FOÇATEYN KAZASININ İYON GELİNİ
Phokaia kıyılarından ufka doğru bakınca, Helen ülkesinin bulutları seçilir belli belirsiz...
Bu taraftakilerin - denizin karşı kıyısı, suyun öte yüzü - dedikleri, Helen ülkesi mirasçıları Yunanlılarla bir akrabalığımız var mı acaba?
Komşi olmak dışında alıp verdik mi kızoğlan kızları, oğulcuk delikanlıları? Akraba olduk mu diye sorduğum birkaç yaşlı kişi, gözlerini kaçırdılar yine aynı ufka bakarak. "Sevenler, sevişenler oldu elbet" dedi Durgadın nine. "Evlilik, düğün dernek pek olmadı, araya büyükler girdi engellediler izdivaçları"
Geriye doğru gidildiğinde, mübadele zamanından önceki kayıtlardan 1891 yılı “Aydın Vilayeti’ne Mahsus Salname”de Foça’nın nüfusu şöyle geçer:
İZMİR SANCAĞINA BAĞLI KAZALARDAN FOÇATEYN KAZASI:
NÜFUSU KAZA (Kazanın Nüfusu)
Kazanın nüfusu 7755 zükur (erkek) ve 6793 ünas (dişi) olmak üzere 14548 nüfusdan 2051’i zükur (erkek) ve 1710 ünas (dişi) olarak 376l'i muslim ve 5696'sı zükıır (erkek) ve 5270’i ünas (dişi) olarak I0966'sı gayri müslimdir.
Burada müslüman nüfıısdan gayri müslimler ziyade görülürse de bu Kaza adalardan gelmiş ve yarı yerli sayılmaktadır.
O mübadele zamanı ki, büyük dedemin komşusu olan Rumlar canhıraş yakarışlarla bindirilmişler teknelere... Yanlarında götürebildikleri taşınırlarıyla tıkıştırılmışlar dar kamaralara. Dedemin babası anlatıyordu Rum komşularının gidişlerini ve emanet edişlerini inek ve tavuklarını, şarap fıçılarını, üzüm sıkma selelerini... Gidenlerin yerine, karşı kıyıdan gelen Balkan Türkleri yerleştirildi diyordu büyük dedem. Gelenler de, tıpkı gidenler gibi yanlarında sele sepet, çoluk çocuk filikalar dolusu... Yanlarında otu, ocağı, camızı, tavuğu, yoğurt bakracıyla muhacirler.
Hep anlatılır muhacir olanların yol ziyanlığı.
Mübadele zamanında, Helen denizinde filika trafiği pek yoğunmuş. Karşılıklı becayiş, göçerler arasında o zamanın tarihini belirlemiş...
Muhacir lehçeleri de ayrı bir telaffuz sorunu, Dil aynı dil, amma velakin ahengiyle vurgusuyla, ekleme ve kısaltmalarıyla dejenere bir üslup göçerlerin dili.
"A be kaptan agaaa, kızanlar kusayiru, camızlar böğüreyru, ekşimik çıkınları akıyoru, sallamayasın a bu kayuğu"
Karşı kıyıdan gelenler, karşı kıyıya gidenler ve hiçbir yere gidip gelmeyenlerle işte Phokaia ülkesi. Hiçbir yerden gelmediğini iddia eden yerlilerin sayısı pek az günümüzde.
Phokaia kıyılarının, gerçek yerlilerinin bir düğün şölenine davet edildim geçen gün.
Gelin kız, mübadele insanlarından biri değildi, kökü bu topraklardaydı. O gerçek bir Phokaia'lıydı, gerçek ataları İyon'du belki de! Evet evet o bir İon'du. Duyduğuma göre kabullenmiyordu Phokaia dışında bir yerden olabileceğini. Sormuştu ana ve baba tarafından köklerini, nereden geldiklerini, kaç kuşaktır yaşanmışlıklarını... Hiçbir şecere Phokaia'dan uzakta bir yerleri işaret etmiyordu, bildik bileli bu kıyılarda doğduk yetiştik diyordu koca ninesi. "Daha da ötesini bilemeyiz a kızım, bildiğimiz; o büyük depremde bizim ninelerimizin üç kuşak nineleri bile daha bebeymiş" (3 Temmuz 1709 depremi)
Gelin kız, anlatıp söyletmiş, dinlemiş bütün atalarını, ve karar vermiş Phokaia'lı olduğuna. Eğer bir gün evlenirsem, eski Phokaialılarınki gibi bir gelinlik giyeceğim demiş. Mitolojik kaynaklardan araştırmalar yapıp, tarih derslerine daha bir önem vermiş. Müzeleri gezmiş, eski İyon heykellerini incelemiş...
Öyle bir gelinlik giymiş ki, görenlerin ağzı yamulmuş, gözünün feri sönmüş. Ben gözümü sakındım, maşallah çektim gelin kızın ışığıyla efsunlanarak. Gizlenip saklandım düğün sunağının ardına, sırtımı verdiğim büyülü taşa dokunmamla, bir ayna belirdi gözümün önüne…
*
Kuğu gibi uzun ve ince boynunu seyrediyor aynada, zarif kaşlarına, çıkık elmacık kemiklerine bakıyor ve inceliyor geniş omuzlarını. Gelinliğini kendi tasarlamıştı, Helen'ler ipeği keşfetmemişlerdi o devirlerde, keten ve pamuklu karışımı sarınaklarla örtüyorlardı narin bedenlerini. Gelinliğinin kumaşı ipekten olamazdı, annesinin ısrarlarına rağmen ipekten olmamalıydı.
Ham ketenin eskitilerek yumuşatılmış krem sarısı bezinden biçmişti gelinliğini. Stilistlik okumuştu gelin kız. Günlerdir çizdiği gelinlik eskizleri arasında karar veremiyordu modelin son haline. Bütün çizimleri sevmişti, hepsini dikip, hepsini giymek istedi günler süren kararsızlığında. Sonunda öyle bir görünüme sahip oldu ki; herkesten çok kendi beğendi gelinliğini.
Tek omzunu açıkta bırakan, dilimler halinde aşağıya süzülen keten bezi, bel ve kalça aralığında oldukça geniş bir madeni kemerle sıkılıyordu zarif bedeninin orta yerinde. Açıkta kalan omzuna düşürdüğü kızıl buklelerini sarımsı nergis çiçekleriyle bezemişti. Nergis soğanlarını taaa ataları İonlar ekmiş olmalıydı İncir adasına. Sabah erkenden göndermişti Ali Dayıyı İncir adasına.”Toplayabildiğin kadar nergis topla Ali Dayı, öyle çok topla ki çiçeklerin rayihası düğün yerini mis gibi kokulara gark etsin” demişti.
Ali Dayı, sandalını nergislerle doldurup limana döndüğünde, Phokaialı atalarının ölmüş bedenlerinden oluşan mücevherlerdi sanki nergis demetleri… Gelin kız nergisleri saçlarına iliştirirken, aynada atalarına gülümsemeyi ihmal etmedi. Mersinaki koyundan topladığı defne yapraklarını başının en üstüne çapraz şekiller vererek yerleştirdi. Günler öncesi toplayıp kuruttuğu sazlık samanlarından diktiği ayakkabılarının iplerini defne yapraklarıyla süsledi. Kaya taşlarından yuvarlatarak küçülttüğü topuk taşlarını, sazdan ayakkabılarının altına yerleştirdi. Uzun boylu olduğu için topuklu ayakkabılara ihtiyacı yoktu ama, yine de eteklerinin salınımına yakışacaktı hafif topuklu sazdan ayakkabıları…
Açıkta bıraktığı omzundan, aşağılara uzanan narin kolunun etli kısmına, gümüş kıvrımlı yılan başı bileziğini de takıp seyrine daldı güzelliğinin… Güzel Phokaia gelini, İyon Zehra.
|