ISSN 1308-8483
İstanbul - Düzce - Akçakoca - Yedigöller Gezisi 1 / Gündüz Akagündüz
  Yayın Tarihi: 19.11.2009    


İstanbul - Düzce - Akçakoca - Yedigöller Gezisi 1

Yollara çıkasım gelmişti.... (Yalnız)
Yollarda olasım....
Yollara düştüm ....
Yolumu seçtim....
Yol aldım.....

Yollara, dağlara, denizlere, göllere, insanlara vardım....
Uzaklaştıklarım onlar – yakınlaştığım insan….
Yollarda olmak ?….
Kalakaldığım, kalkamadığım, kalkınamadığım, kaçamadığım, kovalayamadığım her ne varsa ardımda ….. Yolların uzayıp – uzatıp – götürüp - getirip yine beni ulaştıracağı benbenliğim yüzleşmelerinde kendimle….

Yollarda….?

Ne kaçılan ne dönülen farklı bir yer değil… Tek tanığım - tanıdığım yollardaki kendim….. Ne kaçmak ne de dönmek için değil bu yolculuk…. Yollarda kendimi hatırlamak için…

Zincirleri kırmalı bazen...
Halkalardan sıyrılmalı…
Metalin sesinden uzaklaşmalı…
Onlardan……..



18 saat içinde 3 şehir, 3 deniz, 3 göl görüp, 3 günde 33 insan tanıyıp 333 tebessüm edince daha bir keyflendi yaşam.... Sıfır rakımdan 1200’e, yeşilden kırmızıya, ahşaptan taşa, maviden turuncuya…. Sonbahar hüznün de beyaz bir mevsimin de başlangıcı….. o anın da, sonun da başlangıcı….

Yazı ve fotoğraflar İstanbul'dan başlayıp; Düzce, Akçakoca, Yığılca Ormanları, Yedigöller, “hava”sında bir fotoğraf ilgilisi ya da fotoğraf havasıyla, insanla devam edecek.... Umarım.....

İSTANBUL – İSTİKLAL CADDESİ – ÇİÇEK PASAJI – CUMHURİYET MEYHANESİ – AKM

Adnan Menderes'ten çıkıp da Atatürk Havaalanı’na inince garip bir kavram kargaşası oluşsa da (!) hemen karışıyorsunuz kalabalığına ve kargaşasına o koşuşturmanın.... Her gün yetişmek gerek, gidilene de, dönülene de…. Her gün böylesi bir koşturu yaş almak olmamalı… İzlemeyen bakışların koşuşturması…. Varılamayanın döngüsü…. Soluklanmak için yine yollarda olma hali….. Yollarsa kalabalık…. Yalnız….

AKM önünden Düzce’ye doğru yola çıkmazdan öncesi 30 yıla sığdıramamışken eski günleri, toplamda 4 saate sığar mıyım acep….?
Aksaray-Taksim ve İstiklaldeyim işte....
İstiklal Caddesi’ni ilk kez gördüğüm 1979’daki genç-çocukluğum anıları depreşik nedense.... Yaş almak kaynaklı mı, anı zenginliğimin züğürt tesellisi mi ayırt edemesem de.... Renk cümbüşü çekimi arası eski günlerdeki az yalnızlık korkusu..... Kalabalığın seyranında, yüzlerdeki yabancılığa karışmakta ve yaşanmışlıklarımın bildikliğinde yürümekteyim…. Beyoğlu – Taksim - İstiklal..... çocukluğum ve yetişkinliğim arası..... Çokluğum ve hiçliğim… Her şeyliğim ve azlığım….. Azalıp azalıp çoğaldığım, çoğaldıkça yollara sığındığım….



Taksim kalabalık…. Çoğunluk, gençler…. Ne hoş renk-i bi ahenk…. Çoğulcular-bencil-s-leriyle, aramakta ve aranmakta olanlarıyla çoklar…. Azınlık; binaların tenhasına sığınmış yaşam savaşında gecikmişler… Saçlar – sakallar - giysiler değil yitirilen gecikmişler için; yarınsız bakışlar…. Bayık bakışlarsa her hallerden mutlu…. Aynı cadde üzerinde zarif hanımefendiler - şık beyefendilere karışmış, tikiler, entelektüeller, memurlar, aşifteler, öğrenciler.... Sevgililer - sevgisizler, güzeller - az güzeller, faniler – ruhaniler – ruhsallar - ruhu şad olmuşlar…. Doğusu - batısı, mürekkep lekesi - daksili kadar zıtlıkların üst üste-altaltalığı Taksim… Güzel bir geç sonbahar serinliği…. Akşamın ilk karanlığı…. Genç ve geç bir İstiklal akşamı….

1979 sonrası aralıklı zamanlarda her uğrayışımda, belleğime yeni bir mekan kattığımın İstiklal’i…. Abdülhamit’ten bu yana yürüyeni, oturanı, kapanı - kaçanı, yerli yerinde duranı, nereden geldiği bildiklerle kimin çocuğu olup, nereye gideceği bilinmezlerin omuz mesafesi, koku temasında yan yana yürüdüğü İstiklal’i…. 30 yıl öncesinin ezberletilmiş zıtlıklarına neon giysili yeni zıtlıklar türetilmiş İstiklal’i…. O zamanlar bıyığınızı tarif gerekmezdi berberinize…. Yanlış berbere giderseniz de bıyık derdiniz kalmazdı… Dergilerden işaret parmaklamak yeterli şimdilerde kuaförde, ya da pop name bilin yeter…. Tanımlarımız çeşitlendi, çoğaldık, reng-i ahenk hallere vakfedilmekteyiz her an.…. Anımsamalarımız azaltılmakta…. Kendimiz azalmaktayız çoğaltıldıkça….

Karaköy'den - Tünel sonuna çıkış vaktinin 2 katı vakitte İzmir'den gelip.........



"Trene bakmaktayız" artık....



Yuvarlak tepsili soba - mangal kestanecilerin yerini, askerden yeni gelmiş hizalı kestaneler alsa daaaa.....



Ali Muhittin Hacı Bekir'in akide şekerleri halen yerli yerinde... Üstelik fotoğrafını çekene iki de fındıklı ikram ediyorlar...

Bugünün ambalajı çeşnili tercihleri çocukluğum günlerinde olmadığından olsa gerek kaynana şekeri, akide şekeri uzaktan gelen akrabaların beni çok mutlu edebilen hediyeleriydi.....



Ege'den 1 saat sonrası Marmara.... 45ten – 35e – 35ten 34e kadar yakın görünen.... Bu günden 30 yıl öncesine uzaklıkta...

................................

17 yaşıma giydirilmiş resmi üniforma bile Çiçek Pasajı merakıma engel olamamıştı o yıllarda... Ayak üstü masalarda - yanyana, ortada bir midye tavaya ortalama 4 bira düşen arkadaş sohbetleri.... 50 cl arpa suyuna bir dünya dönmesi kafalarla Zübük filmine yetişme kaygısı…. Yıllar değişiyor, Zübük filmi artık Kanal 7’de gösteriliyor, Hacı Bekir’in akide şekerini geveliyorum ağzımda, Çiçek Pasajı’nın kapısındayım, bildik bir yabancıyım….. O günlerin paylaşıldığı arkadaşlar uzaklarda… E artık cep var, o var bu var daaaa… ya o anı paylaşacak kimse……..?



Babadan - oğula yeni yüzleriyle ara sokaklarında balıkçılar…. Başka bir kavga içindeler artık…. O salaş ama sarmaş ucuz balık mekanımız Mercan Cafe; sarmadı bu kez ….



Türkiye’de ilk kez İstanbul’da Dünya Rakı Günü kutlanmıştı…. Cumhuriyet Meyhanesi’nde….. Ve ikincisini de 2 yıl önce Manisa’da toplaştığımız 30 arkadaşla biz kutlamıştık…. Meyhane bile diyemeyeceğimiz bir mekanda….



30 yıl öncesinden bilmezdim Tarihi Cumhuriyet Meyhanesi’ni… Zaten 17 yaşım askeri öğrenci harçlığı ve aileden gelen böyle bir kültür de olmayınca nereden bilecektim ki meyhane – rakı – balık - fava tadını… Ama öğrendik sanırım…. Favanın bakladan yapıldığını – rakının üzümden yapıldığını….. Sohbetin kattıklarınıysa halen öğrenmekteyiz….. Vefa Zat’tan okuduk, sözü kadim ağabeylerden dinledik, sohbeti çekilir dostlarla içtik…. öğrendik zamanla…. Öğreniyoruz…. Rakının – balığın - favanın tadına eyvallah daaa, tüm bunların sohbetin mezesi olduğunu…..

Bu kez sohbetim kendimle….. Şerefime çırpıştırdım kendimle…..



"Oturduğu yerden" fotoğrafı çeken ben .... Balığı – rakıyı - favayı kim "götürdü"?

..........................................................

Galata Köprüsünde midye tava – balık - ekmek, a bir de illaki Beşiktaş Kazan Birahanesi… O günlerdeki midye tavaların tadını bilince şimdilerde buruk ama özlemli bir tad olarak baki kalmakta bu tek kadehle hoş olmuş kubbemde….



Yol almalı Taksim’e doğru…. Yola çıkmalı…. Fotoğraf çekmeliyim…. Fotoğraf belleğime katmak için mi, belleğimi sunmak için mi……? Yollarda olmalıyım…. An’ın, insanların, yaşamın yollarında……

Vara vara vardım İstiklal'in başında eskilerde bir su deposuna... Daldım içeri.... Şimdilerde Taksim Cumhuriyet Sanat Galerisi.... Cumhuriyetin 86. yılında 86 sanatçının eseri.... Kocaaaaa İstanbul..... San-atıda, san-atçısıda bol.... Pek bir keyifle izledim eserleri de, mekanı da..... Cumhuriyetin 86. yılında 86 sanatçının eserlerinin bir araya geldiği “86/86 Cumhuriyet” sergisi 28 Ekim – 28 Kasım tarihlerinde ziyaret edilebilir. Öneririm... Cumhuriyet’in getirdiği yeni dünya görüşü doğrultusunda hazırlanan 39 resim, 15 heykel, 21 fotoğraf, 7 baskı, 2 seramik, 1 mozaik ve 1 enstalasyon eserinin yer aldığı sergiden birkaç fotoğraf.....













ve sergiden son fotoğraf zincir - halka........



1980 Yıllarıydı.... Askeri öğrenci olarak Kuleli'de bir tiyatro grubu kurma çalışmaları sırasında Atatürk Kültür Merkezi’ne gittim ... İzleyici olarak sahne önündeki koltuklarda oturmak için değil de ziyaretçi olarak... Nereden estiyse(!) "Çürük Elma" oyununun yazarı Atila Alpöğe ile görüşerek oyunu sahneleme izni almak için... Koridor boyu ilerlerken her bir kapısından ayrı bir tını aldığımı hatırlıyorum... Bir kapı ardından duyduğum "opera" seslendiricisi sesi, o zamanlar TRT’de yayınlanan (TRT2si-üçü beşi yoktu) Hikmet Şimşek yönetimdeki "pazar konseri"ndeki ızdıraptan çok farklı bir duygu katmıştı bana... "Sivas Sivas olalı böyle bir işkence görmedi" diyen vatandaş gibi "pazar konseri" bitse de kovboy filmi başlasa diye zoraki izleyişlerimden utanmadım ama, kapı ardından duyduğum o ses, o anlamadığım sözlerdeki duygu beni etkilemişti... O kadar etkilenmişim ki halen koşa koşa operaya gitmiyorum.... Kültür çocukluktan iyi yerleşmezse, don düşüyor işte ...ıçımızdan, needek..... Sonuçta oyun yazarıyla mı yoksa başka bir yetkiliyle mi görüştüm hatırlamıyorum ama o oyunu sahneleme iznini şifaen de olsa almıştım. Okulda tiyatro grubundaki arkadaşlarla onca prova, onca "onaylatma" sahnelememize karşın "Çürük Elma" oyununu okulda oynayamadık.... Sonuç budur.... "Her film mutlu bitmez" öğretisinin bilmem kaçıncı tekrar dersi.... Belki de o günden evveli ve bugünde o oyunun anlattıkları o kadar çok gündelik yaşamımızda yaşanıyor ki bir de sahnede görmeye gerek yoktu herhalde kiiii.....

ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ dolu dolu bir yerdi.... Düzce'ye yolculuk için ilk hareket noktası olan AKM önüne geldiğimde.... İçim burkuldu.... İçini boşaltmaya çalışıyorlar ATATÜRK - KÜLTÜR Merkezi'nin....



devam edecek....


Gündüz Akagündüz

www.gunduzakagunduz.com


4009










   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)