ROCK, RİTİM VE FOÇA
Evrende, görünen görünmeyen, aklımıza gelen bütün her şey hareket halindedir. Bu hareketliliğin ne kadar düzenli ve devamlı olduğunu anlamanın en iyi yolu, canlıların kalp atışlarını dinlemekten geçer.
tık tıık, tık tıık
yada
tuk, duk, nuk, duk...
Güneşin dairesel hareketliliği ana ritmimiz olduğundan, ona bağlı bir dizi yaşam silsilesi içinde ritmik nefes alışlarla yaşamaktayızdır hepimiz. Evrenin ritmi içimizden akıp geçerken farkına varmadığımız "yaşam" enerjisi, kendi yokluğunu ancak ölümle keskin bir şekilde ifade eder ki, bunu anlamak için ölmeye gerek yoktur! Evet, ölümlü olmayı hissetmek yaşamı anlamlı ve ulaşılmaz kılıyor, insanlık sürekli bunu hatırlama yöntemlerine başvurur. Ölüme bir karşı duruş olmayan ne vardır diye düşünürüm kimi zaman ve bulamam. En sakin hallerimiz bile katmanlarımızda ölümün ıssız sessizliğinizi barındırır.
Ve belki sırf bu yüzden
"Bir şey yapmalı,
b i r ş e y y a p m a l ı ı ı ı, heeeyyy!“
Asıl söylemek istenilen, "ne yapmalı, n a s ı l y a p m a l ı" sorusuyla düğümlenip çözülme arzusunun hep bir ağızdan güçlendirilmesi olmasın...
Ölümün kıyısına gelmek, onun ürkünçlüğünden yararlanmak, etkilenmek, yaratmak, acımak ve acıtmak hepsi biri diğeriyle içiçeyse, ölüme meydan okuma ve bu sonsuz evrende hayatta kalma şekillerimizden sadece biri olabilir mi acaba rock?
Rock sadece bir akımdır, hem de ritmi güçlü bir akım demek işte bu noktada yeterli değil...
Afrikalı kölelerin ve siyahilerin acılarını sitemlerini yansıtan "blues"un, “caz”la beslenip üzerindeki hüzün elbisesini sıyırmasıdır diyebiliriz rock için. Bütün seslerin, haykırışların, tempoların, bütün melodilerin ait oldukları tanımlardan sadece biri olan rock ve diğerleri için hiçbir efsanevi tanımı iki satıra sığdıramayız, sığdırırız dersek haksızlık olur. Birçok ekol, nice canlar ne insanlık dışı acılar sonucu oluşmuştur. İsyan ve haykırışın olmadığı yerden böylesi güçlü, insanı içindeki taa en kuytularda yakalayan sesler çıkmaz.
Ölüm ve rock'ı ilintilendirmek belki gelinecek en son nokta, lakin bu ikisi arasındaki başkaldırı isyan, karşı çıkış gibi anarşist tarafımızı körükleyen egonun ölümlü yanımızı kabullenememe çıkışı, rock'ı yeni baştan şekillendirip güncel hayatın orta yerine oturtabilir. Belki Foça'da yaşanan da buydu, İngiliz Burnu'ndaki “Rock Tatili Foça Festivali”nde!
Bizim kuşak, pembe kuşağın son düğümlerindendi bana göre! Pink Floyd'la duvarlara zıpladık, kalp ritmimizin farkına başka türlü vardık. Pembe düşünmek isterken karalar bağladık, pozitivist ve narsist felsefeler içinde yuvarlanıp debelendik dizlerimizin kuvvetiyle.
Bizim kuşaktık biz!
İstediğimiz gibi yaşadık mı? Hayır. Şimdikiler de bu soruya HAYIR diyor ne tesadüf!
”'Eğitime ihtiyacımız yok,
düşüncelerin kontrol altına alınmasına da
ihtiyacımız yok,
sınıflarda aşağılanmaya da,
öğretmenler çocukları rahat bırakın,
Heeey, öğretmen!
Rahat bırak o çocukları,
hepsi duvarda yalnızca başka bir tuğla,
çevremde silahlara ihtiyacım yok,
beni sakinleştirecek uyuşturuculara
ihtiyacım yok,
duvardaki yazıyı görüyorum,
bir şeye ihtiyacım olduğunu sanma sakın,
Hepsi hepsi, yalnızca duvardaki bir başka tuğla
duvarlardaki tuğlalarsınız siz hepiniz...''
(Pink Floyd'un ''Another Brick in The Wall / Duvardaki Başka Bir Tuğla'' şarkısının sözlerinden.)
"The Wall" her insanın, kendisine yöneltilen eleştirileri duymaktan ve hatalarıyla yüzleşmekten kaçtığı için etrafına ördüğü sınırları sorgulayan, hayattan soyutlanmasını anlatan bir metafordur ve biz onu içselleştirip gönül tahtımıza oturtmuştuk. Pink Floyd'un "Duvar" albümüyle bizim kuşak ve sonrasındaki birçoklarını paramparça yüzleşmelerle sarsarak fırlatmıştır duvardan duvara...
"Annen her zaman seni sağlıklı ve temiz tutacak
Aaaaah bebeğim, aaaaaah bebeğim, aaaaah bebeğim
Sen her zaman benim bebeğim olarak kalacaksın
Anne, bu kadar yüksek olması gerekli miydi duvarın?"
(Pink Floyd / Another Brick in the Wall - II )
Pink Floyd eşittir ritimdir birçoğu için. Ses, görüntü, uğultu ve diğer her şeyin bir olduğu ve tek bir vuruşun kalpte birleştiği o güm güm ritim duygusu vardır ya, işte ona susamışız içimizde bir yerlerde. Tek vuruş olmaya, tek vücut, tek ses olmaya...
Evrenin sesine yankıdan başka bir şey değildir ritmi kalpte hissetmek. İngiliz Burnu dört koca gün boyunca bunu yaşattı insanlara aslında. Sadece insanlara mı, ılgın ve meşe ağaçlarına, yaban papatyalarına, kökleri dipte salep fidelerine, yaban soğanlarına, yaban pırasa ve sarımsaklarına, sığır kuyruklarına, sarı katır tırnaklarına, keten çiçeklerine, deve dikenlerine tek vücut tek ses olmayı, ölümlü olmayı, genç ve güzel yüzlü çocukların gözlerinden seyretmeyi öğretti dünyayı...
Sordum sarı çiçeğe köklerin yaralı mı?
Çiçek dedi; Ey insanoğlu, köklerim değil ruhum yaralı, önümüz kış, esecek rüzgar yağacak yağmur tazelenip baharı bulacağım. Önümüzdeki bahara açacağım tomur tomur, siz yine geleceksiniz İngiliz Burnu'na bahar şarkıları söyleyip perilerle dans edeceksiniz! Sonrasında yine onlar gelecek yaz ortasında, o siyah giysili çocuklar, rock denilen o yüksek ritimli bombardımanla örseleyecekler bedenlerimizi, sür-git bir tören bu bütün olup bitenler. Hepsi bu... Aaa bir dakika, hepsi bu kadar değil, bu defa siyah giysili çocuklara çöplerini kendilerinin toplamasını söyleyeceğim, onların büyüklerine de daha fazla temiz su ve tuvalet yerleştirmelerini fısıldayacağım kulaklarına uykularında.
Bir tören, bir döngü, işte hepsi bu...
Garip bir sinerjiydi Foça'nın yaşadığı. Genç insanlar, çocuk kalplerinin kocaman isyanlarını temiz yüzlerinin safça bakışlarıyla haketmedikleri bir dünyayı şişecamı gözlüklerle seyreder gibi seyrediyorlardı. Anlayamadıkları yerde, öğrenmenin zorlaştığı noktada rock'ın güçlü kollarına atmışlardı kendilerini. Ağabeyleri, ablaları da onların yaptığını yapmamış mıydı? Çiçek böcek çocukluğumuzun bir iki adım ötesinde emekleyerek rastlamamış mıydık kaya gibi sert bir şeylere! Neydi onlar?
Rock bir yaşam tarzıdır, bir ruhtur. Dünyadaki bütün yanlışlıklara, haksızlıklara, öldürmelere isyan ve başkaldırıştır.
Rock, çıkışı itibarıyla bir manifestodur aslında, yumuşak karınlı bir manifesto. Dış dünyadan gelen onca kalabalık genç nüfus, bir küçük kasabanın küçük bir adacığında toplanacak ve bunca sevgi dolu sevecen geçecek! Üstelik de ilk yıl olmanın eksiklikleri ve acemiliğiyle... Aslında güzel olan bu işte. Tüm salaşlığa, eksik ve yoksunluklarına rağmen yaşamı farklı algılamayı gerekli kılan bu kısa süreç, yerli yabancı birçok yürekte farklı mekanizmaları harekete geçirmiştir sanıyorum. Yaşlısı genci, henüz genç kalmak isteyeni, kadını, erkeği herkes bu tuhaf ve gürültülü organizasyondan ve siyah giysili gençlerden bir şeyler öğrendi.
Foçalı anneler sevdi onları. Foçalı ablalar, teyzelerle amcalar, siyah giysili bileklikli gençlere bahçelerinden duş için su verdi tuzlu deniz suyundan arınsınlar diye, çay, peynir ve ekmeğini paylaştı, battaniyesini verdi üşümesin diye. Sevgi dolu sohbetini paylaştı uzaktaki torununu hatırlayarak...
Siyah giysili gençlerle hop oturup hop kalktık o dört gün boyunca. Düşeni kaldırmayı, yardımlaşmayı, genç nesilde bitti sandığımız saygıyı ve dayanışmayı, mahşeri kalabalıktan çıkan sesin dağılan enerjisiyle yeni umutlar yeşertmeyi öğrendik. Hep bir ağızdan "heyyy" nidalarıyla grup ruhunun gücünü, hoşgörüyü, tatlı başkaldırının insanca sevecenliğini hissettik o dört gün boyunca.
Evrenin ritmi yaşamın soluk alışı demek olduğuna göre, insan denilen canlıyı bu ritimden ayrı düşünmek doğaya aykırılıktır. Rock müziğiyle oluşan ritim duygusunun insana sağladığı, kişinin kendine dıştan gelen bir ses olarak bakışı, bir ayna yansımasıdır, tıpkı güneşin ritminin bizlerin ruh haline ve kalp atışlarına etkisi gibi. Dünya üzerindeki birçok insan topluluk ruhuyla büyük enerji girdapları oluşturuyor. Bunun Karayip yerlilerince, Kızılderililerce, Hintlilerin Ganga Artu törenlerince, tasavvuf ehlinin zikirlerince ve daha birçok dinsel yada töresel biraraya gelmeyle olması, özün ihtiyacını değiştirmez. Daha da önemlisi, insanoğlunun yüklendiği yaşamsal enerjiyi boşaltma gereksinimi gibi dışavurumlar, yaşam varoldukça olacaktır.
Görebildiğimiz her şey, bizim küçük iç dünyalarımızın birer yansımasıdır aslında; kahkahalarımız evrenin devinimidir, göz yaşlarımız seli afetidir, gürültümüz depremidir yeryüzünün. Biz doğanın biricik parçası insanlarız.
Bir tören, bir döngü, işte hepsi bu...
|