 
                
                
                Oğuz ÖZÜGÜL
  		
		  SANAT ÜSTÜNE  I
SANATIN GİZEMLİ YETENEĞİ
  
 
 
		 	
			
		  
			  
	
Belirli bir görüş açısından bakılırsa sanatın varlığı insana hâlâ çözülmemiÅŸ bir bilmece gibi gelir. Nesnel dünyayı öğrenme yöntemi olan bilimin zorunluluÄŸu konusunda ise en ufak bir kuÅŸkuya yer yoktur. Buna karşılık yüzyıllarca malzeme ve insan kaynağını, en deÄŸerli yaratıcı güçleri tüketen sanatın zorunluluÄŸu ve yerinin doldurulmazlığı için bugüne kadar kesin bir tespit yapılmamıştır. Sanat olmasaydı toplum maddi yönden belki çok daha zengin olurdu. Her dönemde birçok yetenekli genç insan sanata yönelmiÅŸtir; pek çoÄŸu karşılığında ne bir ün kazanmış ne de zengin olmuÅŸtur. Ama yine de bu akıl almaz derecede zor çalışmaya kendilerini adamışlardır. İnsan nasıl ki bilgilenmeye istek duymadan, yaratma içgüdüsü, kadın erkek arasındaki sevgi, aile sevgisi olmadan yaÅŸayamayacak, varlığını sürdüremeyecekse, sanat olmadan, sanata ihtiyaç duymadan yaÅŸayamayacağı, varlığını sürdüremeyeceÄŸi gerçeÄŸi aynı ÅŸekilde fenomenolojik bir olgudur. Ne var ki, bütün bu “temel tutkular” ya da “içgüdüler” kendilerine kolayca nesnel bir temel bulurlar. Bu içgüdüler olmadan insan doÄŸayı yenemezdi, toplumu uygun bir biçimde örgütleyemezdi, cinsinin sürekliliÄŸini saÄŸlayamazdı, savunmasız çocuÄŸunu koruyamazdı. İyi de, sanatın zorunluluÄŸu nereden ileri geliyor? Birçok düşünür bu konuda sayısız düşünce öne sürmüştür; ama tartışmalar sona ermekten henüz çok uzaktır.
Sanatın birçok iÅŸlevinin olması onun göze çarpan bir özelliÄŸidir. Ancak, soruyu ortaya atan kiÅŸinin dünya görüşü, estetik duygusu, yaÅŸam görüş açısı herhangi bir iÅŸlevin en belirleyici iÅŸlev olarak görülmesine neden olur. Sanat insanların yaÅŸamına uyum katar, hoÅŸlanma duygusu verir, düşünsel iliÅŸkilere ve “duyguların aktarılması”na hizmet eder (Tolstoy), ruhu “arındırır”, yaÅŸamı yansıtır, ahlak yönünden eÄŸitir, bastırılan duyguları yabancılaÅŸmış bir biçimde canlandırır ve böylece ruhsal iç çatışmalardan, sinirsel hastalıklardan kurtarır (Freud). Bu kadar çok yararlı iÅŸlevi aynı ânda yerine getiren sanatın gizemli yeteneÄŸi, bu iÅŸlevleri bir bütün olarak sanatsal çalışmaların en akılcı ve en geçerli yöntemi haline getirir. Ancak Hegel, yukarıda sayılan iÅŸlevlerin, sanattaki gerçek anlamı belirlediÄŸine dair görüşü reddeder: “Bu tür ÅŸeyler sanat eserini ilgilendirmez ve sanat eseri kavramını belirlemez.”
Bir sanat eseri karşısında öne sürülen “bu güzeldir” savı sırf sezgisel bir yargıdır ve bu yargı, yine sezgisel olan ve mantık açısından kanıtlanamayan baÅŸka bir yargı tarafından yönlendirilmiÅŸ olabilir. Böyle bir yargı sayılmayacak kadar çok faktörü ve bileÅŸeni kapsar. “Bu güzeldir” yargısına varmak için, yargıya varanın fizyolojik durumu, toplumsal ve ulusal kökleri, o günkü tarihsel durum vs. tarafından etkilenen toplam yaÅŸam deneyimlerine baÄŸlı pek çok çaÄŸrışıma gerek vardır. Güzel konusundaki yargının içerdiÄŸi gerçeklik çok görelidir, her zaman tarihsel, ulusal vs. yönlerden sınırlıdır.
Ahlak yargıları da, her ne kadar sırf sezgisel olmasa da, aynı şekilde sezgiseldir. Belli bir ölçüye kadar toplumun ya da (ve) kişilerin çıkarları tarafından yönlendirilebilir. Ahlaksal bir dogma herkese hoşnutluk duygusu verdiği zaman kitleler tarafından benimsenir. Nesnel gerçeklik kriterinin yerine kişisel duygular geçerse doğal olarak kuşkular belirir. Kant, senteze dayalı yargıya varma yetisini hoşnut olma ya da olmama yetisine bağlar ve memnuniyet kavramını kullanır. Ayrıca birkaç koşulun da göz önüne alınmasını ister. Memnuniyetin genel olması, yani kararı duyan herkes tarafından paylaşılması gerekir. Ne ki, öte yandan gerçek diye kabul edilen ahlaksal, toplumsal, dinsel, estetiksel yargılar kaçınılmaz olarak tarihsel, toplumsal, ulusal yönlerden sınırlı kalır ve bu nedenle genel olamaz.
Sezgisel estetiksel olan “bu güzeldir” yargısında akılla elde edilen öğeler hemen hemen yok denecek kadar azdır. Bu yargıyı oluÅŸturan öğeler, akışkan çizgiler, renkler, ses tonları, renk nüansları ve devingenliktir. Bunlar birçok çaÄŸrışıma neden olabilir, böylece bir hoÅŸnutluk, memnuniyet duygusu yaratır (hazcı iÅŸlev). Çizgi, ses, renk insanı heyecanlandırabilir, yatıştırabilir, büyüleyebilir, sevindirebilir; yani bilinçaltı çaÄŸrışımlarının niteliÄŸine göre bir takım duygular uyanabilir. Bu yargı kitlesel bir duruma gelirse duyguların aktarılmasına olanak saÄŸlar (iletiÅŸimsel iÅŸlev). ÇaÄŸrışımlar bilinçli, somut olmak zorunda deÄŸildir, baÅŸka biçimde yüceltilmiÅŸ imgeleri de içerebilir. “Bu güzeldir” savı, sanat eseri karşısında varılan ayrıntılı, sezgisel bir yargı olmak zorunda deÄŸildir. Sanat eseri, eÄŸer somut nesnel ve bu yüzden akılla elde elden öğeleri içeriyorsa, yüzeysel bir algı sırasında sezgisel öğe ortadan kalkabilir. Bu nedenle sanat eserindeki sezgisel gerçekliÄŸi ararken ve algılarken tüm akla dayalı ve duygusal güçlerin seferber edilmesi, esin denen bir durumun ortaya çıkması gerekir. Esin ruhsal bir yetenektir; izlenimleri dolaysız algılamaktır, yani kavramları bir düzene koyarak daha iyi anlamaktır. Bu durumda esin yalnız sanatçılar için deÄŸil, sanat eserini algılamak isteyen herkes için gereklidir. Sanatseverler çevresindeki varlık koÅŸullarının, kültürün, eÄŸitimin ortak olması, ortak çaÄŸrışımlardan oluÅŸan bir dünya yaratır; bu yüzden, “renkler ve zevkler tartışılmaz” safsatasının aksine, benzer ya da birbirine uyan yargılara varılmasına neden olur, yani yargılarda belirli bir genelliÄŸi saÄŸlar. Sezgisel yargının ortak oluÅŸu inandırma gücüne katkıda bulunur. Böylece sanat, sezgisel gerçekliÄŸin genel ve inandırıcı bir biçimde aranmasına olanak tanır.
Sanat, sanatçının ve eseri algılayan öznenin uÄŸraÅŸlarını kapsayan bir fenomen diye ele alınırsa, gerçekliÄŸin kriterlerini kendi içinde taşıyan sezgisel gerçekliÄŸin aranmasıdır. Sanatın amacı, “kanıtlanamayanlara inandırmak” için sezgisel yargının otoritesini ve inandırma gücünü desteklemektir. Sanat insanlara maddi ve manevi dünyanın bilgilerini kazandırır. Bunu baÅŸka türlü söylersek: Sanat esinlenmeyi öğretir.
Her çeÅŸit etiksel düşünceden uzak “arı bir sanat” olabilir mi? Bu, biraz kuÅŸkuludur. Etkili bir sanat, duygusal öğelerin öne çıktığı çok geniÅŸ bir çaÄŸrışımlar ve yaÅŸantılar alanını harekete geçirir. Ancak bu etki toplum açısından “iyi” de “kötü” de olabilir. Bu yüzden sanat, topluma hem yarar saÄŸlayabilen hem de zarar verebilen çok keskin bir silah yerine geçer. Sanatçının cansız mermere, beyaz tuvale, basit sözcüklere “can verme” yeteneÄŸinde olması bile bir mucizedir. Bu durum, malzemedeki mantığın aşılmasıdır. Her öğesi yavan ve mantıksal olan malzemenin mantık dışı bir biçimde sanat eserine dönüşmesi insanı ÅŸaşırtır ve etkiler.
Bilimsel gelişmeler bakımından akla dayalı öğelerin otoritesinde bir azalma tehlikesi söz konusu değildir. Buna karşılık bu öğelerin rolü abartılmakta, sezginin rolü küçümsenmektedir. Bu yüzden günümüzde sanatın rolü özellikle büyük bir önem taşımaktadır.
Kaynaklar
-Kunst und Wissenschaft(Sanat ve Bilim), Yevgeni Feinberg, Gesellschaftwissenschaften.
-Die Esthetik der Wahrheitssuche (Gerçeği Aramanın Estetiği), Mihail Volkenstein.
-Aesthetik, G.W.F. Hegel
-Werke, İ.Kant
 
      
     
	  
       
Oğuz ÖZÜGÜL
       
oguzozugul@hotmail.com
        
		
	  			 SANATIN GİZEMLİ YETENEĞİ
Belirli bir görüş açısından bakılırsa sanatın varlığı insana hâlâ çözülmemiÅŸ bir bilmece gibi gelir. Nesnel dünyayı öğrenme yöntemi olan bilimin zorunluluÄŸu konusunda ise en ufak bir kuÅŸkuya yer yoktur. Buna karşılık yüzyıllarca malzeme ve insan kaynağını, en deÄŸerli yaratıcı güçleri tüketen sanatın zorunluluÄŸu ve yerinin doldurulmazlığı için bugüne kadar kesin bir tespit yapılmamıştır. Sanat olmasaydı toplum maddi yönden belki çok daha zengin olurdu. Her dönemde birçok yetenekli genç insan sanata yönelmiÅŸtir; pek çoÄŸu karşılığında ne bir ün kazanmış ne de zengin olmuÅŸtur. Ama yine de bu akıl almaz derecede zor çalışmaya kendilerini adamışlardır. İnsan nasıl ki bilgilenmeye istek duymadan, yaratma içgüdüsü, kadın erkek arasındaki sevgi, aile sevgisi olmadan yaÅŸayamayacak, varlığını sürdüremeyecekse, sanat olmadan, sanata ihtiyaç duymadan yaÅŸayamayacağı, varlığını sürdüremeyeceÄŸi gerçeÄŸi aynı ÅŸekilde fenomenolojik bir olgudur. Ne var ki, bütün bu “temel tutkular” ya da “içgüdüler” kendilerine kolayca nesnel bir temel bulurlar. Bu içgüdüler olmadan insan doÄŸayı yenemezdi, toplumu uygun bir biçimde örgütleyemezdi, cinsinin sürekliliÄŸini saÄŸlayamazdı, savunmasız çocuÄŸunu koruyamazdı. İyi de, sanatın zorunluluÄŸu nereden ileri geliyor? Birçok düşünür bu konuda sayısız düşünce öne sürmüştür; ama tartışmalar sona ermekten henüz çok uzaktır.
Sanatın birçok iÅŸlevinin olması onun göze çarpan bir özelliÄŸidir. Ancak, soruyu ortaya atan kiÅŸinin dünya görüşü, estetik duygusu, yaÅŸam görüş açısı herhangi bir iÅŸlevin en belirleyici iÅŸlev olarak görülmesine neden olur. Sanat insanların yaÅŸamına uyum katar, hoÅŸlanma duygusu verir, düşünsel iliÅŸkilere ve “duyguların aktarılması”na hizmet eder (Tolstoy), ruhu “arındırır”, yaÅŸamı yansıtır, ahlak yönünden eÄŸitir, bastırılan duyguları yabancılaÅŸmış bir biçimde canlandırır ve böylece ruhsal iç çatışmalardan, sinirsel hastalıklardan kurtarır (Freud). Bu kadar çok yararlı iÅŸlevi aynı ânda yerine getiren sanatın gizemli yeteneÄŸi, bu iÅŸlevleri bir bütün olarak sanatsal çalışmaların en akılcı ve en geçerli yöntemi haline getirir. Ancak Hegel, yukarıda sayılan iÅŸlevlerin, sanattaki gerçek anlamı belirlediÄŸine dair görüşü reddeder: “Bu tür ÅŸeyler sanat eserini ilgilendirmez ve sanat eseri kavramını belirlemez.”
Bir sanat eseri karşısında öne sürülen “bu güzeldir” savı sırf sezgisel bir yargıdır ve bu yargı, yine sezgisel olan ve mantık açısından kanıtlanamayan baÅŸka bir yargı tarafından yönlendirilmiÅŸ olabilir. Böyle bir yargı sayılmayacak kadar çok faktörü ve bileÅŸeni kapsar. “Bu güzeldir” yargısına varmak için, yargıya varanın fizyolojik durumu, toplumsal ve ulusal kökleri, o günkü tarihsel durum vs. tarafından etkilenen toplam yaÅŸam deneyimlerine baÄŸlı pek çok çaÄŸrışıma gerek vardır. Güzel konusundaki yargının içerdiÄŸi gerçeklik çok görelidir, her zaman tarihsel, ulusal vs. yönlerden sınırlıdır.
Ahlak yargıları da, her ne kadar sırf sezgisel olmasa da, aynı şekilde sezgiseldir. Belli bir ölçüye kadar toplumun ya da (ve) kişilerin çıkarları tarafından yönlendirilebilir. Ahlaksal bir dogma herkese hoşnutluk duygusu verdiği zaman kitleler tarafından benimsenir. Nesnel gerçeklik kriterinin yerine kişisel duygular geçerse doğal olarak kuşkular belirir. Kant, senteze dayalı yargıya varma yetisini hoşnut olma ya da olmama yetisine bağlar ve memnuniyet kavramını kullanır. Ayrıca birkaç koşulun da göz önüne alınmasını ister. Memnuniyetin genel olması, yani kararı duyan herkes tarafından paylaşılması gerekir. Ne ki, öte yandan gerçek diye kabul edilen ahlaksal, toplumsal, dinsel, estetiksel yargılar kaçınılmaz olarak tarihsel, toplumsal, ulusal yönlerden sınırlı kalır ve bu nedenle genel olamaz.
Sezgisel estetiksel olan “bu güzeldir” yargısında akılla elde edilen öğeler hemen hemen yok denecek kadar azdır. Bu yargıyı oluÅŸturan öğeler, akışkan çizgiler, renkler, ses tonları, renk nüansları ve devingenliktir. Bunlar birçok çaÄŸrışıma neden olabilir, böylece bir hoÅŸnutluk, memnuniyet duygusu yaratır (hazcı iÅŸlev). Çizgi, ses, renk insanı heyecanlandırabilir, yatıştırabilir, büyüleyebilir, sevindirebilir; yani bilinçaltı çaÄŸrışımlarının niteliÄŸine göre bir takım duygular uyanabilir. Bu yargı kitlesel bir duruma gelirse duyguların aktarılmasına olanak saÄŸlar (iletiÅŸimsel iÅŸlev). ÇaÄŸrışımlar bilinçli, somut olmak zorunda deÄŸildir, baÅŸka biçimde yüceltilmiÅŸ imgeleri de içerebilir. “Bu güzeldir” savı, sanat eseri karşısında varılan ayrıntılı, sezgisel bir yargı olmak zorunda deÄŸildir. Sanat eseri, eÄŸer somut nesnel ve bu yüzden akılla elde elden öğeleri içeriyorsa, yüzeysel bir algı sırasında sezgisel öğe ortadan kalkabilir. Bu nedenle sanat eserindeki sezgisel gerçekliÄŸi ararken ve algılarken tüm akla dayalı ve duygusal güçlerin seferber edilmesi, esin denen bir durumun ortaya çıkması gerekir. Esin ruhsal bir yetenektir; izlenimleri dolaysız algılamaktır, yani kavramları bir düzene koyarak daha iyi anlamaktır. Bu durumda esin yalnız sanatçılar için deÄŸil, sanat eserini algılamak isteyen herkes için gereklidir. Sanatseverler çevresindeki varlık koÅŸullarının, kültürün, eÄŸitimin ortak olması, ortak çaÄŸrışımlardan oluÅŸan bir dünya yaratır; bu yüzden, “renkler ve zevkler tartışılmaz” safsatasının aksine, benzer ya da birbirine uyan yargılara varılmasına neden olur, yani yargılarda belirli bir genelliÄŸi saÄŸlar. Sezgisel yargının ortak oluÅŸu inandırma gücüne katkıda bulunur. Böylece sanat, sezgisel gerçekliÄŸin genel ve inandırıcı bir biçimde aranmasına olanak tanır.
Sanat, sanatçının ve eseri algılayan öznenin uÄŸraÅŸlarını kapsayan bir fenomen diye ele alınırsa, gerçekliÄŸin kriterlerini kendi içinde taşıyan sezgisel gerçekliÄŸin aranmasıdır. Sanatın amacı, “kanıtlanamayanlara inandırmak” için sezgisel yargının otoritesini ve inandırma gücünü desteklemektir. Sanat insanlara maddi ve manevi dünyanın bilgilerini kazandırır. Bunu baÅŸka türlü söylersek: Sanat esinlenmeyi öğretir.
Her çeÅŸit etiksel düşünceden uzak “arı bir sanat” olabilir mi? Bu, biraz kuÅŸkuludur. Etkili bir sanat, duygusal öğelerin öne çıktığı çok geniÅŸ bir çaÄŸrışımlar ve yaÅŸantılar alanını harekete geçirir. Ancak bu etki toplum açısından “iyi” de “kötü” de olabilir. Bu yüzden sanat, topluma hem yarar saÄŸlayabilen hem de zarar verebilen çok keskin bir silah yerine geçer. Sanatçının cansız mermere, beyaz tuvale, basit sözcüklere “can verme” yeteneÄŸinde olması bile bir mucizedir. Bu durum, malzemedeki mantığın aşılmasıdır. Her öğesi yavan ve mantıksal olan malzemenin mantık dışı bir biçimde sanat eserine dönüşmesi insanı ÅŸaşırtır ve etkiler.
Bilimsel gelişmeler bakımından akla dayalı öğelerin otoritesinde bir azalma tehlikesi söz konusu değildir. Buna karşılık bu öğelerin rolü abartılmakta, sezginin rolü küçümsenmektedir. Bu yüzden günümüzde sanatın rolü özellikle büyük bir önem taşımaktadır.
Kaynaklar
-Kunst und Wissenschaft(Sanat ve Bilim), Yevgeni Feinberg, Gesellschaftwissenschaften.
-Die Esthetik der Wahrheitssuche (Gerçeği Aramanın Estetiği), Mihail Volkenstein.
-Aesthetik, G.W.F. Hegel
-Werke, İ.Kant
Oğuz ÖZÜGÜL
oguzozugul@hotmail.com
"Oğuz ÖZÜGÜL" bütün yazıları için tıklayın...
