ISSN 1308-8483
MÜNİH MÜNİH / Sebahattin Karaca
  Yayın Tarihi: 23.2.2017    


MÜNİH MÜNİH



Altı yedi aydır gerçekleştirmeyi istediğim bir seyahatti Münih yolculuğu. Oldum olası Münih beni büyülemiştir. 1158 yılında kurulan, bugün yaklaşık 1.5 milyon nüfusa sahip, Almanya’nın en büyük üçüncü; Avrupa’nın ise 12. en büyük şehri ünvanını elinde bulunduran şehirdir Münih. Özellikle bu manada Almanya’nın en güçlü ekonomisine sahiptir. Yaşam standardını yükselten gelir kaynaklarına sahip olan Münih, göçmenlerin iştahını kabartmaktadır.



Münih, Bavarya’da bunca yeşilliği barındırması, tarihi eserlerin çokluğu, dünyanın en büyük 10 festivali içinde yer alan Oktober Fest (Ekim Festivali)’in gerçekleştirilmesi, Hochbrauhause, Marinplatz’ı, müzeleri, İsar Nehri, nehrin kenarlarında bulunan İngiliz Bahçesi (Englische Garten) Nymphenburg Sarayı gibi onlarca sarayları, köşkler, parkları, bahçeleri; Münih Residence (Münchner Residenz) ve de en çok Alman Teknoloji ve Bilim Müzesi (Deusche Museum) ile beni kendine hayran bırakan şehirlerden bir tanesidir.



2016 yılı ekim ortalarında işimden ayırabildiğim üç beş günlük zamanda, yukarıdaki özelliklerinden dolayı Münih’i ziyaret etmeyi kararlaştırdığım an uçağa atladım tabir yerindeyse arkama bakmadan. Uçak havalandıktan yaklaşık iki buçuk saat sonra Münih üzerinde inişe geçti. Ben de bu arada uçağın penceresinden doyumsuz güzellikleri ile ormanları, yeşillikleri, İsar’ı görünce gözlerim bayram etti. Tatlı bir inişten sonra Münih Havalimanı’na ayak bastım.

İzmir’de 24 derecede bıraktığım hava sıcaklığı, birden 14-15 dereceye düşmüştü. Don Kişotluk’a gerek yoktu. Uygun bir köşede bavulumu açtım, içinden kazak ve paltomu çıkarıp giydim. Bu ve benzer seyahatlerde hastalanmak insanın başına gelebilecek en kötü durumdur.

Polis kontrol noktası ikiye ayrılmıştı. İlkinde Avrupa Birliği üye vatandaşları yazarken, ötekinde ise diğer ülkelerin pasaportunu taşıyanlar diye yazıyordu. Bu durumda tabi ki ben diğerlerinin kontrol edildiği sırada yerimi aldım. Herhangi bir sıkıntı yaşamadan pasaportuma giriş mührümü vurdurduktan sonra çıkışa doğru yöneldim. Dışarı çıktıktan sonra havaalanından şehrin merkezine yeşille işaretli S bahn’a bindim. Yaklaşık 45 dakikalık bir yolum daha vardı. Bu defa Münih’i sindirmek istediğimden olacak ki her şeye, her yere dikkat kesilmiştim. Bakarken şunları düşünüyordum, bir şehir bu kadar mı yeşil, bu kadar mı bakımlı, trafik bu kadar mı düzenli, binalar bu kadar mı uyumlu olurdu. Her bir şey ne bir eksik ne de fazlaydı ve her şey olması gerektiği yerdeydi.

Özellikle yeşil alan bolluğu, daha ziyade görkemli çınar ağaçlarının çokluğu, ara sıra başka ağaçların da doğaya kattığı farklı farklı renkler ile birbirini tamamlayan uyum, insanın gözlerini dinlendiriyor, aklını başından alıyordu. Yollarda inşaat artığı yok, dağınıklık yoktu, çöp hiç yoktu. Düzensiz parklar, insanın gözlerini yoran hatta canını sıkan karmakarışık bir tablo yoktu. Trafik keşmekeş değildi. Devam etmekte olan inşaatlara ise güvenlik çemberi yapılmış, kamuflaj ile kapatılmıştı. Dolayısıyla görsel çirkinlik olabildiğince saklanmıştı.

Ben bunları seyrederken 45 dakika nasıl geçti anlamadım ve merkeze vardım. Otelim 200 metre uzaklıktaydı. Bir solukta ulaştıktan sonra kısa sürede tamamlanan check-in’in ardından dinlenmek için yatağa uzandım. Uyumuşum biraz. Seyahatimde her dakikayı iyi kullanmak istediğimden olacak ki 15-20 dakika sonra yatağımdan fırlayarak kendimi sokağa attım.



Bahnhof ( Merkez Tren Garı)

1971 yılında ilk ayak bastığım, daha sonra da birkaç sene çalıştığım Tegerinzi’ye gidip gelmek için sıkça kullandığım Haupbahnhof’a bir göz attım. 44 sene önce ilk ayak bastığımda hissettiğim duygularımı hatırladım. O günden bu güne bunca yıl geçmiş; ama ben aynı şeyleri hissettim bu garda. O zamanlarda da iyiydi Bahnhof (Gar). Bugün daha iyi olmuş. Her şeyin başı insandır, öğretisi üzerine her bir adımda insanların yaşamını kolaylaştırmak için tüm ayrıntılar düşünülerek ve elektronik donanımla bezenerek hizmet kalitesini artırmayı başarmışlar. Öyle ki koskoca istasyonda kimse kimseye herhangi bir şey sormadan, danışmaya ihtiyaç duymadan, yönlendirme tabelaları ile aradığını bulabilmektedirler. İnsanların zorlanmamaları için takdire şayan düzenlemeler yapılmış. O günkü motorlu trenlerin yerini -neredeyse tamamen- hızlı trenler almış. İstasyonun içinde ikinci katta bulunan bir kafede etrafı seyrederek kahvemi yudumladıktan sonra Marien Platz’a doğru yöneldim. Karlspl. Stachus altından geçerken sokak müzisyenlerinin yaptığı müzik öyle çok hoşuma gitti ki birkaç dakika onlara da takıldım. Marien Platz trafiğe kapalı çok geniş bir alandır. İçinde her biri en az birer asırlık olan alışveriş merkezleri vardır. Birkaç asırdan beri dimdik ayakta duran tarihi görselliği ile belediye binası ve hemen karşısındaki Dom… Alandaki tüm binalar muhteşem görünümüyle birbirleriyle yarışırken Marien Platz’a inanılmaz bir güzellik ve değer katıyorlar. İnsanın içinden her bir binayı fotoğraflayarak kayıt altına almak geliyor. Gözlerinize inanamıyorsunuz; 300 yıllık eczane 125 yıllık alışveriş merkezi, 400 yıllık meydan görünce… Hepsi dün yapılmış kadar bakımlı ve temiz. Meydan sadece alışveriş merkezinden ibaret değil. Aynı zamanda her birinden, farklı baharatlarla yapılmış yemek kokusunun geldiği muhteşem restoranlarla dolu. Bunun yanı sıra şık, zarif kafelerin tezgahlarında seçerken zorlanacağınız yüzlerce çeşit pasta, oturduğunuzda saymakla bitiremeyeceğiniz kahve çeşitleri ile hizmet veren mekanlar bulunmaktadır.



Rathaus (Belediye binası)

1867-1909 yılları arasında neu gotik tarzda ve üç bölüm halinde yapılmış olan bu yapı, çok heybetli ve muhteşem bir anıt gibi Marien Platz’ın kalbidir. 1944 yılında hava saldırısına maruz kalarak yara alan bu yapı savaştan sonra yenilenerek restore edilmiş, Münih’in gururu olmuştur. Belediye binası olarak kullanılır. Başkan, meclis üyeleri, yönetim bu çatı altında Münih’e hizmet verirler. Binanın ön cephesinin orta kısmında bulunan çan oyunları, melek, gece bekçisi sunumunu izlemek için insanlar meydanda tıklım tıklım toplanırlar. Bu sunumu seyretmek ve kayıt altına almak için sabırla beklerler. Bende herkes gibi gezilerimi, gözlemlerimi yaptım. Bu arada yorulduğumu da hissettim. Meydanda güzel bir kahveye oturdum en iyisinden bir pasta ve yanında bir kahve ısmarladım. Etrafı seyrederken kahvemi yudumladım, pastamı yedim. Eski günlerimi yad ettim. Hava kararmaya başlayınca yavaş yavaş yürüyerek otelime ulaştım. Böylece günümü tamamladım.



Sightseeing (Şehir turu)

Deliksiz bir uykudan sonra moral ve motivasyon olarak kendime güzel bir gün hazırladım.15 dakikalık bir yürüyüş yaptım, bir alışveriş merkezi olan Karstadt’ın köşesinde şehir turu yapacak olan otobüse bindim. Gönlüm on iki noktalı büyük turu isterken, vakit darlığından yedi noktalı küçük turu seçtim. Karstadt Münih’in en eski ve en büyük alışveriş merkezlerinden biridir. 1881 yılında yapıldığı için bende her zaman çok özel yeri olmuştur. Otobüsün ikinci katına oturdum, etrafı seyrettim, güzel bir güne kendimi hazırladım ve sürücünün tura katılanlara dağıttığı broşürü incelemeye başladım. Güzergahın gayet güzel çizildiği, dolaysıyla göreceğimiz, yaşayacağımız çok şey olduğu hissini verdi bana. Bu hisse kapıldığım sırada gözlerim tanıtım broşürünün sol üst köşesindeki yazıya ilişti. “ more then 125 years sightseeing” 125 yıldan daha uzun süredir devam eden şehir turu! Bir anda 125 yıl geriye gittim. Nasıl yani, ne ile yapılıyordu, diye yanımdan geçmekte olan rehbere kısa bir soru sordum. Rehber kulağıma eğilerek usulca “Dört iri ve kuvvetli atın çektiği uzun at arabası ile başlamıştı her şey.” dedi.

Tur, 9.40’ta başladı. Brienner Str.’den geçerken Napolyon’un Rusya’ya yürüyüşü sırasında şehit düşen Bavarialı askerler anısına yapılmış, oldukça yüksek dikili taşı gördükten sonra, İlk durak König Platz oldu. König Platz’daki görkemli yapı eserlerinden birisi de, İon sütunları, peğiment, başlıklar ve kabartmaları ile Antik dönem Yunan yapıları örnek alınarak yapılmış olan müze binasıdır. (Glyptothek) Bina antik eserlerin sergilendiği klasik tarihi bir binadır.

Yapımı, Antik dönem hayranı olan Veliaht Prens I. Ludvig tarafından 1842 yılında başlatılmış, 1848 yılında Georg Fridrich Tsiblandom tarafından tamamlanmış. Böylece Münih, antik sergiler için inşa edilmiş, antik görünümlü muhteşem bir kültür merkezine kavuşmuş. İkinci durağımız Kunstreal (Sanat Alanı) oldu. Bu yapının bizzat kendisi tam bir sanat eseriydi. Büyük ve muhteşemdi.

3. durak Odeon Platz idi. Burada da gördüklerimi hayranlıkla izledim. O tarihi binaların tamamı koruma altındaydı. Ama bir “koruma” nasıl yapılması gerekiyorsa, öyle yapılıyordu. Hiçbir şey göstermelik değildi. Her şey geçmişi gerçek anlamda geleceğe taşımak içindi.

4. durak Haus Der Kunst (Sanat Evi) karşımızda bu defa bir başka muhteşem tarihi bina daha vardı ki sadece ve sadece sanat için yapılmış adına da “Sanat Evi” denmişti.

5. durağımız müze. Barış Melekleri Abidesi, Bavaria Eyalet Meclis binası, muhteşem bir tarihi yapı. İnsana “Yok böyle bir şey!” dedirten estetiğe ve güzelliğe sahip. Residenz “Konut” karşısında Hof Garden, yanı başında Bavaria Eyeleti Başbakanlık Binası, bu binaların da tamamı insanı defalarca resim çekmeye zorlayan güzellikte. Neredeyse içinizden “Ben buraya bir daha gelmeliyim.” diyor insan. İsartor kenarından geçtikten sonra, 6. durak olan Marienplatz’a varıyoruz. Marien Platz’ı zaten ayrı bir paragrafta anlatmak gerek ki ben de öyle yaptım. 7. durak Stachus Platz, burası Marien Platz’ın diğer bir giriş kapısı; ama ayrıca birkaç özelliği yazmaya değer. Kalbin attığı meydan, su fıskiyesi, tarihi binalar, kemerli yapılar…



İsar Nehri ve English Garden

Münih’in ortasından 14 Km. Boyunca süzüle süzüle akıp giden İsar Nehri, Avusturya hudutları içinde kalan Alp dağlarından doğar ve Degendorf civarından geçen Tuna nehrine dökülür. Nehir geçtiği her yere hayat verir, güzellik verir; ama en çok da Münih’e verir. Münih şehrini ortasından ikiye böler. Güney batısından gelip kuzey doğusuna doğru akarken, iki yanını ve çevresini öyle bir güzelleştirir ki seyretmeye, kıyısında dolaşmaya doyamaz insan. En güzel örneklerle düzenlenen alanlar, Münih’in kentsel rekreasyon alanı olarak önemli bir işlevi yerine getirmektedir. İsar’ın kenarında uçsuz bucaksız düzlüklerde yapılmış asırlık parklar, bahçeler, gezi, spor, havuz, yüzme dinlenme güneşlenme alanları Münih’e gözle görülür üstün zenginlikler katmıştır. Bunların içinde en önemlisi Englische Garten’dır (İngiliz Bahçesi). İngiliz Bahçesi’ndeki hayat Münih için bir yaşama biçimidir. İçi, yeme içme ve eğlence mekanları ile düzenlenirken hiçbir şeyin esirgenmediği olağanüstü doğa ve çevre uyumu ile genç yaşlı herkesin ortak yaşama alanı haline dönüşmüştür.



Birbirinden güzel mimari projeler, saraylar, yönetim binaları, müzeler, kültür merkezleri ile donanmış olan İsar ve çevresi yıl içinde hem Münihlilerin hem de milyonlarca turistin en önemli cazibe merkezlerinden biridir. Benzer bir durumu 2009 yılında Avustralya’nın Melbourn kentinde görmüştüm. Yarra Nehri, şehrin ortasından geçiyordu. Nehir, şehre doğanın en güzel yanlarını ve zenginliğini katıyordu. Daha da önemlisi yöneticiler bu fırsatı öyle bir değerlendirmişler ki, Yarra Nehri ve çevresini bir asır önce Melbourn’ün vazgeçilmez yaşam alanı haline getirmişlerdi.



Deutschen Museum (Teknoloji ve Bilim müzesi)

Çok değil, bundan 60 -70 yıl önce bazı ülkelerde bisikletin şeytan icadı olduğu, binmenin günah olacağı cümle cemaate aktarılırken, sen kalk 1900’lü yılların hemen başında İsar nehrinin geçerken ortada yarattığı ada üzerinde koskoca bir binayı teknoloji ve bilim müzesi olarak inşa et. Üstelik bugüne gelindiğinde dünyanın en büyük teknoloji ve bilim müzesi haline getir. Sadece bu bile Almanların bilim ve teknolojiye verdiği önemi kavramak için yeterli.

İlk olarak 1975 yılında eşimle gitmiştim bu müzeye. Sabahtan akşama kadar gezdik, dolaştık. Her icadın ilk denemesi ya da ürünü sergileniyordu. Hepsini tek tek gördük, inceledik. Gençlik de vardı serde. Yorulmak nedir bilmedik. En çok da o yıllarda popüler olan Apollo (Aya İniş) ayda dolaşan aracın birer örneğinin aslına uygun yapılıp sergilendiği bölümü gezerken şaşkınlıktan birbirimize baka kalmıştık.

Akşam müzenin kapanma saatine yakın çıktık. Daha 70-80 Km yol alıp Teğernsee’ye varmak zorundaydık. Yakınlardaki otoparktan arabamıza bindik, hava kararmadan evin yolunu tuttuk. Yol boyu müzeyi konuşmak istedik; ama olamadı. Gördüğümüz o kadar çok icat vardı ki, abartmayayım %90’ını hatırlayamadık. Aklımızda sadece 10-15 icat kalmıştı. O kadar büyük bir alandı ve o kadar fazla icat vardı ki hafızamız hepsini almaya yetmedi sanırım.

Bu defa da girerken aynı duyguları taşıdım. Acaba yine mi aynısı olur diye hayıflandım; ama olmadı. Çünkü bu defa hem daha dikkatliydim hem de bir cep telefonu vardı yanımda. Şimdi çektiğim fotoğraflara ne zaman baksam, sanki bu eşsiz müzeyi yeniden dolaşıyorum.

Dünyanın dört bir yanından yılda 1.5 milyon ziyaretçi bu muhteşem müzeyi ziyaret ediyor. Bu ziyaretimde özellikle guruplar halinde gelen öğrenciler oldukça dikkatimi çekti. İtalya’sından Norveç’ine kadar çok ülkeden öğrenci gurubu vardı. 50 farklı bilim ve teknoloji dalında 30.000 civarında objenin sergilendiği müze, 28 Haziran 1903 yılında Alman Mühendisler Odası (Verein Deuscher İngenieure) tarafından Oskar von Miller öncülüğünde kurulmuş. Her yaştan insanın görmesinde fayda var bence. Özellikle öğrencilerin. Sırf bu bakımdan ilk fırsatta tüm torunlarımı bu müzeye götürmek arzusu, bu defa içimde daha çok pekişti.


Sebahattin Karaca

sebahattinkaraca35@hotmail.com
www.sebahattinkaraca.com

2560










   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)