdabına yakalandı mı, çoğunlukla anılara sığınıyor. En çokta somut belgelere, çoğunlukla da fotoğraflara. Zamanı yakalamak, içinde bulunduğu an’ı sürekli kılmak. Fotoğrafın amacı bu değil midir?. Üç boyutlu yaşamı, iki boyuta indirgemek ve bunu dört referans noktasına sığdırmak. Deklanşöre basıldığı anda içinde bulunduğumuz an kalıcı kılınmış, bir kağıt karesine hapsedilmişizdir. Bu anlamda, her fotoğraf bir zaman diliminin göstergesidir. Fotoğraf an parçacığını gösterirken kendisinin gösterdiği zaman diliminin dışında başka bir zaman dilimini de yansıtır. Oysa dünya o tek bir anın ötesinde dönmesine devam eder. Yaşam olağanca hızıyla sürer. Devinim her şeyin üstündedir. Belleklerdeki, belgelerdeki yüzler değişe değişe hep yanı başımızdadır.

Fotoğraf albümlerine bakıyorum. Anlamlı ve derinlikli görüntüler yumağı karşımda şimdi. Her biri içinde farklı farklı öyküleri barındırıyor. Bu görüntüler beni duygusal ortama çekerken, görsel bir dünyanın esiri de yapıyor. Görünen gerçekle kendi gerçekliğim buluşuyor. Tarihsel yolculuğum böylece başlıyor.

Elimde soluk bir fotoğraf. Yaşadığım, yitip gitmiş bir zaman parçasına bakıyorum şimdi. Tarihin geçmişteki durağan haliyle yani ölü yüzüyle karşı karşıya geliyorum. Hangi yıllardaydık?. Ay hangi ay, gün hangi gündü?. Objektife gözlerimizi kısarak baktığımıza göre güneşli bir gündü. Yaz olmalı. Belki günlerden Cuma. Kalkıp yanıma geldi o çocuk, İltekin İlkokulunun bahçesinden. Saf, temiz yüz ifadesiyle. Gelecekten habersiz, umut dolu. Tanımadığım biri vardı karşımda. Bütün bütüne yabancı değildi bana. Çok uzaklarda kalan bir dostu, bir arkadaşı hatırlatıyor bu yüz. Yoksa bu ben miyim?. Yanımdakiler uzun yıllardır görüşemediğim dostlarım mı. Birazdan zil çalacak, o çocuk derse girecek, öğretmenini can kulağıyla dinleyecek.

Bir başka fotoğrafa gözüm takılıyor. Fotoğraf sanatçısı arkadaşımın atölyesindeyiz. Kareli bir gömlek var üzerimde. Otuzlu yaşlar mı, belki de. Kim bilir nereden geliyordum?. Sinemadan mı çıktım?, Bir arkadaş buluşmasından mı?. İçeri girdiğimde arkadaşım dönemin popüler bir sanatçısının fotoğraflarını çekiyordu. Kendimi atölyenin ortasında, kameranın karşısında buluyorum. Hadi senle bir fotoğraf çektirelim diyor, sanatçı. Ben apayrı bir havadayım, sanatçı ise büsbütün başka!. Bir şiir mi düşünüyorum?, bir sevgili özlemi mi?. O an bir daha hiç yakalanmayacak, bugünden ne desem yalan.

Yaşam bir fotoğraf karesinden çıkıp, üzerime çöküyor. Bir kış günüydü sanırım. Hep birlikteyiz. Aile fotoğrafımız. Annem, babam, ben ve kardeşim. Siyah beyaz bir çalışma bu. Dikkatimi fotoğraftaki huzur havası çekiyor. Ben objektifin içine bakmışım, herhalde fotoğrafçının söyledikleri işe yaramış. Gülün ve objektife bakın!. ifadesi. Çocukluğumdan kopuk bir zaman parçası. Fotoğraflarda yaşayacak. Kendim, kendim sandığım o papyonlu çocuğa bir yabancıya bakar gibiyim. Şimdi hiçbiri yok. Belki o çocuk bile.
Yasemin ile beraberiz, bir renkli fotoğraf karesinde. Rauf Tulgar daha doğmamış. Kaz dağlarında, köy silüeti ardında gözüken denize bakıyoruz. Birbirine aşık iki insanın heyecanı, sevgisi yansımış yüzlerimize. Elele, dizdize, birbirimize sokulmuşuz. Heyecanlı ve mutlu. Hani insanın yanındayken bile sevgilisini özler ya aynı duygular içindeyiz.
İlk gençlik günlerinden başka bir fotoğrafa bakıyorum şimdi. Aylardan Temmuz. Dönemin Cumhurbaşkanı bizi öğlen yemeğine çağırmış. Bir siyasi partinin gençlik kolları yönetim kurulu olarak yemekte tam kadro hazırız. Heyecanla, tutkuyla ordayız. Katılımcıların çoğu üniversite de öğrenci, benim gibi birkaç kişide iş hayatından. Kimi mühendis, kimi avukat. Sonra ne oldu?. Herkes kendi yazgısına gitti. Düşler çoktan parçalandı. Yaşam aldı götürdü onları bir yerlere. Elimde yalnızca fotoğraflar kaldı. Nerede o idealleri olan insanlar?. Siyaset tutkularını her şeyin önüne koyan gençler?. Neredeler şimdi?. Yaşıyorlar belki ama anılarımızdaki gibi mi?. Öyle birileri var mı?. Kendilerine sorsak bilirler mi?. Birçok arkadaşım vardı. Şimdi yoklar!. Adlar, yüzler, bakışlar, bir bir geçiyor belleğimden. Fotoğraflar kaldı, zamanlar geçti. O fotoğraf karesindeki arkadaşlarımın hepsi hayatta, yaşıyorlar. Yaşıyor demek yetmez. İstedikleri gibi mi yaşadılar?. Fotoğraflarındaki özlemlerini gerçekleştirerek mi?. Bazen arada bir karşılaşıyoruz. Konuşacak konumuz yok. Yitirdiğimiz o sıcak günleri anmak bile yok. Onlarla yaşadığımız bir zaman var mıydı?. Fotoğraflar istediği kadar konuşsun boş.

Tek düze gitmez yaşam. Farklı serüvenler yaşanır ve biter. İnsanlar sloganlaşan yaşamın izlerinde, aşklar, ıstıraplar, sevinçler, mutluluklar, yoksunluklar yaşayarak gizlenir, kaybolur, silikleşir. Gün geçer, yıllar uçar gider. Hepsi, yaşamadan, yaşadığımı duymadan, duyumsamadan olur, biter. Yaşadığımın farkında olmadan neler yaşadım, neler yaptım?. Çevremi, kendimi nasıl, hangi kişilikle tanıttım?. Beni bilenler hakkımda neler düşündüler?. Nasıl bir izlenim bıraktım onların üzerinde. Aynı yerde kalmazdım zaten kalmadım da. Dün bugüne geldiğinde bir başkadır. Yüz değişir, söz değişir, bakış değişir. Zaman hızla akar. Ben artık başka biriyim. Kişi her yaşta değişiyor, başkaları da değişiyor.

Bir rüya, bir düş, bir kendimizi anlatmanın yolu mudur anılara dalmak?. İnanalım mı anılara?. Yaşandı ve bitti mi?. Peki ya belgeler, fotoğraflar, mektuplar, şiirler. Onların tanıklıkları. Yalancı tanık mı bunlar?. Fotoğraflar yalancı!. Zamanı dondursalar da mektupları da yırtmalı. En başta anıları!. Hepsi aldatıcı, hepsi yalan. Gerçek olan şu an, şu sen, bu ben.


Erol ÇINAR

erol.cinar@doruk.net.tr


1653










   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)