Uçakların gürültü kirliliği zararlı mı?
Toplum olarak sadece havaalanı değil, genel gürültü ile baş edebilmeliyiz. Çünkü biz sadece havaalanı yoluyla gürültüye maruz kalmıyoruz.
Gürültü kirliliğinin insan sağlığına olan zararları şimdiye kadar yapılan bilimsel araştırmalarda kesinlik kazanamadı.
Sinirlilik, geceleri uyku ve nefes alma sorunları gürültünün kirliliğinin bilinen tipik psikolojik yansımasıdır. Uçak gürültüsü ile hipertansiyon arasındaki ilişki daha eski araştırmalarda gösterebilmişti.
ABD ve Londra`dan gelen iki yeni araştırma ile uçak gürültü kirliliği ve kalp damar hastalıkları arasındaki ilişkiyi biraz da olsa gösterebilecek durumdadır.
British Medical Journal’da yayınlanan bu araştırmalar uçakların iniş ve kalkış alanında yaşayanların kalp damar sağlıklarının daha çok tehlikede olduğunu gösterebilmiştir.
Bu yayınlarda uçakların yaptığı gürültü kirliliğinin kalp damar sağlığımıza bildiğimizden daha fazla zararları olabileceğini gösteriyor. İlk kez uçak gürültü kirliliği ile felçten ölme arasında bir trend gösterilebilmiştir. Amerikalı araştırmacılar geriye dönük bir araştırmada (retrospektif), havaalanına yakın oturan 65 yaş üzeri insanlarda kalp damar hastalıklarından hastaneye yatma sıklığında artış olduğunu gösterebilmişlerdir.
Bu araştırmada 2009 yılında 65 yaş üzeri olan ve ABD’de 89 havaalanına yakın oturan 6 milyon insan incelenmiş. Uçak gürültü kirliliğinin insana olan etkisini 3 kategoriye ayırmışlar az, orta ve çok yüksek düzeyde olmak üzere. Araştırmaya katılan kişilerin %47’si az gürültüye maruz yerlerde (maksimal 50 desibel), katılanların %30’ü, orta şiddette gürültüye (55 -55 desibel arası) kalan %23 ise yüksek düzeyde gürültüye maruz bölgeden seçilmişler. Ortalama desibel değerden 10 desibel daha yüksek gürültüye maruz kalan deneklerde kalp damar hastalıklarından hastaneye yatma sıklığında %2.3 oranında bir artış ortaya çıkmış ve araştırmacılar bunu uçak gürültü kirliliğine bağlamışlardır..
Antalya`da havaalanı civarında 2006’da yapılan bir araştırmaya göre uçak gürültü kirliliğinin o bölgede 95 desibel civarı hatta 108 desibele kadar çıktığını tespit ettiklerini hatırlatırım.
Diğer araştırma ise bunu destekler nitelikte. İngiliz araştırmacılar Londra Heathrow Havaalanı‘na yakın oturan 3.6 Milyon insanı araştırmalarına dahil etmişler. Araştırmada çıkan sonuç uçak gürültü kirliliğe maruz kalan insanlarda felç, koroner arter hastalığı oluşma trendi daha yüksek bulunmuş. Sırf kalp damar hastalığından hastaneye başvurma yanında genel olarak kalpdamar hastalıklarından ölümlerde de artış görülmüştür. Artan uçak gürültü kirliliğine maruz kalma ile hastaneye başvurma arasında anlamlı bir trend görmüşler.
Anımsatmakta yarar var ki, iki araştırmada gürültü kirliliği ve hastalanma / ölüm arasında kesin kanıta dayanan direk bir ilişki gösterememiştir. Örneğin bu bölgede yaşayan bir kişi fazla sinirlilik nedeniyle sigara içip de kalp damar riskini artırıyor olabilirdi.
Bu önemli sonuçlardan yola çıkarak gürültü kirliliğinin sağlığa olan zararlarını direk olarak inceleyen, kesin gösterebilen, kanıtlayan, geleceğe yönelik yeni kohort araştırmalara acilen ihtiyaç vardır.
Gelecekte şehir planlamacılarının yerleşim yerleri planlamalarını bu bilgilerin ışığında gerçekleştirmeleri önemli. Havaalanları, tren istasyonları, sanayi bölgeleri daha kent yapılırken planlanıp sanayinin ve havaalanının bulunduğu yerlerde konutlara müsaade edilmemesini umuyoruz..
Aslında toplum olarak sadece havaalanı değil, genel gürültü ile baş edebilmeliyiz. Çünkü biz sadece havaalanı yoluyla gürültüye maruz kalmıyoruz. Tüm yaşantımız boyunca her taraftan gürültü bizi kuşatıyor. Havaalanındaki gürültünün genel gürültünün bir parçası olduğu görüşündeyim. Bizler öyle gürültüye çok aldıran bir toplum değiliz. Gürültü yapmayı da pek severiz. Gürültüde tutum önemlidir. Başkasına karşı saygı önemlidir. Saygısızlık, aldırmazlık havaalanında da olur evin önünde kornaya basan şoförün yaptığı gürültüyle de olur. Önemli olan insana değer veriyor muyuz vermiyor muyuz? Bence temel soru budur.
2014 yılının sağlıklı ve huzurlu geçmesi dileğiyle.
BMJ2013;347doi: http://dx.doi.org/10.1136/bmj.f5561(Published 8 October 2013)
Cite this as:BMJ2013;347:f5561
BMJ2013;347doi: http://dx.doi.org/10.1136/bmj.f5432(Published 8 October 2013)
BMJ2013;347doi: http://dx.doi.org/10.1136/bmj.f5752(Published 8 October 2013)
nazan.walpoth@insel.ch
|