UYUMAYAN ŞEHİR NEW YORK
Nereden başlasam nasıl anlatsam acaba... Belki bu başlangıç cümlesi kentle ilgili benim gözlemlerim içinde bir ip ucu olabilir. Hoşluk ve tuhaflıkları ile kendine özgü bir yaşam tarzı yaratmış bu şehir... New York adalardan oluşuyor. Köprüler, adaları şehrin kalbi olan Manhattan'a bağlıyor. Manhattan'a New York demek ne kadar doğru olur acaba?
Manhattan gerçekten mükemmel şehirleşmesi ile insanın gözünü kamaştırıyor. Fakat şehrin diğer kısımlarına geçince bu kamaşma yerini tuhaf bir şaşkınlığa bırakıyor. Belki de bu farklılık şehri özel kılıyor. Ben Manhattan bölgesini hemen hemen yürüyerek dolaştım. İnsanın kaybolma ihtimali yok. Her şeyi her yeri elinizde koymuşsunuz gibi buluyorsunuz. Metro ciddi bir kolaylık aynı zamanda ciddi bir eziyet... Çünkü "subway" dedikleri tren istasyonlarında havalandırma yok. İçeriye girildiğinde nefes alınmayacak bir sıcak var. Trenler ise üşüyecek kadar serin... Kapitalizmin başkentinde böylesi ilkel yapılanmayı anlamak mümkün değil. Ayrıca tren istasyonlarındaki merdivenler ise ayrı bir hikaye.. Hayatımda hiç bu kadar merdiven inip çıkmamıştım. En azından şişman New Yorklular için iyi bir fırsat. Bu kadar merdiven inip çıkarak nasıl hala şişman kalabiliyorlar anlamak mümkün değil.
Bu arada New Yorklulara da haksızlık etmek istemem. Gördüğüm kadarıyla şişman sayısı her yerde olandan fazla değildi. Şişmanlıkla gelir seviyesi arasında ters orantı olduğunu söylemek mümkün. New York'ta yaygın olmasa da Amerika'nın diğer eyaletlerinde obezitenin yaygın olduğu söyleniyor.
Manhattan'ın göbeğinde koskocaman bir park olan Central Park var. Hani hepimizin filmlerden bildiği öğlen yemeğini bir kese kağıdına koyup koşa koşa yemek yemeye gittikleri Park... Kesinlikle görülmeye değer. Taksim Gezi Park'ını korumak için bu kadar mücadele verilirken bu parkı gezerken içim burkuldu. Neden bizim de olmasın demekten kendimi alamadım. New York'ta yaptığım en eğlenceli şeylerden biri Türk çocuklardan kiraladığım bisikletle Central Park'ta dolaşmaktı. Central Park için orman demek fazla olmaz. Şehrin ciğerleri...
Şehirle ilgili başka bir tespit açık havada oturtulacak kafelerin olmaması. İlk gün çok tuhaf geldi bana... Hava güzel ama herkes klimalı mekanlarda oturuyor. Kış yaz açık hava kafeteryalarında vakit geçiren biri olarak bunu anlamak oldukça güç. Amerikalıların klima sevdalarının olduğu söylendi.
Manhattan yüksek binalarla çevrilmiş olmasına rağmen caddeler çok geniş ve ferah. Gelmeden önce hapsedilmiş duygusu yaşayacağımı düşünüyordum. Ama düşündüğüm gibi olmadı. Buradaki şehirleşmeye hayran kaldığımı söyleyebilirim. Central Park'ın yanı sıra Manhattan Adası'na yayılmış pek çok park var. Bu da mükemmel şehirleşmenin önemli bir parçası olmalı. Aklıma çocukluğumdan kalan bir reklam repliği geldi "yöneticimiz uyuyor mu?" diye...
New York benim anılarımda Caz Bar’ları ile yerini aldı. Bu bir rüyaydı ve gerçek oldu. Hepimiz filmlerden dumanlı caz barları hatırlarız. Şimdiki Caz Bar’lar dumansız. Aslında New York dumansız. Parklarda bile sigara içilmesine izin vermiyorlar. Sigara 15 Dolar civarında. Bu da özel yaşama müdahale gibi geldi bana... Evet Caz Bar’lardan söz ediyordum. İlk gittiğim Caz Bar Blue Note. Buranın en ünlü Caz Bar’larından biriymiş.1981 yılından beri hizmet veren bu mekan dünyanın her yerinden gelen caz severleri hayal edilmeyecek isimlerle bir araya getirmiş. Japonya'da ve İtalya'da şubeleri varmış.
İkinci gittiğim Caz Bar Birdland. Ünlü alto saksafoncu Charlie Parker'ın lakabı bilindiği üzere "bird". Yaklaşık 60 yıldır hizmet veren bu mekanın açılmasında önderlik eden Charlie Parker'ın lakabı barın adı için esin kaynağı olmuş. Çok özel bir geceydi benim için...
Geç kalmaktan korkmama rağmen New York gibi bir kentte gece üçte eve dönmeyi göze aldım. Hafif çekinerek metroya girdiğimde metrodaki kalabalık beni çok şaşırttı. Evet New York uyumayın bir şehir... Bu deneyimden sonra kim korkar New York'tan:)
Son ziyaret ettiğim bar ise Dizzy's Jazz Club Coca Cola. Hemen Central Park'ın yanındaki uzun bir binanın üst katında Manhattan manzaralı oldukça keyifli bir mekandı. Buralarda geçirdiğim zaman hiçbir zaman unutulmayacak cinsten benim için... Oldukça pahalıya mal olduklarını söyleyebilirim. New York'tan para caz barlarda harcanır. Alışverişte değil!
Aslında yazarken aklıma pek çok şey geliyor. Kısa kısa diğer gözlemlerinden söz edeceğim. New York'ta en çok konuşulan ikinci dil İspanyolca. Buradaki göçmenlerin bir çoğu Güney ve Orta Amerika'dan gelmiş. Ekmek derdinde olan bu insanlar nerede yaşadıklarının pek farkında değiller gibi..
Bilindiği üzere New York'un yangın merdivenleri pek ünlü.
Batı Yakasının Hikayesi, Siyam Balığı ve pek çok filmde bu yangın merdivenleri kullanılmıştı. Bu merdivenlerin fotoğrafını çekerken Honduraslı bir işçi bana adeta "abla ya niye çekiyorsun bunları. Herkes bunların fotoğrafını çekiyor ya da resmini yapıyor. Ben hiç anlamıyorum" dedi; kırık İngilizcesiyle... Guggenheim Müzesi'nin çok yakınında Latin kökenli bir işçiye müzeyi sorduğumda yine kırık İngilizcesiyle böyle bir yeri hiç duymadığını söyledi. Tanıştığım Latin kökenli insanların durumu da içler acısaydı. İngilizce İspanyolca karışımı "Spanglish" olarak tanımlanan bir dil konuşuyorlar. Diller arasında yerini bulmaya aday gözüküyor.
New York'la ilgili gözlemlerime sanırım başka bir yazıda devam etmeliyim. Yazıyı daha fazla uzatmadan bitirmeliyim. New York'tan Ekvador'un başkenti Quito'ya geldim. Birkaç gün dinlendikten sonra burayı keşfetmeye başlayacağım.
6 Temmuz 2013 Quito
|