“Aman oğlum dikkat et denizle oyun olmaz”
Kıyı çocukları denizde oynar, denizle oynar. Denizde taş sektirmeyi, tahta parçası yüzdürmeyi, ıslanmayı, dişleri birbirine vurarak üşümeyi, derken su üstünde durabilmeyi, donunu başına takıp kurutmayı, boğulur diye merak eden anasını yatıştırmayı öğrenir. Ailede mutlak bir deniz insanı vardır, olmasa da denizcilik denizden geçmiştir.
“Gözünü açmış denizi görmüş, başkaca bir bildiği yok” diyebiliriz. Daha ne olsun!
Onlar da Haliç’te, denize inen bir sokakta doğdular. Islanmayı, kurumayı, olta yapıp kaya balığı tutmayı, - baş suyun adamakıllı dışında- yüzmeyi öğrendiler. Acıktıklarında teneke üstünde midye pişirip ekmeğe katık ettiler.
Haliç deniz tarifine pek uymuyordu. Ne maviydi ne de köpür köpür dalgalı. Ama serindi, eğlenceliydi, yarışmalıydı, cesaret isterdi ve yasaktı. “Komşunun oğlu geçen yıl boğuldu!”
Çocuk, deniz, yasak!
Lodos Kadıköy kıyılarını vuruyor, gazetelerde mendireği aşan dalgaların resimleri, tek Fenerbahçe vapuru çalışıyor. Kaptan köprüsünün arkasında üç çocuk, yürekleri ağızlarında “lodos yiyorlar”. Her dalgada nasılda ıslanıyorlar koca geminin kaptan köprüsünün ardında. Nasıl derinlere dalıp nasıl dikiliyor gemi. Baş omuzlukta nasıl derin bir uçurum.
- Yalpaya düşmeden koya bir girebilsek, “iskele alabanda“
Haydarpaşa Mendireği’nin ardı nasıl sakin. Yol alıyor Fenerbahçe vapuru, mendirek nasıl kısa, Lodos nasıl sert, Marmara nasıl siyah, dalgalar nasıl kocaman, nasıl birbiri peşi sıra karanlık.
Kadıköy’den İstanbul nasıl uzak.
- Kaptana helal olsun!
- Korkudan altına ediyordun, rengin sapsarı.
- Ama hiçbirimizi deniz tutmadı, kusmadık.
- Bir sefere daha var mısınız!
Çocuklardan birinin babası Şehir Hatları vapurunda kaptan. İskele- sancağı, düdükleri, üstelik altı kısa bir uzun düdüğün SOS anlamına geldiğini biliyor.
- Buyur kaptan!
- Bir kayık bulalım, yelken açıp Marmara’ya açılalım.
- Şahin’in babasının kayığı var. Üstelik hasta, çalışamıyor, belki kiraya verir.
- Yelkeni var mı, nasıl bir şey?
- Büyük. 3-4 metrelik.
Şahin’in babası Cibali- Kasımpaşa kürekle müşteri taşıyor. Baş oturakta bir delik, faş tahtasının üzerinde deliğe denk gelen bir kovan. İki metrelik yelken direği ordan geçip kovana giriyor. Bir de üçgen yelken. Dümen, yeke tamam.
- Adam başı birer lira veririz?
Yüzmesini biliyorsun, denizi seviyorsun, Lodosda Kadıköy’e gidip gelmişsin. Yaz günü hava nasıl sıcak, deniz nasıl sakin, nasıl serin. Üstelik kaptanın babası kaptan!
- Yarın gidelim.
- Nereye gideceğiz?
- Moda’ya. Yelken açarız. Yanımıza ekmek peynir domates alırız.
- Sabah erken çıkalım, akşam geçe kalırsak …
Sabah sanki hiç olmayacakmış gibi, uykular nasıl uzak.
- - Haliç de yelken açılmaz, Sarayburnu’na kadar sırayla kürek çekeceğiz.
- Başüstüne kaptan!
Deniz çarşaf gibi, yelken serin yelle dolu. Ne korku, ne yasak. Denizin fışırtısı, arada bir bayraklanan yelkenin şaklaması, Haydarpaşa Mendireği’nin üzerinde yuva kurmuş martıların cayırtısı.
- Mola verip denize girelim, hem karnımız da acıktı
- Yarı yolu aştık sayılır
- Yelkeni toplayalım. Kürekleri bırakmayın, ada akıntısına girersek sürükleniriz ya Çınarcık ya Yalova!
- Ulan sen de iyice kaptan belledin kendini. Başüstüne kaptan!
Deniz nasıl soğuk sabah sabah, nasıl aydınlık, nasıl kocaman. Ekmek peynir nasıl lezzetli.
- Bu rüzgârla yarım saate varmaz Moda koyundayız. Esas orada denize gireriz bütün gün.
Güneş tam tepede nasıl kavurucu, deniz hemen küpeştenin dışında nasıl ılık. Karpuz nasıl tatlı, nasıl sulu.
- Ekmek alacak paramız kaldı mı?
Akşam erken mi oluyor, nasıl kırmızı. Rüzgâr kuzeyden mi esiyor, nasıl sert. Dalgalar daha mı büyük, nasıl sallıyor.
- Salmamız yok, yelkenle açığa sürükleniyoruz. Kürekle Kız Kulesi’nin arkasına çıkalım. Oradan yelken kürek Haliç’e gireriz.
Demesi nasıl kolay, kürek çekmek nasıl zor. Yorgunluk nasıl baskın. Karınlar nasıl aç. Kayık nasıl büyük. Yol nasıl uzun. Gece nasıl siyah. Kollar nasıl ağrıyor, avuçlar nasıl sızlıyor.
- Bırakıp kayığı gidelim.
- Şahin’in babasına ne deriz. Hem yol paramız da yok
- Başka sefere ben yokum!
- Ben de!
- Yeterince söylendik, kürekleri el değiştirelim, bir gayret daha…
- Sen dümende söylemesi kolay,
Deniz nasıl karanlık. Deniz nasıl çırpıntılı. Şehrin ışıkları nasıl onca kıpırtılı. Kürekler nasıl ağır. Geçen gemi nasıl büyük, Dizel makina nasıl güçlü. Akıntı nasıl çırpıntılı. Haliç’in girişi nasıl dar…
- Çok yorulduk, kayığı çekeğe yarın çekeriz.
- Belki yarın yine gideriz ha!
- Sabah erken burada buluşuruz..
- Bu sefer ekmeği çok alalım…
14.Ağustos.2006 / FOÇA
|