UĞUR BEY ve ZARA SAVCISI / Tülin DURSUN
Tülin DURSUN

Tülin DURSUN

UÄžUR BEY ve ZARA SAVCISI



Ona neden Remzi Paşa dediklerini kimse bilmiyor. Gerçekten de asker miydi? Yoksa ilçedeki herkes gibi ona da bir lakap mı takılmıştı? Aradan uzun yıllar geçtiğinden anımsayan yok.

Remzi PaÅŸa Zara’ya yerleÅŸmeye karar verdiÄŸinde ilk önce karısı buna itiraz ettiyse de, biricik oÄŸulları Cebrail Bey’in büyük ÅŸehirde okuması karşısında sesini çıkaramamıştı.

Cebrail Bey adı gibi sanki bir melekti. Sessiz, sakin, efendi bir delikanlıydı. Hani ağzından cebren lokma alınacaklardan değil; istendiği anda elindekini, avucundakini veren tiplerdendi. Bazı zamanlar bu efendiliği eşrafın, esnafın diline alay konusu olsa da; bilgisi ve genç yaşına rağmen tecrübeleri insanların sıkça ona danışmalarına engel değildi.

Remzi PaÅŸa’nın biricik oÄŸlu okulunu bitirip de, Zara’ya dönünce ilçenin ileri gelenlerinden birinin kızıyla evlendirildi.

Yukarıda da söz ettiğimiz gibi Cebrail Bey ilçenin mürekkep yalamışlarından olduğu için kısa zamanda ilçe idare müdürlüğü üyeliğine kadar seçilmiş bir zattı. Her ne kadar sesi gür çıkmasa da, dinlenirdi.

Cebrail Bey ve karısı evlendikten yaklaşık iki yıl kadar sonra oÄŸulları UÄŸur’un aralarına katılmasıyla çok mutlu olmuÅŸlardı. Dede-babaanne tarafından şımartılan bu ÅŸirin çocuÄŸun yıllarca Zaralıların dilinden düşmeyeceÄŸi o zamanlardan belliydi.

UÄŸur babasının, yani Cebrail Efendi’nin karakter ve görünüş olarak tam zıttı bir çocuktu. Mahallede, okulda karışmadığı kavga olmadığı gibi, kavgayı baÅŸlatan da hep oydu. Cin fikirli, yerinde duramayan, ortalığı karıştıran biriydi ama bir o kadar da sevimli, cana yakın tavırlıydı. Herkes tarafından sevilmesinin asıl nedeni insanlara deÄŸer vermesi, büyük-küçük saygısı, sevgisiydi. Gönlü bol bir delikanlıydı.

UÄŸur büyüdükçe, delikanlı oldukça yaptığı haylazlıkların boyutu da büyüyordu. Ele avuca sığmaz bu oÄŸlanın erken yaÅŸlarda evdekilere inat içkiye baÅŸlaması, kadına- kıza takılması Cebrail Efendi’yi üzse de tek oÄŸul olmanın titizliÄŸi ile hep korunuyordu.

Ortaokul ve lise sınıflarını neredeyse çift dikiş tutturarak geçmesi ayrı bir sorundu. Buna rağmen okula hep severek gidiyordu.

Dede torpiliyle yakınlarda, Yıldızeli’nde askerlik yapması Zara halkını biraz da olsa UÄŸur’un haylazlıklarından kurtaramamıştı. ÇevirdiÄŸi çeÅŸitli dolaplarla oyunlarına bir üstünü de alet etmesi ortalığı hep karıştırıyordu.

Asker dönüşü ilçe halkı onun bir an evvel iş hayatına atılması için seferber olurken, Uğur son derece rahat davranışlarıyla tepki çekiyor, anne ve babasını üzüyordu.

Nihayet araya giren eÅŸ-dost ve eÅŸrafın ileri gelenleri sayesinde UÄŸur Zara Cezaevi’ne gardiyan olarak iÅŸe baÅŸlamıştı.

Cezaevi dediysek öyle yüzlerce tutuklusu olan bir dam değildi burası. Topu topuna yirmi, bilemediniz yirmi iki tutuklusuyla tam bir kasaba cezaeviydi.

Civar ilçe ve köylerden gelen, genellikle adi suçlardan hüküm giymiÅŸ tutuklularla UÄŸur Bey’in arası hep iyiydi. İki gardiyanı vardı cezaevinin. Harun ve UÄŸur.

Hapishane Müdürü Orhan Bey’in Tokat’a tayini çıkınca UÄŸur meydanın kendine kaldığını, geçici müdürlüğünün tadını sonuna kadar çıkaracağını düşünüyordu. Sevinçliydi. Savcı Bey’in arada, sırada habersiz cezaevi ziyaretlerinin dışında bir kaygısı yoktu.

Temmuz ayının ortalarına doÄŸru UÄŸur Bey Kızılırmak’ta kuzu çevirmeyi aklına koyduÄŸunda uykuları kaçar olmuÅŸtu. O çilingir sofrasına öyle olur olmaz kiÅŸileri oturtmazdı. Zevkine düşkündü ama arkadaÅŸlarının çoÄŸu ya ilçe dışında, ya da hapisteydi. Zaten çoÄŸu da evlenmiÅŸti. Evlilerle arkadaÅŸlığın tadı olmuyordu. Hâlbuki şöyle eskiden olduÄŸu gibi bir araya gelseler, püfür püfür esen Çorak’ta ateÅŸ yaksalar, halay çekseler kötü mü olurdu? AteÅŸe bir de oÄŸlak ÅŸiÅŸlediler mi, yanında da kaçak Suriye Rakısı reyhan? İyi damıtılmışından? Daha ne olsun?

Uğur Bey sesli düşünmeye başladığında gülmeye başladı. Aklına çilingir sofrası düşmüştü bir kere. Tek derdi oynatacak bir çengi yoktu. Köçekle idare ederlerdi belki?

“Bugün olmaz ama yarın uygundur.” Dedi kendi kendine. Yine gülmeye baÅŸladı. Eski müdürün odası yeni müdür gelene kadar onun odasıydı. Uzun, pergel bacaklarını masaya uzatarak, mektup açacağı ile tırnaklarını temizlemeye koyuldu. Kafasını çalıştırması gerekiyordu. İkinci gardiyan Harun dış avluda aşçı ile çene yarışına girmiÅŸti. Pirinçten yapılma zile olanca kuvvetiyle bastı. Harun kapıyı tıklayınca sesini ince perdeden ayarlamaya özen göstererek;

“Gel!” Diye seslendi

“TeftiÅŸe çıkıyoruz!”

“Ne teftiÅŸi oÄŸlum? Sen kendini iyice müdür belledin? Hepsi arkadaşımız. KoÄŸuÅŸta zar tutup, barbut oynarlar. Birazdan öğünleri de önlerine gelecek. Daha ne?”

“Öyle teftiÅŸ deÄŸil, onlara müjdem olacak.”

KoÄŸuÅŸtakilerin çoÄŸu çocukluk arkadaşıydı. Gardiyan Harun da öyle. Kendisinden yaşça büyük olanı da vardı, küçük olanı da. Kendi deyimiyle UÄŸur Bey’i kimse iplemiyordu. Yan yana gelseler el-ense çekecek kadar samimi arkadaÅŸlardı. UÄŸur’un makamı kendineydi, arkadaÅŸlarına sökmezdi. Dedik ya Zara küçük, samimiyeti, arkadaÅŸlığı olan bir yerdi.

UÄŸur Bey koÄŸuÅŸa sürgülü pencereden baktı. Gözleriyle Harun’a kapıyı iÅŸaretledi. Harun kapıyı açtığında koÄŸuÅŸ tam bir kargaÅŸa içindeydi. Her zamanki gibi kurÅŸunlu zar kavgası vardı. Buna raÄŸmen saygıda makama kusur etmemek adına hepsi sıraya girdiler. Tekmil vermeye hazırdılar. UÄŸur Bey koca bir taburu teftiÅŸe çıkmış komutan edasıyla sıraya girenleri şöyle bir süzerek;

“Merhaba arkadaÅŸlar!”

KoÄŸuÅŸta çıt yok! Zira böyle zamanlar UÄŸur Bey’in mutlaka çıkarına olacak teftiÅŸlerdir. Sabah ve akÅŸam kontrollerinin dışında UÄŸur Bey koÄŸuÅŸlara hiç girmezdi.

Palancıların Küçük Halil;

“De bakalım UÄŸur Bey’imiz! Bugün ne istersin?”

Uğur Bey her zaman olduğu gibi omuzlarını yükseltip, sağ elini sol göğsünün ceket yakasından içine sokarak ayak topukları üzerinde belli belirsiz yükseldi. Sesinin tonunu ortama uydurarak;

“ArkadaÅŸlar, kader yoldaÅŸlarım!”

“Uzun etme PaÅŸa torunu! Biz senin nereden kader yoldaşınız ki? Ne diyeceksen kestirmeden de hele!”

“Uzun sözün kısası ÅŸudur ki, ben size çok üzülüyorum. Burada kaderinize boyun eÄŸmiÅŸ, öylece beklersiniz. Düşündüm, taşındım sizleri Çorak’ta oÄŸlak çevirmeye götürmeye karar verdim.”

“He mi UÄŸur Bey?”

“He ya! Åžimdi hepiniz aranızda para topluyorsunuz, sonra da bana veriyorsunuz.”

“Ee?”

“E ne yoldaÅŸ? OÄŸlak çevireceÄŸiz dedik ya? Hem de ırmak kenarında. Kızılırmak epeyce sakindir bu aylarda. DeliliÄŸi yoktur. Onun yerine biz biraz delice olalım.”

Herkesin gözlerinde sevinç parıltısı vardır. Yanık Osman;

“Haksızlık olmaya? Herkesin onca parası yoktur PaÅŸa torunu?”

“Parası olan olmayana verir. Kader yoldaşı deÄŸil miyiz?”

O zamanlar yoldaş kelimesini neredeyse bütün mahkûmlar kullanırdı. İşledikleri suçun adi suçtan ziyade, kaliteli bir suç olduğunu kanıtlamak isterlerdi kendilerince. Düşünce suçlusu, siyasi suçlu olmak onlar için kahramanlık gibi bir şeydi. Oysa bu bir avuç insan birbirlerinin bağırsağındaki kırıntıyı bilirlerdi. Yine de kimse bildiğini söylemezdi.

Uğur Bey koğuştan ayrılınca arkasından söylenmeye başladılar.

“Gavat UÄŸur ne olacak!”

“Herif bir de kader yoldaşıyız demiyor mu?”

Her ne kadar arkasından konuşsalar da yiğidin hakkını vermeyi de unutmuyorlardı.

“ArkadaÅŸlar hepiniz kızarsınız ama bizim UÄŸur eski UÄŸur. Bakın bir kere. Kim her ÅŸeyi göze alır da kodesten dışarı çıkarır? ArkadaÅŸ dediÄŸin dar zamanda yanında olandır. HasretliÄŸimizi anladı, götürüyor iÅŸte! Daha ne konuÅŸursunuz? Sene geldi, daha yeni avluya voltaya çıkmaya baÅŸladık. Gün, güneÅŸ mi gördük?”

AkÅŸama doÄŸru oÄŸlak ve rakı parası toplanıp, UÄŸur Bey’e teslim edildiÄŸinde herkes memnundu.

“De bakalım UÄŸur Bey’imiz? Ya bir gören olursa? Hiç korkmaz mısın?” Soran Gardiyan Harun’du.

“Neden korkacakmışız bakalım? Biz burada amme vazifesi görmüyor muyuz?

“O amme vazifesi sana mahkûmları Kızılırmak’ta yedir, içir mi diyor kurban? Sen adaletin mahkûm ettiÄŸini kıra, bayıra salıyorsun. Bak ÅŸimdiden diyeyim; ben bu iÅŸte yokum!”

“Korkma! Zaten sen gelmiyorsun. Her ihtimali düşünmek lazım birader. Sen nöbete kal, hal, vaziyeti idare et!”

Ertesi gün Cuma olduğundan Uğur Bey ahalinin camii çıkışını bekleyerek zaman kazanıyordu. Her şey tamamdı. Anasının mayaladığı çömlek peyniri, domatesi, biberi, rakısı, derisi güzel yüzülmüş oğlak hepsi hazırdı. Kete ile gözlemeyi de Yeter Teyze yapacaktı.

******

Öğleden sonra saat üçü gösterirken UÄŸur Bey pikniÄŸe götüreceÄŸi kader arkadaÅŸlarının eline yiyecekleri vererek yola çıktılar. Geldikleri yer Kızılırmak Nehri’nin en aÄŸaçlı, en serin, en güzel kenarıydı. Kavak aÄŸaçları ırmaktan ve yaÄŸmurdan bolca nasiplenmiÅŸ, göğe tırmanmışlardı. İleride KösedaÄŸ’ın tepesi görünürken daha arkasından SuÅŸehri yakınlarındaki KızıldaÄŸ’ın silueti bütün ihtiÅŸamıyla akÅŸamüstüne ayrı bir kızıllık katıyordu.

Elbirliği ile hazırlanan yer sofraları ve yakılan ateşe çengelle uzatılan oğlak hepsinin keyfini getirmişti. Kalın su bardaklarına koydukları rakıları demlenmeye başlamışlardı. Sesi güzel olanlar sırayla türküleri patlatırken et de pişmişti artık. Sivas bıçaklarının en yiğitleri eti parçalamaya hazırdı. İri yarı iki mahkûm bu işi severek yapıyorlardı. Bir yandan da atıştırıyorlardı. Hepsinin kafası tam kıvamındaydı. Uğur Bey ve mahkûmlar çok mutluydular.

Savcı Bey hafta sonlarını Sivas’ta, ailesinin yanında geçirirdi. Cuma akÅŸamüstü gider, pazartesi sabahı erkenden görevine, Zara’ya dönerdi. Bugün belki de hayatında ilk defa bu hafta sonunu Zara’da geçirmeye karar vermiÅŸti. Åžoförüne arabayı cezaevine sürmesini söylediÄŸi zaman Çorak’ta eÄŸlencenin en katmerlisi yaÅŸanıyordu.

Savcıyı karşısında gören Harun Gardiyan ne yapacağını şaşırmıştı.

“Emredin Savcı Bey’im?”

“TeftiÅŸe geldim, aç kapıyı!”

Ah Uğur Bey ah! Kendini de, beni de yaktın! Sırası mıydı gezinin? Ne diyeceğim?

“BaÅŸ üstüne Savcı’m!”

Gardiyan Harun koÄŸuÅŸa doÄŸru seÄŸirtirken bir yandan da hani “belki gelir” umuduyla arkasına bakıyordu. Arkasına öyle çok dönüp baktı ki, Savcı da, ÅŸoförü de arkalarına dönüp baktılar. KoÄŸuÅŸun kapısına gelince Harun Gardiyan durakladı:

“Sayın Savcı’m koÄŸuÅŸta kimse yok!”

“Nasıl yok? Avluda kimseler yoktu. Neredeler?”

“Mahkûmlar Çorak’a geziye gittiler.” Savcı Bey bedenindeki bütün kanın beynine dolduÄŸunu hissetti. Kulakları uÄŸuldamaya baÅŸlamıştı.

“Ne diyorsun sen be adam?”

“Åžey Sayın Savcı’m, BaÅŸgardiyan UÄŸur Bey onları çok sıkıldıkları için geziye, nehir kenarına götürdü.”

Savcı elleri cebinde sert adımlarla geri dönerek arabasına doğru yürürken, şoförü arabayı önden açmak için koşuşturmaya başlamıştı.

“Hızlı sür!”

“BaÅŸ üstüne efendim!”

Savcı Bey’i taşıyan araba Kızılırmak yoluna doÄŸru ilerlerken Çorak meydanında mahkûmlar halay başından pöçüğüne kadar sarhoÅŸ olmuÅŸlar, sallanıyorlardı. Hep bir ağızdan Abdurrahman Halayı’na eÅŸlik ediyorlardı. Oyunun hoplatma bölümüne geçtikleri hareketlerinden belliydi. Sesleri ırmağın çılgın akan suyuna karışıyordu. YaklaÅŸan arabanın ne sesini duymuÅŸlardı, ne de kendini görmüşlerdi.

Arabayı ilk fark eden pörçükte mendil sallayan UÄŸur Bey’di. Omuzunu yanındakinden kurtarırken bağırmaya baÅŸlamıştı;

“Ah Savcı Bey’im! HoÅŸ gelmiÅŸsiniz. Sefalar getirmiÅŸsiniz. Biz de arkadaÅŸlarla sizi konuÅŸuyorduk. “Aramızda olaydı ne iyi olurdu, keÅŸke haber verseydik. ”Diyorduk.” Halay çekenler de birden durmuÅŸlardı. Bazıları gelenin kim olduÄŸunu anlamayacak kadar sarhoÅŸtu.

“Bu yoldaÅŸ kimdir UÄŸur Bey?”

“He vallahi Savcı Bey. UÄŸur yoldaşımız doÄŸru der.”

Savcı Bey başına gelen bu nahoş durumdan hiç hoşnut değildi. Şaşkındı. Onları ürkütmeden yanlarına yaklaşırken, bir yandan da düşünüyordu. Hepsi sarhoştu. Ne yapacakları belli olmazdı. Şurada istediği yere tayinine az bir zaman kalmıştı. Büyük bir şehre başsavcı olacaktı. Bu olay Allahtan reva mıydı şimdi? Ya kaçarlarsa? Ya kaçtıkları duyulursa? Ne olurdu hali? Bu güne kadar adına, mesleğine, onuruna bir söz getirmeden yaşamıştı. Karısına, çocuğuna ne diyecekti?

Savcı UÄŸur Bey’e yaklaÅŸarak elini omuzuna atmıştı.

“Ee UÄŸur OÄŸlum. İyi etmiÅŸsin. İstersen artık toparlanın da dönelim. Bak! ArkadaÅŸların biraz esrik. BaÅŸlarına bir ÅŸey gelsin istemezsin her halde?”

“BaÅŸ üstüne Savcı’m! Siz hiç meraklanmayınız. Hemen toparlanırız. Hem hiç korkmayınız Savcı’m! Bizlerde öyle kaçma falan olmaz.”

“Haydi yoldaÅŸlar! Bugün epeyce eÄŸlendik, yorulduk. Savcımız da geldi. Bir dahaki sefere onu da yanımızda getireceÄŸime söz verdim. Hepiniz ÅŸimdi sıraya geçip, tekmil verin! Kodese gidince tekrar ederiz. Savcımızı üzmeyelim, bekletmeyelim.”

Gerçekten de hepsi kısa zamanda toparlanıp, cezaevinin yolunu tutarken Savcı Bey içinden derin bir oh çekerek arabasına doğru gidiyordu. Başına gelen bu en komik hapishaneden kaçma öyküsü hayatı boyunca unutamayacağı bir anı olarak kalacaktı.

UÄŸur Bey mi?

Bu öykünün kahramanı Uğur Bey daha nice öykülerin kahramanı olacaktı.


Dipnot: Bu yaÅŸanmış öykü kırk beÅŸ-elli yıl önce Zara Ceza ve Tutukevi’nde yaÅŸanmıştır. İsimler deÄŸiÅŸtirilmiÅŸtir. Bugün Zara Cezaevi’nin yerinde bir okul binası bulunmaktadır.


Tülin DURSUN




28 Eylül 2012 Cuma / 2482 okunma



"Tülin DURSUN" bütün yazıları için tıklayın...