İnsanlığın Yörüngesindeki Tüm Aşamaları Sarıp Sarmalayan Çağların Çınarı: Gustave Flaubert / Bedriye KORKANKORKMAZ
Bedriye KORKANKORKMAZ

Bedriye KORKANKORKMAZ

İnsanlığın Yörüngesindeki Tüm Aşamaları Sarıp Sarmalayan Çağların Çınarı: Gustave Flaubert



Bingöl otogarından elimde valizimle çocukluÄŸumun ve gençliÄŸimin geçtiÄŸi eve doÄŸru yürüyorum. İnsan içinde mi yoksa dışında mı aramalı kendi izdüşümlerini? Anılar dürüst olduÄŸu için mi acımasızdır? Anıların vatanında yaÅŸamaktır yalansız bir dünyada yaÅŸamak. Anılar zamanın vicdanıdır. O vicdanda haklı da haksız da yerli yerindedir. Anılarımın elindeki piÅŸmanlık neÅŸterini kalbime saplıyorum. Anıların sessiz çığlıkları bize yaÅŸamın, mutsuzluÄŸu mutluluÄŸa tercih etmek olduÄŸunu anlatıyor. Kendimi bir bütün halinde hissetmem için hayatımın tüm kesitlerinde mola veren anılarımı anımsıyorum. İnsan zamanın ötesine kendi gerçeÄŸini aÅŸarak geçebilir mi? Kalbimin yara bahçesi olan anılarımın bahçesinde ektiklerime, yeÅŸerttiklerime ille de kuruttuklarıma bakıyorum gözlerim yaÅŸlı. YaÅŸlı gözlerim yanımdan geçen bir çifte takılıyor. Yirmi birinci yüzyılda adam önde kadın adamın arkasında yürüyor. Görüntülerin anlattıklarını anlasaydık diyorum içimden, kendimizi anlatma derdimiz olmazdı. İnsan olmadan kadın ya da erkek olması mı yoksa sisteme entegre olması mı önemli insanın? Yasalar hangi nedenden dolayı ortak yaÅŸamlarında birbirlerini tamamlayan kadın ve erkeÄŸin birini diÄŸerinden üstün tutuyordu? Hamile kadınların cinselliÄŸi çaÄŸrıştırdığı, namusun saça indirgendiÄŸi, kadının yerinin evi olduÄŸu söylemlerinin hortladığı günümüzde Gustave Flaubert’in “Madam Bovary”sini okuyorum. Yazar; bir yanıyla on dokuzuncu yüzyılda kadına biçilen kadınlık rolüne dikkatleri çekiyor diÄŸer yanıyla kadını ikinci sınıf gören ataerkil kokuÅŸmuÅŸ ahlâk/namus anlayışının altını üstüne getirttiÄŸi evli Emma’ya arsenik içirerek sistemi ödüllendiriyor muydu? Gözlerim açık gördüğüm düşümde Gustave Flaubert’le “Kadın ve ErkekliÄŸin” yanı sıra “Edebiyatta Kalıcılık” sorunu üzerine sohbet ediyorum. “Yapıtım gündüz gözüyle gördüğüm düşün armaÄŸanıdır. Söyle: “biz karanlığın düşünü görebilir miyiz?” “Sevgili Flaubert’e coÅŸkuyla sarılıyorum. Sana yapıtınla ilgili yıllardır aklımı meÅŸgul eden ÅŸu soruyu sormak istiyorum: Madam Bovary”yi insanlığın mı yoksa kadınlığın tarihi olarak mı algılamalıyım okurken?” “Bedriye, soruların yokuÅŸunu çıkmak yormuyor mu seni? Fransa on sekizinci yüzyılda aydınlanma çağına, on dokuzuncu yüzyılda ise ataerkil sistemin boyunduruÄŸuna giriyor. Çifte standart kavram/ kuram ve liberalizmin kalesi olan Fransız Devrimi on dokuzuncu yüzyılda insanlığın başına soylu (!)aristokrasiler ile soysuz burjuvaları bela ediyordu. O dönemde erkeÄŸin kadın üzerinde birçok hakkı vardı. BoÅŸanmak yasak. Kocası ve çocukları üzerinde hakkı olmayan kadın sosyal bir varlık da deÄŸildi. Kadın; ailesine iyi bir evlat, kocasına ideal bir eÅŸ olmak için eÄŸitilebilen bir canlıydı. Kadının yazgısı mensubu olduÄŸu kilise ile devletin ortak kararnamesiydi anlayacağın. Kadın düşünen ve düşünce üreten bir canlı olarak algılanmadığından namusundan, soyadından bekârken babası, evliyken de kocası sorumluydu. “Flaubert Baba, sistem; baskıcı yasa ve dini öğretileriyle garanti altına aldığı “namusun” zamana ve ihtiyaçlara yenilerek kozmopolit bir namus anlayışının benimsenmesinin önüne geçebilir mi Emma örneÄŸinde olduÄŸu gibi?” “Bedriye, sorunu kadının yaÅŸadığı aÅŸk serüvenlerinin yanıtladığını düşünüyorum. Emma, toplumsal deÄŸerlere yabancılaÅŸtığı için toplumsal bir tehdit olarak karşımıza çıkıyor. Ben sistemin kadına gıdım gıdım verdiÄŸi hakların hepsini Emma’ya verdim; çünkü Napolyon imparatorluÄŸunda sistemi ele geçiren aristokrat/ entelektüel burjuva erkeklerinin hayat standartları sürekli yükseliyordu. Burjuva erkekleri koynuna aldıkları kadınların kendilerine daha fazla zevk verip konuÅŸtuklarını anlaması için kadının okuryazar olmasını, iyi bir din ve ahlak eÄŸitimi almasını, nakış/ resim yapıp piyano da çalması gerektiÄŸini algıladılar. Ömrünü kadınlar tuvaletinde geçiren ÅŸehvetli bir erkek bile kendisine acıyordu. Ataerkil sistem kendisine dayatılanı kanıksayan bir kadının kocasına ram olacağını biliyordu. Kadının okuduklarından etkilenerek kendi duygusal isteklerini farkına varmasından ödleri koptuÄŸu için kadının hangi yapıtları okuması gerektiÄŸine onlar karar veriyordu. Erkeklerin aydınlanmış kadına deÄŸil; eÄŸitilerek görsel bir materyale dönüştürdükleri bir kadın türüne ihtiyaçları vardı. Emma’nın, romantik duygu ve düşüncelerini hayata geçirecek cesareti vardı; ama derinliÄŸi olmayan duygu ve duygusallığın yarını olmayacağını bilecek birikimi yoktu. Madamı da hem Fransız yazının gözdesi olmuÅŸ Romantizm’den hem de ataerkil liberal aristokratlardan intikamımı almak için kendisini kaptırdığı sahte romantiklikten acımasız gerçekçilikle yüzleÅŸtiriyorum. Dönemin soylu(!) romantizm hareketinin toplumsal yabancılaÅŸma ile topyekûn deÄŸerleri yozlaÅŸtırdığını karakterimle belgeliyorum. Yapıtım ne edebiyatta kalıcılığın ne de kadın tarihinin izini sürüyor. Nasıl ki, ebeveynler boÅŸandıklarında çocuklarını ortadan ikiye ayırarak paylaÅŸamıyorlarsa ben de katıksız gerçekçiliÄŸimi ne romantikle ne de kurguyla ortadan ikiye ayırarak paylaÅŸamam. Yapıtı kadının tarihi olarak algılamam için kadını insanlıktan çıkarmam gerekmiyor mu?” “Flaubert Baba. Kahramanın Charles ile Emma dünyaları ayrı, yok oluÅŸları ortak olan bir çift. Dünyaları kendilerine ait olmayan çiftlerin gerçek bir iliÅŸki yaÅŸama ÅŸansları olabilir mi? ” “Dünyaları ayrı olan Charles ile Emma’nın birbirine tutuna tutuna ortak yok oluÅŸlarına ÅŸahit olduk. Emma, ruhuyla deÄŸil, fiziÄŸiyle Dr. Charles’ın ilgisini çekiyor. Babası da aldığı eÄŸitim ile çaldığı piyano vs.vs. yüzünden tarlada çalışmadığı için kızından kurtulmak istiyor. Emma, evleneceÄŸi erkeÄŸe görkemli bir düğünle gideceÄŸini hayal ediyor ama -düğünü küçümsediÄŸi taÅŸra geleneklerine göre yapılıyor. Bekârlığında özlemini duyumsadığı tutku/ ÅŸehvet ve aÅŸkı kocasının koynunda bulacağını hayal eden Emma lükse, güzel giysilere, romantik sözcüklere… hırsa âşık olduÄŸu kadar özgüveni de tam olan biri. O içinde yaÅŸadığı çevreden her açıdan üstün niteliklere sahip olduÄŸu için hayatın da beceri ve güzelliÄŸine yakışır bir yaÅŸamı onun hizmetine sunacağını düşünüyor. Charles ise öğrenciliÄŸinde bile öğretmeninin karşısında konuÅŸamayan, annesinin etkisi altında kalan, kendisine güveni olmayan, insanların karşısında hakkını savunamayan, silik bir kiÅŸiliktir. Kendisini kocalığına yakıştırmadığı için baÅŸka erkeklerle dans eden karısını izleyen bir zavallıdır. YaÅŸadıkları/ yaÅŸaması için kendisine dayatılanı sorgulayacak cesareti olmayan Charles; ezikliÄŸinin cinsiyeti olmadığını anımsatıyor bize. ÇocukluÄŸunda sevilmemiÅŸ olan Charles’ın, evliliÄŸinde karısı tarafından sevilmek için yaptığı fedakârlıklar “sevgisizliÄŸin” insan ruhu üzerindeki ölümsüz gücünü kanıtlıyor. O’nun içine düştüğü dramla karısının içine düştüğü dram birbirleriyle yarışıyor. Emma da kendisini kendisi olduÄŸu için seven kocasının deÄŸil; bedenini bir ÅŸehvet makinesi gibi algılayan Rodolphe’un sevgisini dileniyor. Sevgi dilenciliÄŸi söz konusu olduÄŸunda kadını da erkeÄŸi de eÅŸitliyorum. Hayal ettiÄŸi hayata yıllarca sözcüklerin dünyasında ulaÅŸmaya çalışan kadın, sık sık romanlardaki aÅŸkı, kocasının koynundaki mezarlığa gömdüğü aÅŸkla karşılaÅŸtırıyor. KarşılaÅŸtıkça o güne deÄŸin fark etmediÄŸi ruhunun ıssız köşeleriyle tanışıyor. O’nun ıssız köşesi sistemin psiÅŸik kadınlarının yuvasıdır. Charles, evlenmiÅŸ olmakla hayattan aldıklarının sona erdiÄŸini düşündüğü için eÅŸini baÅŸka erkeklerle paylaşıyor. Burada bir erkeÄŸin namusunda sistemin deÄŸil; eÅŸiyle geliÅŸtirdiÄŸi ikili iliÅŸkisinin belirleyici olduÄŸunu vurgulamak istiyorum. Doktorumuz karısı ile kendi hastalığını teÅŸhis edemiyor; çünkü kendisine dayatılanın ötesine geçebileceÄŸini düşünemiyor. “Flaubert Baba. Emma da çağının ünlü hastalığı olan histeriye yakalanıyor. Bir edebiyatçı ile bir bilim adamının histeriyi algılayışındaki farklılık dikkatimi çekiyor. Bir yazar karakterinin ruhunun derinliÄŸine duygularıyla, bir bilim adamı ise mantığıyla ulaşıyor. Emma’nın histerisini nasıl deÄŸerlendiriyorsun?” “Bedriye, karakterim kocasıyla yaÅŸadığı fiziksel aÅŸkın deÄŸil; ruhsal aÅŸkın arayışı içinde. Cinsel tercihin aynı zamanda insanın kendisini gerçekleÅŸtirmesinin sigortası olduÄŸunun farkında. O’nun cinsellik algılayışı erkeklerinki gibi dakikalık hazza deÄŸil; ruhun ruhu arÅŸa kaldırdığı mucizevî bir tutkuya tekabül ediyor. Bu yönüyle aÅŸka ve tutkuya ödediÄŸi bedel dönemin tüm erkeklerini benim gözümde onun metresi yapıyor. Histerisinin altında yatan temel neden bana göre hem sınırlarını aÅŸtığı aÅŸkla uzlaÅŸmak istemiyor hem de keÅŸfettiÄŸi aÅŸkı bir kadın olarak yönetmek istiyor. Adaşı Emma Goldman gibi bir anarÅŸisttir; çünkü aÅŸkı kamusal alandan çıkarıp bireyin özgür hayatına dâhil etmek istiyor. Cinsel bir iliÅŸkide kadının veren, erkeÄŸin de alan olduÄŸu nasıl bir gerçekse kadın ile erkeÄŸin cinsel organları aracılığıyla kendi yitik benliÄŸine ulaÅŸmak istedikleri de öyle bir gerçek olduÄŸunu bilen tek karakterim de O’dur. “Yapıtınla din olgusuna da çıkarma yapıyorsun. Hıristiyanlığın içeriÄŸinin din adamları tarafından boÅŸaltıldığını, dini de kamusal alana (kilise) hapsettiklerini savunuyorsun.” “Sistemin tacirleri dini ve kadını tekeline alarak toplumu yöneteceklerini biliyor. Ben; Tanrı’yla kiliselerinde buluÅŸmamıza izin veren sahte din öğretilerine, Tanrı ile kul arasındaki iki kiÅŸilik iliÅŸkiye dogmayı dâhil etmelerine, Tanrı’yı tabulaÅŸtırmalarına, papazların Tanrısı’nı halkın Tanrı’sı yapmalarına, halkın hastalandığında doktora deÄŸil kiliseye gitmesini saÄŸlamalarına, papazların halkı dünyaya acı çekmek için geldiklerine inandırmalarına, onlar zevk ve sefa içinde yaÅŸarken halkın sefalet içinde yaÅŸadığını göreme(me)lerine isyan ediyorum. Benim gökyüzündeki Tanrı’yla deÄŸil; yeryüzündeki Tanrı(cık)larla sorunum var; çünkü yeryüzü Tanrı(cık)larını insanlığın geleceÄŸi için tehdit unsuru olarak algılıyorum.” “Baba’cık, seninle kadın ile erkeÄŸin aÅŸka bakışlarındaki ‘farkındalık’ üzerinde de yoÄŸunlaÅŸmak istiyorum. Kadının aÅŸk konusundaki deneyimsizliÄŸi ile erkeÄŸin aÅŸk konusundaki yetkinliÄŸine de vurgu yaptığını düşünüyorum Rodolphe karakteriyle.” “Emma’nın masum tutku ve sevgi arayışları, Rodolphe’un kadın bedenini maÅŸa gibi kullanan deneyimi ile yarışabilir mi? Emma, Rodolphe’un ÅŸehvet kurbanlarından sadece biri. Sözcükler kadının cenneti erkeÄŸin ise cephanesidir bu aÅŸkta. Kadın ruhundan anlayan, çapkın, güzel konuÅŸan, zeki ve oldukça zengin olan Rodolphe, daha ilk karşılaÅŸmalarında kadının kocasının yanında aldığı her nefeste öldüğünü anlıyor. Kadına da toplumun onun üzerinde kurduÄŸu baskıyı aÅŸması için verdiÄŸi cesaretle sahip oluyor. AÅŸk ve tutkuda bakir olan kadın zengin sevgilisini aldığı hediyelerle şımartıyor. Kadının ruhunu ruhunda hissetmek için yanına sokulduÄŸu sevgilisi ondan sıkılıyor; çünkü O da metreslerinden biridir sadece. Emma’nın kızı ile birlikte kendisini kaçırmasını teklif etmesi sevgilisi için bardağı taşıran son damla oluyor ve yazdığı bir mektupla kahramanımı terk ediyor. Ayrılıklarının akabinde kadın aylarca kendine gelemezken, erkek baÅŸka aÅŸklara yelken açıyor. Anlayacağın; Emma’nın aÅŸkı duygu obur; Rodolphe’unki ise etoburdur. Kocasının sevgisi fedakârlığı ve desteÄŸiyle toparlanan Emma, aÅŸkta duygular kadar deneyimlerin de önemli olduÄŸunu eÅŸiyle birlikte gittiÄŸi Rouen’daki tiyatroda noter kâtibi Leon ile karşılaÅŸtıklarında algılıyor. Noter kâtibi Leon, aÅŸk konusunda toydur. Leon, Emma’nın metresi oluyor ama onun kalbindeki aÅŸk yarasını romantikliÄŸiyle saramıyor; çünkü kadının hissettiÄŸi aÅŸk geceyi gündüze erdemi tutkuya çevirip, / ÅŸehvet de dâhil ederek aÅŸk uÄŸruna iÅŸlenen tüm suçları af edebilir güçtedir. Kapitalizmin bireye dayattığı sınırsız harcamanın kurbanı olan kadından evine gelen haczi kaldırması için gerekli olan parayı iki aşığı da esirgiyor. Bu gerçekle sarsılan romantik Madam Bovary kocası dışındaki erkeklerin kahraman, cesur, bilgili, duyarlı... olduÄŸuna inanıyordu; çünkü kocası taÅŸralı sevgilileri ise entelektüel burjuva erkeÄŸiydi. Sistemin erkekleriyle ister evli olarak ister evlilik dışı yaÅŸadığı iliÅŸkilerin sonucu deÄŸiÅŸtiremeyeceÄŸi gerçeÄŸi ile gerçek bir iliÅŸkide çiftlerin karşılıklı olarak birbirinin benliÄŸini bir bütün halinde sevdiÄŸini ve birbirine seks dışında da ihtiyaç duydukları gerçeÄŸini kanıksıyordu. Kocasını aldattığı için deÄŸil evine gelen haczi öğrenmesinden korktuÄŸu için intihar eden Emma kadınlara ekonomik özgürlüklerini kazanmadan duygusal özgürlüklerini kazanamayacağı gerçeÄŸini de ölü bedeniyle anlatıyordu. “Madam’ın anneliÄŸi benim gibi senin de içini acıtıyor mu?” “Anne; erkek deÄŸil, kızı olduÄŸuna üzülüyor. Kızının da diÄŸer kadınlar gibi iyi bir evlat, ideal bir eÅŸ, baÅŸtan çıkarılan ve aldatılan histerik bir kadın olacağını biliyor. Madam Bovary, hem bir anne olarak kız doÄŸurduÄŸu için vicdan azabı çekiyor hem de kızıyla nasıl bir iliÅŸki kuracağını bilmiyor. Bir yanıyla kızına yaklaÅŸmak istiyor diÄŸer yanıyla kızının kendisine yaklaÅŸmasına izin vermiyor. Sözün özü: erkeklerin dünyasında ne kadın ne de bir anne olarak kadının kendisini özgürce ifade edemediÄŸini kanıtlıyor bize.” “Kadının dünyaya getirip yetiÅŸtirdiÄŸi erkeklere eÅŸ anne ve metres sıfatlarıyla yenilmesini nasıl algılıyorsun? “Bedriye, erkeÄŸi kadın doÄŸuruyor yasaları ise erkek çıkartıyor. Kadın genetiÄŸin, erkek ise erkin doÄŸurganlığına sahip. ErkeÄŸin kamusal alanı evidir; ama kadının dramı toplumsaldır. Bu yüzden evli bir burjuva erkeÄŸinin evini eÅŸi, geçtiÄŸi sokakları da metresi ile tecavüz ettiÄŸi kadınlar temizliyor.” “Yapıtın teknik özelliÄŸini, senin özgeçmiÅŸini ve yapıtını besleyen kaynağın kurgu mu yoksa gerçek yaÅŸam mı olduÄŸunu merak ediyorum.” “On dokuzuncu yüzyıl Fransız yazınının yapıtımla romantizmden acımasız gerçekçiliÄŸe terfi ettiÄŸini düşünüyorum. Romanım Fransız yazınına Bovarizm akımını armaÄŸan ediyor. Bovarizm: psikolojik tatminsizlik, memnuniyetsizlik ile doyumsuzluk anlamına gelen terimlere ev sahipliÄŸi yapıyor. İnsanı okuduklarından öte yaÅŸadıkları büyütüyor. Normandiyalı bir taÅŸra hekiminin ihanete uÄŸradığı için Dr. Charles gibi dramatik bir biçimde ölmesinden etkileniyorum. Ben 12 Aralık 1821’de Fransa’da (Rouen) dünyaya geliyorum. Babam Achille Flaubert, Rouen’daki bir hastanenin baÅŸ cerrahıydı annem ise bir hekimin kızı. Bir abim bir de kız kardeÅŸim var. Kendimden on yaÅŸ büyük olan evli bir kadınla yaÅŸadığım aÅŸkla kadının dünyasına giriyorum. Madamın dünyasını yaratmamda sevgilimin duyguları rehberim oluyor. Önce aÅŸk ve tarihsel konuların sonra da baskın olarak toplumu yönlendiren/ yöneten burjuvanın ahlak yaÅŸamını sorgulamayı meslek ediniyorum [lirizm, düşünce ve duygu duygusallığının bilinçaltına itilmesi ile doÄŸa tasvirlerinin de ilgi alanıma girdiÄŸini belirtmek istiyorum.] Bu konudaki bilgi ve gözlemlerimin sayesinde ölümsüz karakterlere kavuÅŸuyor yazın. Eserimdeki yan karakterlerim hem baÅŸkarakterlerimi aratmıyor nevi ÅŸahsına münhasır kiÅŸilikleriyle. YaÅŸadıklarımdan öğrenmiÅŸtim gündelik hayatın detay ve teferruattan oluÅŸtuÄŸu gerçeÄŸi ile aÅŸktan hiçbir ÅŸey beklememem gerektiÄŸini.” “Bu yüzden mi kahramanlarına karşı acımasızsın? Bu yüzden mi kahramanlarının yüreÄŸine merhamet yerine tutku, hırs ve ÅŸehvet koyuyorsun? Bu yüzden mi sonsuz duygu/ düşünce ve duyarlılığının deÄŸil; ÅŸehvet gibi insana hiçbir artı deÄŸer kazandırmayan tutkuların gölgesinde bırakarak yapıt/ yapıtlarına yaptığın haksızlık vicdanını yaralamıyor?” “İlahi deli kız! Gerçekçilikle merhamet kol kola yürüyebilir mi? Ya gerçekçi olacaksın ya da romantik. AÅŸk acısından yakalandığım sara hastalığı yüzünden hukuk öğrenimimi yarıda bıraktığımda hayat bana merhamet etti mi? Hayatın ve insanların bana davrandığı gibi davranıyorum kahramanlarıma. Yapıtıma psikolojik deÄŸer katan yaÅŸanmışlıklarımdan aldığım yaralardır. Sanatın insanın trajik yazgısını kayıt altına almak için var olduÄŸuna inanıyorum. Emma’nın içine düştüğü duruma düşmemek için kendimi sanata adayarak yazgımı yendiÄŸimi düşünüyorum. Sana verdiÄŸim ÅŸu öğüdü unutma: “İşinin başındaki yazar, evrendeki Tanrı gibi olmalıdır; her yerde vardır ama hiçbir yerde görünmez.” Yapıtım; sadece bireysel sahiciliÄŸe bir örnek deÄŸil; aynı zamanda romanda görsellik, söz ve imge arasındaki iliÅŸkiyi dil kargaÅŸasına girmeden birbirlerini nasıl tamamladıklarını kanıtlayan olgunluk çağının bir baÅŸyapıtıdır. Yapıt; kalıcı sorgulayıcı, detaycı ve gerçekçi olduÄŸu kadar bireyin kolektif bireyselliÄŸini eyleme dönüştürememesinin sistemin bilinçaltı ve bilinçdışı katmanlarına kazandırdığı kazanımların tüm boyutunu acımasız bir cesaretle okura sunduÄŸu için de ölümsüzdür “Madam Bovary’nin hangi gerekçelerle yargılandığını bilmek istiyorum” “Yapıt; hem bir taÅŸra kadınının kocasına hükmetmesinden dolayı aristokrat Fransız burjuvasını kızdırdığı için hem de toplumun iç yönelimini topyekûn bir ahlaksızlık ile dinsizliÄŸe özendirdiÄŸi için yargılanıyordu. Yapıtı yargılayan savcı Ernest Pinard’a göre Emma, yaÅŸadıklarıyla eÅŸ aldatmayı meÅŸru kılıyor, kadınları kendisi gibi cinselliÄŸin kurbanı olmaları için cinselliÄŸe genel ve çok yönlü duygusal anlamlar yüklüyor, dini yapıtta sorgulanır kılarak kuÅŸkuculuk ve şüphecilik zehri ile halkı zehirliyordu. Mahkeme bir yazarın toplumu aydınlatması için gerçeÄŸi olduÄŸunu gibi yansıtması gerektiÄŸine karar verdi ve yapıt berat etti.” “Senin de takdir ettiÄŸin gibi olgular cenneti olan toplumda var olan hiçbir ÅŸeyin varoluÅŸ nedeni yok. Senin on dokuzuncu yüzyılda yansıttığın gerçekler yirmi birinci yüzyılda karşılığını buluyor. Romantiklerin “En iyi kural, kuralsızlıktır” saptamalarını yerinde bulduÄŸum gibi, seviyorum senin yazdıklarını insana yeniden yazmak için neden bırakmayışını. Biz yazarların kaynağı insan, sistemin kaynağı ise deÄŸiÅŸim teorisini çıkarına bütünleÅŸmiÅŸ etmektir. Hangi yüzyılda yaÅŸarsak yaÅŸayalım bireyi sistemin yönettiÄŸi sürece bu tür sorunlar insanlık sorunu olarak varlığını sürdürecektir. Sorunu; kadın/ erkek arasındaki pozitif ayrımcılık, duygularını iradedışı dışa vuran insanın cinsiyet sorunu, insanlığın en soylu temsilcisi olan kadının adaletsizliÄŸe cariye olmaktan kurtarmak olarak algılama(mız)ın sonucu deÄŸiÅŸtirmeyeceÄŸini biliyorum. Tüm ideolojik görüşlerin iktidar olduÄŸu çaÄŸ/ çaÄŸlarda insan olmak / insan kalmak ve insanca yaÅŸamak için verilen mücadelelerin amacına ulaÅŸmasını istiyorum. İstiyorum ki, bizden sonraki kuÅŸaklara miras olarak kadın/ erkek sorunlarının yanında insanlık ayıplarını deÄŸil; kendilerini özgürce gerçekleÅŸtirebilecekleri yarınları onlara bırakalım.” “Sevgili Bedriye, insanlığın geleceÄŸi için baÅŸyapıt deÄŸerindeki yapıtlar döneminin sorunlarına ışık tuttuÄŸu için kalıcı olmalı; çaÄŸların sorunlarına ışık tuttuÄŸu için deÄŸil. Kalıcı olan yapıtların yaÅŸam döngüsündeki tüm aÅŸamaları sarıp sarmaladığı gibi ben de seni sarıp sarmalıyorum; çünkü uyku saatim geldi.” “Sevgili dostum, aynı duygularla ben de seni sarıp sarmalıyorum. Işıklar içinde uyu!”

08.08.2013

İlk Yayım: İnsanlığın Yörüngesindeki Tüm Aşamaları Sarıp Sarmalayan Çağların Çınarı: Gustave Flaubert. Lacivert Dergisi. Eylül-Ekim 2013. S.65-7


Bedriye KORKANKORKMAZ




31 Ekim 2016 Pazartesi / 2184 okunma



"Bedriye KORKANKORKMAZ" bütün yazıları için tıklayın...