
Tarık Dursun K.
Bir gün Gürcistan’da
Gürcistan’daydım. Bir vakitler tabii. Tiflis’de. Yüksek, çok katlı oteldeki odamdan baktığımda, Bursa ile Tiflis’i nerdeyse karıştırıyordum. BenzerlermiÅŸ, öyle dediler, onlar da. (Onlarca yıl önceydi ben gittiÄŸimde; ÅŸimdi ne halde, ne durumda bilemiyorum.)
Otelin önünden boz bulanık bir su akıyordu; coÅŸkuluydu, “Sizin memlekete yaÄŸmur yağıyor yine”, dediler. Bizden gelen o akarsu, bize yaÄŸan yaÄŸmurun sarı rengini öne katmış, Tiflis’e getirmekteydi.
Tiflis’deki bütün Gürcüleri sevdim. DoÄŸulu sayılırlar mıydı, yoksa Karadenizli (Karadeniz’e kıyıları vardı; narenciye ormanlarıyla uçsuz bucaksız çay bahçelerinde garip bir kokuyu içime soluyarak uzun uzun gezmiÅŸtim) yada Kafkaslı mı?
Gürcülere sorarsanız, hikayeyi Mısır’daki Sağır Sultan bile duymuÅŸtur: Durum bu iken..
“Ben duymadım, bilmiyorum” dedim; suçsa suçumu itiraf ettim.
Oyun yazarı Guram Batlaşvili (sağ ise, benden selam olsun ona) başladı anlatmaya;
“..Dünyamız oluÅŸturulup insanlar da yaratıldıktan sonra, Tanrı Baba, her ulusu bir bir çağırıp ülkeleri aralarında pay etmiÅŸ. Almanlara Almanya’yı, Fransızlara Fransa’yı, İtalyanlara İtalya’yı, İspanyollara İspanya’yı, Türklere de (diyelim) Türkiye’yi vermiÅŸ. Sırası gelen, almış gitmiÅŸ ülkesini, oturmuÅŸ, yurt edinmiÅŸ.
O sırada Gürcüler olandan bitenden habersiz, ÅŸarap içip (Tanrım, bir ÅŸarap içiyorlar ki, sormayın) habire ÅŸarkılar türküler söyleyerek (Gürcü’ye, oyun deyin durun orda) dans edip günlerini gün etmekteymiÅŸler. Nerden olmuÅŸ, nasıl olmuÅŸsa; akılları (bir gün) baÅŸlarına gelmiÅŸ, aman diyerek koÅŸmuÅŸlar.
“Babamız”, demiÅŸler. “Herkese toprak veriyormuÅŸsun. İşte, biz, Gürcü kulların da kalktık geldik. Ver bize de nereye vereceksen!”
Tanrı Baba ‘bunlar da nereden çıktı böyle’ gibilerden bir bakmış:
“Geç kaldınız evlatlarım”, demiÅŸ. “Hem de çok. Ben dünyayı öbür kullarım arasında çoktan paylaÅŸtırdım bile…”
“Ya biz Babamız, ya biz? Onca kulun, biz? Bizi ortada mı bırakıyorsun yani?”
Tanrı Baba, hoşgörüyle bakmış bakmış, o aralar nerde olduklarını sormuş. Onlar da:
“Åžarap içip, türkü çağırıp, dans ederek bize verdiÄŸin nimetlere şükrediyorduk” demiÅŸler.
“Nasıl yani?” demiÅŸ, sormuÅŸ Tanrı Baba.
“İşte aynen böyle”, demiÅŸler; baÅŸlamışlar yanlarında getirdikleri ÅŸarapları içip, türkü çağırmaya, arada kalkıp hora tepmeye. Çok hoÅŸuna gitmiÅŸ bu Tanrı Baba’nın.
“Peki, Gürcü kullarım”, demiÅŸ. “Sizi bağışlıyorum. EmekliliÄŸim için kendime ayırdığım bir ufacık yer vardı, onu size veriyorum. Varın, gidin güle güle oturun o topraklarda…”
Guram Batlaşvili gözleriyle gülerek sözü bağladı:
“Tanrı Baba’nın kendine emekliliÄŸi için ayırdığı o toprak, iÅŸte bu Gürcistan’dır.”
Böyle dedi ve şarap kadehini başına dikti, soluksuz içti.
Evet efendim, ben bir zamanlar Gürcistan’daydım.
Tarık Dursun K.
"Tarık Dursun K." bütün yazıları için tıklayın...
Gürcistan’daydım. Bir vakitler tabii. Tiflis’de. Yüksek, çok katlı oteldeki odamdan baktığımda, Bursa ile Tiflis’i nerdeyse karıştırıyordum. BenzerlermiÅŸ, öyle dediler, onlar da. (Onlarca yıl önceydi ben gittiÄŸimde; ÅŸimdi ne halde, ne durumda bilemiyorum.)
Otelin önünden boz bulanık bir su akıyordu; coÅŸkuluydu, “Sizin memlekete yaÄŸmur yağıyor yine”, dediler. Bizden gelen o akarsu, bize yaÄŸan yaÄŸmurun sarı rengini öne katmış, Tiflis’e getirmekteydi.
Tiflis’deki bütün Gürcüleri sevdim. DoÄŸulu sayılırlar mıydı, yoksa Karadenizli (Karadeniz’e kıyıları vardı; narenciye ormanlarıyla uçsuz bucaksız çay bahçelerinde garip bir kokuyu içime soluyarak uzun uzun gezmiÅŸtim) yada Kafkaslı mı?
Gürcülere sorarsanız, hikayeyi Mısır’daki Sağır Sultan bile duymuÅŸtur: Durum bu iken..
“Ben duymadım, bilmiyorum” dedim; suçsa suçumu itiraf ettim.
Oyun yazarı Guram Batlaşvili (sağ ise, benden selam olsun ona) başladı anlatmaya;
“..Dünyamız oluÅŸturulup insanlar da yaratıldıktan sonra, Tanrı Baba, her ulusu bir bir çağırıp ülkeleri aralarında pay etmiÅŸ. Almanlara Almanya’yı, Fransızlara Fransa’yı, İtalyanlara İtalya’yı, İspanyollara İspanya’yı, Türklere de (diyelim) Türkiye’yi vermiÅŸ. Sırası gelen, almış gitmiÅŸ ülkesini, oturmuÅŸ, yurt edinmiÅŸ.
O sırada Gürcüler olandan bitenden habersiz, ÅŸarap içip (Tanrım, bir ÅŸarap içiyorlar ki, sormayın) habire ÅŸarkılar türküler söyleyerek (Gürcü’ye, oyun deyin durun orda) dans edip günlerini gün etmekteymiÅŸler. Nerden olmuÅŸ, nasıl olmuÅŸsa; akılları (bir gün) baÅŸlarına gelmiÅŸ, aman diyerek koÅŸmuÅŸlar.
“Babamız”, demiÅŸler. “Herkese toprak veriyormuÅŸsun. İşte, biz, Gürcü kulların da kalktık geldik. Ver bize de nereye vereceksen!”
Tanrı Baba ‘bunlar da nereden çıktı böyle’ gibilerden bir bakmış:
“Geç kaldınız evlatlarım”, demiÅŸ. “Hem de çok. Ben dünyayı öbür kullarım arasında çoktan paylaÅŸtırdım bile…”
“Ya biz Babamız, ya biz? Onca kulun, biz? Bizi ortada mı bırakıyorsun yani?”
Tanrı Baba, hoşgörüyle bakmış bakmış, o aralar nerde olduklarını sormuş. Onlar da:
“Åžarap içip, türkü çağırıp, dans ederek bize verdiÄŸin nimetlere şükrediyorduk” demiÅŸler.
“Nasıl yani?” demiÅŸ, sormuÅŸ Tanrı Baba.
“İşte aynen böyle”, demiÅŸler; baÅŸlamışlar yanlarında getirdikleri ÅŸarapları içip, türkü çağırmaya, arada kalkıp hora tepmeye. Çok hoÅŸuna gitmiÅŸ bu Tanrı Baba’nın.
“Peki, Gürcü kullarım”, demiÅŸ. “Sizi bağışlıyorum. EmekliliÄŸim için kendime ayırdığım bir ufacık yer vardı, onu size veriyorum. Varın, gidin güle güle oturun o topraklarda…”
Guram Batlaşvili gözleriyle gülerek sözü bağladı:
“Tanrı Baba’nın kendine emekliliÄŸi için ayırdığı o toprak, iÅŸte bu Gürcistan’dır.”
Böyle dedi ve şarap kadehini başına dikti, soluksuz içti.
Evet efendim, ben bir zamanlar Gürcistan’daydım.
Tarık Dursun K.
"Tarık Dursun K." bütün yazıları için tıklayın...