ISSN 1308-8483
TERKi DİYAR İLE YENİ VATAN EYLEMEK / Sebahattin Karaca
  Yayın Tarihi: 4.1.2016    


TERKi DİYAR İLE YENİ VATAN EYLEMEK



Almanya'da meşhur bir söz vardır. “Beşiğin neredeyse vatanın orasıdır” diye. Vatanı terketmek ile geçimini yurt dışında sağlamak veya yurt dışında yaşamaya karar vermek aynı şeyler değildir. Birinde geri dönüş yok iken, diğerlerinde geriye dönüş yolu açıktır.

Ülke içindeki koşullardan dolayı, ülkesini terkeden ve yurtdışına yerleşen ve o uzaklardaki yaban elini, kendisine yurt edinen pek çok insan tanıyorum. Bu bağlamda, çok uzak ve gurbet olmasına rağmen, Avustralya’ya giden bir çiftin, sonrasında çok benimsemeleri nedeniyle, kendilerini o ülkenin bir parçası gibi gördüklerini, kendilerini oraya ait hissettiklerini, bu durumun sebep ve sonuçlarını ele almak üzere kendileri ile yaptığım sohbeti sizlerle paylaşacağım.

Mustafa ve Esra;

Cahit Sitkı Tarancı’nın dediği gibi, yolun yarısında ve tam otuz beşindeler. Kendileriyle birkaç defa görüştüm. Her defasında bilgi dağarcığıma; demokrasi, hak ve özgürlük, adalet, hizmet, eğitim, kültür, sevgi, saygı, hoşgörü, anlaşma ve uzlaşma kültürü hakkında bir şeyler kattım.

Mustafa ve Esra;

Türkiye’de, üniversite eğitimlerini tamamladıktan sonra kendi özgür iradeleriyle yurtdışına gitmişler. Orada eğitimlerine devam etmişler. Gittikleri ülkeyi beğenmişler. Oraya yerleşmeye karar vermişler. Ve oranın vatandaşı olmanın zorlu şartlarını, tek tek yerine getirerek, o ülkenin vatandaşı olmuşlar. Sonra da evlenip, birlikte uzak diyarlarda kendilerine bir yuva kurmuşlar. Oğulları Aras ile yuvalarını ışıklandırıp, renklendirmişler.

S.K ;

Sevgili Mustafa ve Esra, daha önceki konuşmalarımda sizin ayrı ayrı Avustralya’ya gittiğinizi, orada birbirinizi tanıdığınızı, daha sonra evlendiğinizi yuva kurduğunuzu, bir erkek çocuğa kavuştuğunuzu biliyorum. Türkiye’nin dışına gitmeyi neden düşündünüz, Avustralya’ ya gidiş sebebiniz neydi?

Mustafa;

Şimdi, birinci sebep İngilizce öğrenmek, 2. sebep daha geniş açıdan Dünya’da başka bir ülkeyi incelemek, başka medeniyetleri yakından tanımak, öğrenmek ve yaşamaktı. O Yıllarda “Global Dünya“ söylemi çok moda idi.

Lise ve üniversitede İngilizce öğrendim. Üniversite bittikten sonra uluslararası iş yapan, iyi bir terazi üretim firmasında işe başladım. Ya benim tembelliğimden ya da eğitim sisteminin kusurlarından olsa gerek, daha ilk günden gördüm ki, öğrendiğim İngilizce yaptığım iş için kesinlikle yeterli değildi. Halbuki uluslararası ilişkilerde, İngilizce ana dil kadar önemsenmeli ve çok iyi öğretilmeliydi. Ama diğer pek çok ders gibi, İngilizce dersleri de boş geçtiği için, ilk işimde, öğrendiğim İngilizce, işte kalmamı sağlayamadı.

Giremeyen pişman, giren pişman, bitiren pişman.!

Esra söz aldı;


Bakın şimdi, uluslararası ilişkiler adında bir üniversite bitiriyorsun. Bir terazi üretim şirketinde, ihracat departmanında dış ticaret bölümünde işbaşı yapıyorsun. Sana diş ticaret bölümünde iş veriyorlar. Ve sen yabancı dil yetersizliğinden işi bırakıyorsun. Üstelik Dünyanın globalleştiği bir zamanda haftada 20 saat almak zorunda olduğun İngilizce dersini, derslerin boş geçmesinden dolayı alamıyor ve bir şirkette ilk işini yapamaz durumda kalıyorsun. Sonra da Avrupa Birliği diyorlar. Avrupa birliğinin daha eşiğine bile, yaklaşırken, merhaba, selamunaleyküm demiyorlar. Hello! How are you? diyorlar. Eşikte durum böyleyse, salonda veya masada ne konuşacağız? Hangi dille, nasıl anlaşacağız? Kısaca her ilde bir sürü ve niteliksiz üniversite var. Bu üniversitelere, giremeyen bir pişman, giren iki pişman, bitiren gene pişman.!

Ben de İzmir’de 9 Eylül Üniversitesi Ekonometri bölümünden mezun oldum. Üniversite bitti. Eve gittim kendi kendime sordum. Şimdi ne olacak? Ben nerede nasıl iş bulacağım? Ne iş yapabilirim? Nasıl başarılı olurum? Nasıl ilerlerim? Ve sonrasında nasıl yaşarken mutlu olabilirim? Bu soruların cevaplarını bulamadım. Bir yakınımın yardımı ile Renault’da işe başladım. İşe girdikten birkaç gün sonra karar verdim.

- Ben yurt dışına gideceğim. Gidişimin önü açık olacak. Benim çocuğum, bu yaşta, benim içine düştüğüm hayal kırıklıklarını yaşamayacak, ailemden ayrı olmanın zorluklarına dayanacağım dedim ve bağrıma taşı bastım, Dünyanın en uzak ülkesine gittim.

S.K;


Pekala, farklı tarihlerde ayrı-ayrı ama, aynı amaç uğruna Avustralya’ya gittiniz. Dil okullarında okudunuz. Mustafa master yaptı. Daha farklı bir ülke keşfettiniz. Sonra birbirinizi tanıdınız, anlaştınız, yuva kurdunuz. Buraya kadar anladık. Peki neden Avustralya vatandaşı olmak için başvuruda bulundunuz. Arkasından onlarca sınav ve denemelerden geçip, o ülkenin vatandaşı oldunuz. ?

Mustafa ve Esra ;

İnsan yaşamında hak ve özgürlükler ile eşitlik çok önemli.


İleri demokrasi – barış – hoşgörü – adalet – dürüstlük - temizlik ve en önemlisi eşitlik. Düşünün bir kere otobüse bineceksiniz ülkenin başbakanı arkanızda sırasını bekliyor. Dönüp arkanızı selamlaşıyorsunuz. Başbakan kadar eşit olma duygusunu yaşıyorsunuz. Bu durum kendinize sizin de bir insan ve bir birey olarak, önemli olduğunuzu hissettiriyor. Her yerde ve her alanda eşitlik güzel bir şey. Sosyal alanlarda, kamu alanlarında, yabancı veya azınlığa ait olduğunuzu hissetmiyorsunuz. Birisi sizin hakkınızı ola ki gasp etse, devletin ilgili kurumları derhal hakkınızın size iadesi için gerekeni yapıyor. Bu da size güven duygusunu veriyor. Size, kendinizi her konuda güvende olduğunuzu hissettiriyor. Azınlık diye bir kavram yok. Herkes kendi dilini rahatlıkla konuşabiliyor. Bu durum sizi o topraklara, o vatana bağlıyor. İnsan kendisini o vatanın bir parçası gibi görmeye başlıyor. Bu size özgüven - huzur ve mutluluk veriyor. Ondan sonra sizde, hiçbir yerde ayrıcalıklı olmaya çalışmıyorsunuz. Herkesin her türlü hakkına saygı gösteriyorsunuz. Böylece karşılıklı olarak saygı tesis edilmiş oluyor.

Dünya’da en güzel şey, işleyen ileri demokrasidir.

Kurumların birbirinden bağımsızlığı çok önemli, her şey bir insana veya bir yöneticiye bağlı değil.

Demokrasi ileri seviyede. Parti içi demokrasi mükemmel işliyor. Öyle ki, bir başbakan parti kongresinde parti başkanlığını kayıp ederse, kazanan aynı anda başbakan oluyor. Çünkü siz, parti genel başkanını seçiyorsunuz. Dolayısıyla başbakanı da beraberinde seçmiş oluyorsunuz.

Eğitim eşitliği muhteşem, fakir – zengin ayırımı yok. % 65 ölçeğinde pratik ve uygulamalı dersler, öğrencilerin sosyal hayatta veya iş yerinde başarılı olabilmesi için bambaşka bir müfredat var. Bu sayede öğrenciler sadece teorik olarak belli başlı derslerle eğitilmiyorlar. Aynı zamanda sosyalleştiriliyorlar. Ben şu andaki eğitim sistemi sonucunda pek çok gencin, okulu bitirdikten sonra yönetici olduğunu gördüm. Ayrıca her insanın yeniden başlaması için imkanı çok. İnsanlar ara eğitimlerle her yaşta yeni bir meslek sahibi olabiliyorlar. Her şeye sıfırdan başlayabiliyorlar.

Hastanelerde, yaşlı evlerinde, sağlıkta en önemli şey yine eşitlik. Bunu o kadar iyi düzenlemişler ki, sistem tıkır tıkır çalışıyor ve siz yanlış bir işleyişin kurbanı olmuyorsunuz.

Belediye hizmetleri mükemmel.

Sokağa çıktığınızda verilen hizmetler, yapılan işler, çevre düzenlemeleri, oyun alanları, yollar, yaya kaldırımları, alt ve üst geçitler, bisiklet yolları, parklar, bahçeler, tiyatrolar, gösteri alanları, meydanlar organizasyonlar size insan olduğunuzu ve insanın değerli olduğunu, bütün bunların insan ve insan yaşamı için yapıldığını hissettiriyor. İnsanca yaşamanın mutluluğunu veriyor.

Kısaca, belediyeler bugünün sorunlarını 50-60 yıl önceden çözmüşler. Şimdi ise yüzyıl sonra doğabilecek sorunları bugünden çözüyorlar. Şehrin nüfus artışı ve insanca yaşam için gerekli olanların planlamasını yapıyorlar.

Ben ilk yıl, bu memleketin sokaklarında, meydanlarında ve her alanda ne kadar çok engelli var diye şaşırmıştım doğrusu. Sonradan gördüm ki; engelliler evde kalmasın, onlarda sokağa çıksın, yaşama dahil olsun diye akla hayale gelmez işler yapılmış, dışarıda olabilme imkanı yaratılmış. Kısaca eğitimde ve sosyal yaşamda eşitlik burada da kendini göstermiş. ”Engelli vatandaşlar da sağlıklı olanlar kadar eşit haklara sahiptir” kavramı sözde kalmamış, icraata dönüşmüş.

Düzen bu, görevini yerine getiremeyen, veya yanlış işlere bulaşan yöneticiler, ya istifa ediyor, ya fişleniyor, bir daha seçilmemesi için bağımsız basın elinden geleni yapıyor.

Kim olursan ol, yanlışa geçit yok.

Şirket; yer altında dört bin otoparkı olan, büyük bir alışveriş merkezinin projesini, belediyeye ulaştırdığında, belediyeden aldığı olumsuz yazı karşısında donup kalmıştı. Kendilerine göre otopark sorununu çözmüşlerdi. Oysa belediyeden gelen yazıda kısaca şu yazıyordu;

“Projenizde otopark var ama, bu kadar çok aracın alışveriş merkezine ulaşımı sağlayamayız. Mevcut yollarımız buna elverişli değildir. Şayet size inşaat izni verirsek, bu bölgede her gün ve her saat aşırı trafik sıkışması olur. Bu durumun da iki sonucu vardır. Birincisi, bölge insanının sıkışan trafikten psikolojisi bozulur. İkincisi, ise sıkışıklıktan ve araç kuyruğundan dolayı onlarca yıl içinde boşa tüketilen akaryakıttan ülke büyük zarar görür.” Cevap net ve kesindir”.

Öyle aması – fakatı yoktu. Yazıyı alan yöneticiler bu karara saygı duydu. Başbakanı, Reisi cumhuru arayım, dayımı amcamı devreye sokayım, hâlime – yüzüme – cebime bakayım demedi.

Devlet hep iyi işlerin içinde ve iyi olanın yanında.

Güvenli, huzurlu, temiz ve bakımlı şehirler yaratan belediyelerin de devlet her zaman yanında oluyor.

Şu sıralar Dünya’nın diğer pek çok ülkesi, küresel ısınmanın, kötü sonuç doğuracağının farkında bile değilken, Avustralya önümüzdeki yüzyılın en büyük sorunlarından birisi olacak olan, küresel ısınma ve iklim değişimi karşısında, toprakların hala ekilir- biçilir olabilmesi için yıllar önce kolları sıvadı, halkına anlattı. Küresel ısınmaya karşı alınacak önlem ve çalışmalar için vergi koydu. Durumu idrak eden halk seve seve vergilerini ödüyor.

Demokrasi ile iş başına gelen gerek yerel yönetimler, gerek parlamento halkını, insanını, engelliyi, yaşlıyı, hayvanı, doğayı sonuna kadar koruyor, kolluyor. Başta adalette, eğitimde, sağlıkta, gelir dağılımında, fırsat yaratımında, eşitliği sonuna kadar hem savunuyor, hem de sağlıyor.

Oysa ülkemizde yukarıda söylemiş olduğumuz tüm bu konularda çok ciddi sıkıntılar var. İnsan yaşamını merkeze koyan, onu kolaylaştırmaya, onu güzelleştirmeye, huzura, sağlıklı ve güvenli yaşamaya, dayı ve ağaların gölgesinden kurtarıp, eşit ve daha demokratik olmayı yaratmaya yönelik çalışmaların eksikliğinden kaynaklanan ve giderek zorlaşan yaşam şartlarından dolayı, Avustralya vatandaşı olduk.

Vatan, anne ve baba gibidir.

Bu çerçevede “ bir babanın evladına sahip çıktığı gibi, devletin vatandaşına sahip çıktığı, bir annenin koruması gibi, adaletinin koruduğu her yer, insanlık için vatandır. ” diyerek, orada yaşamaya karar verdik.

Daha fazla gencimizin, ülkemizi daha çok sevebilmesini sağlayacak koşulların seçilenlerce oluşturulması dileğiyle..!!




















Sebahattin Karaca

sebahattinkaraca35@hotmail.com
www.sebahattinkaraca.com

2672











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)