BİR FIRTINA TUTTU BİZİ
- I -
Bugün “mübadele” sözcüğünün kaç kişi anlamını bilebiliyor. Kaç kişi o günlerde yaşananlardan haberdardır? Kimine göre, mübadele göç demektir. Yalnız göç mü? Baskı, işkence, zor alım, gemiler, eşya denkleri, iskeleden uzakta iple tırmanılan vapurlar, yeni topraklar, domuz ahırı gibi evler, yeni topraklarda çiftçilik, doğduğun toprağa özlem, bitli muhacirler, Türk tohumu, yeni vatanda yeni komşuluklar, yeni sorunlar…
Mübadele; Türk ve Yunan hükümetleri arasında imzalanan nüfus değişimi sözleşmesidir. Ne zaman bu sözleşme başladı. Türkiye halkı, Mustafa Kemal’in önderliğinde 19 Mayıs 1919 – 09 Eylül 1922 arasında Türk Kurtuluş Savaşı’nı yaptı. Emperyalistlerin maşalarını yurttan kovdu. Emperyalistlerle İsviçre’nin Lozan şehrinde hesaplaşıldı. Burada, Osmanlı Devleti’nin yabancılara verdiği bazı hukuksal, ekonomik ve siyasi ayrıcalıklar fırtınalar yarattı. Yayılmacı devletlerin baş temsilcisi İngiltere delegesi ile Türk Heyeti Başkanı İsmet Paşa arasında diplomatik tartışmalar çok çetin geçti. Bazı problemlerin görüşülmesi sonraya bırakıldı. Türkiye Devleti’nin sınırları 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması’na göre çizildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti karşısında on beşe yakın devlet vardı. Bunların bir kısmı kendilerinin gözlemci olduğunu ifade etti. On bir devlet temsilcisi antlaşmaya evet imzasını eliyle yazdı.
Savaş sonunda, Lozan şehrinde; Türk Hükümeti ile yabancı güçler ortaya konan sorunları tartışırken, İsmet Paşa ile Yunanistan temsilcisi Venizelos, bir araya geldi. Ülkemizdeki Türk tabiiyetinde olan Ortodokslarla, Yunanistan’da yaşayan o hükümetin tabiiyetinde bulunan Müslümanların karşılıklı yer değiştirmesi konusunu görüştü. Birleşmiş Milletler Temsilcisi Nansen Türk ve Yunan Hükümetlerine böyle bir öneri getirmişti. 30 Ocak 1923 tarihinde iki tarafın delege başkanları ismi geçen nüfusun yer değiştirmesini kabul etti. Bunun adı, Lozan’a ek “Türk-Yunan Mübadele (Nüfus Değişimi) Protokolü Sözleşmesi”ydi.
İki tarafın bu kararına göre, Türkiye’den 200.000 Ortodoks insan, Yunanistan’dan da 400.000 kadar Müslüman kişi, karşılıklı yer değiştirecekti. 1922 yılı 9 Eylülünden sonra bir ay içinde 900.000 Rum, Türkiye’den Yunanistan’a bulabildiği teknelerle zaten göçmüştü. Savaş sırasında Anadolu Rumları içinde Yunan ordusunda askerlik yapanlar oldu. O tarafın işgali sırasında ülkemizde birçok Rum vatandaşı daha önce birlikte yaşadığı Türklere karşı türlü hakaretler yaptı. Tümü için söylenmese de belgelerde zenginleri dağa kaldırmalar, bazı Türkleri yolda, belde dövmeler, kimsesizleri öldürmeler, Yunan karakollarında işkenceye tabi tutulmalarında elebaşlık yapma, mallarını alıp götürme, kızları dağa kaldırma gibi insanlık dışı davranışlarda bulunmuşlardı.
1 Mayıs 1923 gününden 1926 yılı sonuna kadar 390.000 Müslüman unsur, Yunanistan’dan Türkiye’ye taşındı. En çok kullanılan yol deniz yolu idi. D.İ.E kayıtlarına göre, mübadele dışı gelenler, sığınmacılar dahil Türkiye’ye gelen göçmenlerin sayısı; 456.729 kişiydi. Arşiv belgeleri incelendiğinde Yunanistan’da yaşayan Rumların Türklere karşı giriştiği hareketler çok önceye dayanıyordu. Bağımsızlık isteklerini, Avrupa devletlerinin desteği ile Osmanlı devletinden istiyorlardı. Egemenlik Osmanlı devletindeyken bile bazı Rum kişiler buradaki Türklerin mal ve canlarına saldırıda bulunmuştu. Balkan savaşı sonunda hakaret ve saldırı olayları sivil Türk halkı üzerinde artmıştı. Bir kısım insanlarımız, evini, toprağını bırakarak Anadolu’ya gelebildi. Yunan Ordusu Anadolu toprağında yenilip kaçarken, köy ve kasabalarda oturan birçok yerli Rum insanını da Ege’nin karşı kıyısındaki topraklara göç etmek zorunda bıraktılar. Anadolu’da yenilmenin acısı bir taraftan, diğer yönden Türkiye topraklarından göçüp gelen bir milyona yakın insan Yunan hükümetini hazırlıksız yakaladı. Anadolu’ya bizim memleketimiz diye gelenler ne kadar boş hayaller peşinde koştuğunu Anadolu topraklarını terk ederken bile tam anlayamadılar sanırım. Türkiye’den Yunanistan’a giden sivil Rumlar anavatanlarında çok acılar çektiklerini sonradan anlattılar. Bu konuşmalar, Yunan arşivlerinde yer aldı.
Yunanistan’da beş yüz yıldır oturan Türklere gelince; evlerine ikişer, üçer Rum göçmen aile yerleştirildi. Bu sıkıntılara rağmen dede ata yadigarı bu topakları bırakmak istemeyen Balkanlardaki Türk insanı sabırlı davrandı. Bunlar geçici deyip kendilerini teselli etti. 1922 sonbaharında Yunan karasında otorite yok oldu. Dağdan gelen eşkıya da Türk evlerine taarruz ediyor, kıymetli ne bulurlarsa alıp götürüyordu. Bu yetmezmiş gibi Yunan jandarması eşkıya ile işbirliği yaparak Türklerin sandıklarındaki, genç kızların çeyiz bohçalarındaki para edecek eşyayı da alıp gidiyordu. Türk erkeklerini topluca götürüp, ağır işlerde çalıştırma olayları da yaşanmıştı. 1912 ve 1922 yıllarında Yunan hükümeti, Türk çiftçisinden alacağı vergi oranını yüzde yetmiş beşe kadar yükseltti. Milletini seven bazı ileri gelenler bir yerlere götürüldü. Kimisi bir daha geri gelemedi. Yapılan baskıdan bunalan, doğduğu yeri terk edip Anadolu’ya sığınanlar oldu. Büyük çoğunluk ise, “Mübadele” sözleşmesine göre Türk topraklarına getirildi. Aradan yıllar geçse de, göçenlerin doğduğu topraklara özlemi bitmedi. Her iki taraftan insanlar “Biz çok iyi komşu idik. Ne oldu da böyle bizi birbirimize düşman ettiler.” Laflarını zihinlerinden geçirir oldular. Bir kısmı da bunu duyulacak gibi dile getirdi. Ancak beller bükülmeye yakın, çok az insan doğduğu toprakları ziyarete gidebildi. Hasretlik, kavuşma, çok sıcak kucaklaşmalar… Ege’nin iki yanındaki insanın yüreğinin en derin yerinde her zaman bir insani davranış vardı.
On beş yaşında Selanik kazalarından Anadolu’ya gelen Sabri Aga bir türkü mırıldandı.
“ Bir fırtına tuttu a yarim bizi deryaya kardi,
O bizim kavuşmalarımız a yarim mahşere kaldi.
Yeni cezve yeni cezve kaynamaz oldu
O benim nazlı yarim dilleri söyler söylemez oldu.”
Türküde diller söylemez oldu dese de, Sabri Aga ile Çorbacı Dimitri birlikte duyulacak şekilde türküyü seslendirdiler. “Bir fırtına tuttu bizi, deryaya kardı !”
- II -
Mübadelede muhacirler Trakya bölgesine çoğunlukla demiryolu ile taşınmıştı. Anadolu’ya gelenler vapurlarla; hane halkı, ev eşyası denkleri ve hayvanları ile birlikte seyahat etti. Getirilen hayvanların çoğu koyun ve keçiydi. Gemilerin büyüklüğü, yolcu ve eşya nakletme kapasitesi farklıydı. En az yolcu taşıyabilen “Turan Vapuru” 800 yolcu alabiliyordu. En büyüğü de “Akdeniz gemisiydi” 4000 yolcu alabilecek durumdaydı. 31 Ocak 1924 günü Akdeniz gemisi Kavala iskelesinden denize açıldı. 2 Şubat 1924 tarihinde İzmir’de kıyıya yanaştı. Gemide 2344 kişi, 672 sığır, 615 koyun ve 4868 denk vardı. (Bkz. Doç. Dr. Kemal Arı, - Türk Ticaret Bahriyesi ve Mübadele Gemileri,) Bu gemide Foçalı hemşerilerimiz de olabilir miydi?
Yunanistan’dan gelen göçmenlerden 95.000 kişinin tütüncü, 100.000 kişinin zeytinci, 200.000 kişinin de çiftçi ve bağcı olabileceği hesaplanmıştır.
Gelen mübadillerin yanında bulundurması gereken belgeler vardı. Bunların birincisi Kimlik Belgesi’ydi. İkincisi Aşı Belgesi’ydi. Üçüncü belgenin adı, “Tasfiye Talepnamesi”ydi. Ayrıca Yunanistan’da resmi makamlarca, zorla elinden alınan mallarına karşılık verilen makbuz ve diğer resmi tutanaklardı.
Tasfiye Talepnamesi ne idi, ne işe yarıyordu?
Tasfiyenin karşılığı arıtma, temizleme, ayıklamadır. Mübadil ailesinin Yunanistan’da bıraktığı ev, dükkân, mağaza, değirmen, tarla, bağ, bahçe, meyvelik vb. malların tam listesi, bunların yeri, miktarı, altın veya Yunan parası ile değerini ayrıntılı biçimde göstermekteydi. Bu belgenin mübadil tarafından hazırlanması, köy ihtiyar heyetine onaylatılması ve Türk – Yunan Karma Komisyonu’na kanuna göre verilmesi gerekirdi. Bunun bir kopyası da ilgili komisyon tarafından mühürlenip imzalandıktan sonra mübadil aile reisine iade edilecekti. Göçmen aile, mallarının açıklamasını doğru yapmak zorundaydı. Sonradan yapılacak incelemede göçmenin talepnamede gösterdiği mallar yerinde ve gerçek olmalıydı. Doğru olduğu saptananlar, Türkiye’de bu mallarının karşılığını terk edilmiş mallardan alabilecekti. Bu tür belgelerden bir adet Foça’da, bir tanesini de Aliağa’da yaşayan hemşerilerimizden alıp inceledim.
Tasfiye Talepnamesinde ( Temizleme isteği dilekçesi) hangi başlıklar vardı?
1- Sayfa : Dilekçe verenin kimliği sorgulanıyordu. Baba adıyla birlikte ismi, memleketi, oturduğu yerin ili, kazası, nahiye ve köyü, mesleği ile ilgili bölümler yer almaktaydı.
2- Sayfa : Hareket edildiğinde bırakılan malların durumu açıklanıyordu. Emlak ve arazinin cinsi, miktarı (dönüm, evlek, metre kare gibi), yetiştirilen ürünün cinsi ve malın bulunduğu adresin cevabını isteyen bölümler görülmekteydi.
3- Sayfa : Zorla alınan malların açıklaması. Bu bölümde elde edilen gelir ve bu kazançtan Yunan devletinin aldığı yüksek kesinti, 1914 ve 1918 yıllarına ait kısımlar dikkat çekicidir. (1918 yılında Yunan silahlı kuvvetleri ödeme yapmadan kereste biçtirmiştir. Bu da beyannameye işaret edilmiştir.)
4- Sayfa : 18 Ekim 1912 tarihinden beri istimlak edilmiş, (Yunan hükümetince el konulan) olanlar. Alt kısımda dilekçe sahibinin ismi, imzası veya mühürü yer almaktaydı.
İç sayfada terk edilen taşınmaz mallarla ilgili açıklama vardı. Taşınmazın tapu durumu, kimden kaldığı da açıklanıyordu. Ayrıca beyanı veren tarafından kıymet takdiri de istenmişti.
Tasfiye Talepnamesi’nin doğruluğunu onaylayan köy ihtiyar heyetinden “şahitlik belgesinin” alınması da gerekliydi. Bundan amaç tasfiye talepnamesine göre; Türkiye’de terkedilmiş mallardan emsal mal almaktı. Peki, bunların karşılığı alınabildi mi? Eh, kısmen. Balkanlardaki Türklerin çoğunluğu gönüllü gelmese de bırakılan mallarla ilgili şahadetnameleri mübadele sözleşmesinden önce hazırlamıştı. (Elimde 25 Aralık 1922 tarihli böyle bir şahadetnamenin sureti vardır.)
Sonra, ne oldu? Yollarda hastalanan ve ölen olsa da Türkiye’ye gelecek olan Müslüman ahali o günün koşullarına göre başarılı şekilde deniz yoluyla taşındı. Ya mallar? Herkes ev sahibi oldu. Nüfus başına beş veya on dönüm toprak da dağıtıldı. Ya bırakılan malların karşılığı? O işi anlatması biraz zor. Çünkü, herkesin elinde böyle bir tasfiye belgesi yoktu. Muhacirlerin bir kısmı onu almadan yola çıkmıştı. Birçok kişi de işler yatışsın tekrar geldiğimiz yere döneriz düşüncesiyle o meşhur belgeyi saklamıştı. Anadolu’da Rumların terk ettiği malların bir kısmına yerli açıkgözler konmuştu. Bir kısmını da savaşta evi yananlar almıştı. Daha önceden Doğu Anadolu Bölgesinden düşmandan kaçıp Ege’ye kendi isteğiyle gelenlerden, becerikli olanlardan bir kısmı da bu evlere girip oturdu. Bu işte görevli memurlardan bazıları da bu emlâkten pay alıp kiraya verdi. Sonra da belgesini ayarladı. Balkanlardaki zulümden kaçanların da belgesi yoksa da başını sokacak eve gereksinmesi vardı. Maliye Bakanlığı bu işler için hazırlık yapmamıştı. Ülkede ne kadar terkedilmiş mal olduğu kayıt altında değildi.
Muhacir sorunuyla önce İmar İskan Bakanlığı ilgilendi. Bu bakanlık kaldırılınca Sağlık Bakanlığı işleri yürütmeye çalıştı. Nihayet, mübadillerin yerleştirilmesi ve üretici durumuna getirilmesi işleri Maliye Bakanlığı’na devredildi. Bakanlık herkesin başını sokacak bir evi olmasına çalıştı. Belge karşılığı olmadan her aileye tarla, bağ ve yerine göre zeytinlik, bahçe ve meyvelik verildi. Muhacirlerden hayvanı olmayanlara öküz ve tarım aracı dağıtıldı. Rumlardan kalan mallar bu kadar mıydı? Ya fabrikalar, imalathaneler ve depolar, diğer arazi ve zeytinlikler ne oldu? Belgesi olduğunu ispat edenlerin bir kısmı işini gördürdü. Karşılığını aldı. Bir kısmı hakkını savunamadı. Bir kısmı da gururundan tasfiye talepnamesini ilgililere sunmadı. Maliye Bakanlığı her ilçede “tevhiz” adı verilen komisyonlar kurdu. Bu komisyonlar kaydı yapılan diğer Rum mallarını gelir getirmek üzere satılığa çıkardı. Parası olanla, adamı olan bu mallardan uygun olanını tasarrufuna aldı. O günlerde tekrar Yunanistan’a gitme düşüncesinde olanlar, muhacir hakkından başka bir mal almadı.
1924 ile 1928 arasında gururunu yenemeyenlerin torunları ellerindeki tasfiye talepnamesi, tapular, makbuzlarla mal almayı düşünmektedir. Ancak kendilerine yardım edecek bir ilgili ve bilgi verecek bir makam bulamadıklarını birbirlerine söylemektedirler. Acaba Avrupa mahkemelerine mi gidelim diye kimi zaman başlarını da kaşımaktadırlar.
Büyük annelerden duyulan Selânik türküleri Ege kıyılarında şu günlerde çok revaçta. “Bir fırtına tuttu bizi deryaya kardı……… Yeni cezve yeni cezve kaynıyor ocakta.”
Drama Sancağı tarafından, Falakron Dağları’ndan bir yel esiyor, Ege’nin mavi sularına doğru. Bu yöndeki topraklara, Debreli Hasan için söylenen türkünün melodisini getiriyor. İmbat gibi. “Drama Köprüsü Bre Hasan Dardır Geçilmez. Soğuktur Suları Bre Hasan Bir Tas İçilmez.”
|