Evimizdeyiz
Dünya kan ağlarken mutluluk şarkıları söylemenin ayıp ve uygunsuz olduğu düsturuyla yetişti bizim nesil...
İşte Aşure zamanı da geldi...
Geçen yıl yine bugünlerdi; bahçeli evimizin henüz yeni başlayan inşaatının temel harcına, zeytin yaprakları, buğday ve pirinç taneleri serpip, narlar patlatmıştım. Tencereler dolusu aşureler yapıp uçan kuşa geçen yolcuya dağıtmıştım. Her şey bereket bolluk ve sağlık içindi!
Geçtiğimiz yıl çok şeyi değiştirdi yaşamımızda, hoş kimin değiştirmemiştir ki, dünya gezegeni neredeyse hararetten buharlaşacak bir krizle cebelleşiyor. Savaşlar, asimilasyonlar, kimyevi zehirlenmeler yetmezmiş gibi krizin pençesindeki insanların işsizlik, yoksulluk sorunları giderek artıyor. Bütün bu kara tablonun içinde, bizim gibi insanların kendini mutlu etme çabaları şımarıklık olarak algılanıyor olabilir mi acaba!
Bir kazan dolusu aşure yapıp eşe dosta, gelene geçene dağıtmanın verdiği mutluluk biçimini anlatabilseydim keşke. Bu yılki de güzeldi...
Dünya kan ağlarken mutluluk şarkıları söylemenin ayıp ve uygunsuz olduğu düsturuyla yetişti bizim nesil. Oysa demediler bize; "sen şarkılar söyle ki sesine doğru yönelsin bütün başlar, çırpsın eller, ritm tutsun ayaklar, coşsun gönüller sevgiye doğru". Deselerdi keşke, söyleselerdi de bunca geç kalmasaydık yaşama ve sevgiye...
Yine de...
Epey yaşam biriktirmişiz heybemize. Her şeye rağmen!
Öyle çok şey sığdı ki geçen yıla, en iyisi zamana yaymalı, belki de geçmiş yılın edinimleriyle bugünü yaşarken, anlatıp paylaşmalı günü günleri. Geçmişi yok saymadan bugünü yine hep beraber kucaklamalı sevinçle...
Kendi evimizdeyiz bu yıl... Küçük sevinçlerimiz ceplerimizde, sevgi tohumlarımız avucumuzda baharı bekliyoruz. Ekeceğiz zamanı gelince toprağımıza.
Hevesle beklediğimiz bahçeli evimizi tamamladık, hepi topu beş altı aya sığdı herşey ve yedi ay oldu evimizdeyiz artık. Toprağı, taşı, konutun yapımı ve elbette ki şirinler şirini bahçemin cahil cühela tımarıyla, evimizdeyiz nihayet...
Sebze meyvemizi kendimiz yetiştirelim derken bir baktık, kırsalın tam orta yerindeyiz, bir Rambrant tablosunun içine yerleşmişiz de ağır ve huzurlu adımlarla oradan oraya salınıyoruz sanki...
Ne anlarız biz topraktan gübreden ve ekilecek sebze meyveden!
Karga tulumba el yordamıyla başladık toprağımızı eleyip belemeye. Okuyor, soruyor, civar komşularla yarenlikler filan derken her geçen gün doğalın doğalı en doğal tarımımıza ısınıyoruz. Organik, natürel filan değil, atadan dededen tabirle en fakir tarım. Ne fakiri? İlaç, kimyevi madde ve gübreden yoksun, zavallı kendi halinde bir tarım bu. Hatta bunun adına Allah ne verdiyse tarımı demek daha doğru!
Toprağa yakın yaşamanın, ruha iyi gelen bir yanı var ki ben buna doğal antidepresan diyorum. İnanın çok iyi geliyor insana. Kırsalın ortasında, yeşil denizin kucağında her an yeşeren düşler kurmak heyecanlı...
Paylaşacağım sizlerle.
www.ascifok.com
|