Egosal çığlıklar !
Egonun sesiyle iş görmek nasıl bir çıkarımdır?
Egosu güçlü ve keskin olan insanları güçlü gibi görme alışkanlığımız vardır, gerçekte de öyle midirler? Ego neyi temsil eder? Kimler egolarının sesiyle hareket ederler, kimler egonun buyurgan tavrıyla haklı çıkmanın savaşımı içinde kıvranırlar?
Ego (ben) nasıl bir duygu verir insana ki, an içindeki varoluş sessizliğini görmezden gelir yaşanılmaz kılar, soluksuz ve saldırgan yapar? Ego ki, aynı id gibi insana özgü dediğimiz fakat, insan ruhuna ve bedenine hiç de ilaç olmayan şey, nedir bu ego?
Yıllar öncesi, 2001 Uluslararası İstanbul Bienal'inin konusu da ego üzerine kuruluydu. "Egokaç", ego'dan kaçış teması işlenmiş herkes binbir yorum getirmişti. Kavramsal sanatın saçmalığı diyenler de vardı, doğu ile batının kesişme hazımsızlığı diyenler de, oryantalizm yaftası asılmış mekanlarda video şovu diyenler de... Ego-fugal'in anlamı üzerine şöyle dişe dokunur bir çözümleme-çalışma okuduğumu anımsamıyorum...
Peki neydi ego? İçten dışa doğru mu, dıştan içe doğru mu tariflemeli onu. Bileşen ve kesişenlerini bulmak için çıkış noktası ne olmalı? Herhangi bir şeyin ne olduğunu anlamak için, ne olmadığını tanımlama çabaları çoğu zaman işe yarar. Yoksa Freud'ca süper ego icadına da mı değinsek. Egolarımız olmasaydı nasıl bir varlık olurduk acaba? Ego, gerçekten kötü bir iç tepi mi? Egonun sesiyle iş görmek insana nasıl bir duygu verir, veriyor? Ne çok soru var aklı çelen...
Belki bu ego meselesine basitçe yaklaşmak gerek, ne ki ego basit bir tepi olmasa da. Tepi, iç tepi, tepki, tepelemek, tekmelemek, haydi bakalım tekme tokat hurraaa. İşin latifesi diyelim ve tekme tokata geçmeden dilin medeniyeti içinde uygar bir yol bulalım iç tepilerimize. Ne egodan kaçalım, ne egoyu kaçıralım bir başka yere.
Ağır geliyor egolarımız, öyle ağır ki ayaklarımıza dolaniyor, kollarımızı, omuzlarımızı çökertiyor, sırtımızı kamburlaştırıyor, gözlerimizi karartıyor, ruhlarımızı çürütüyor, kalplerimizi mengeneyle sıkıyor, üzüyor, yıpratıyor, hiddetlendiriyor, hasta ediyor.
Haklı çıkacağız illa da! Benim benim senin benini döver, ötmese de horozum tepelidir. Yok öyle susmak. Sustukça sıra bize gelecek ya, öyle belledik ya hak aramanın düsturunu. Oysa öğretemedik, öğrenemedik yeri geldiğinde susmanın, konuşmayı bilenlerin erdemi olduğunu!
Şunu da denemek gerek belki; Egonun o iç gıcıklayan, tepen, tepiştiren sesini hissettiğinizde derin bir soluk alıp bir süre öylece durmayı. Durup o şeyi tahlil etmeyi, o şeyin bize verdiği duyguyu bedenimizde dolaştırıp, benliğimize iyi gelip gelmediğini gözlemlemeyi.
Ani çıkışlar yapmadan önce egonun sesini duymazdan gelmek, hatta içimizde zıpır bir çocuk varmış da onu susturmaya çalışıyormuşuz gibi egoyu şeker isteyen küçük bir çocuğa benzetmek ve şekerin zararlı olduğunu bildiğimizden ona o şekeri vermemek. Neden olmasın...
Ya da egonun sesine kulak vermek için onu kışkırtıp şaha kaldırmak, verdiği başetme, altetme, hakkından gelme, haklı çıkma güdülerini sivriltmek. Hepsi biz insanlar içindir, ister egonun akıl, mantık, matematiksel şekliyle, ister özü sevgi olan kalbin sesiyle seçelim, sonuçta o seçim hakkı bizimdir.
Yeter ki; özgürlük hiç eksilmesin pencerelerimizden.
www.ascifok.com
|