ISSN 1308-8483
Bir Foça Beyefendisi, Şükrü Kaya Sever / Sebahattin Karaca
  Yayın Tarihi: 26.7.2017    


Bir Foça Beyefendisi, Şükrü Kaya Sever



Eşim sayesinde tanıdım kendisini. 1972 yılının bir sonbahar akşamıydı. Foça Beş Kapılar’da gezinti yaparken eşim; “bak tanıştırayım” diye beni çok sevip saydığı Foça Ortaokulu’nda Fransızca Öğretmeni Şükrü Kaya Sever ile tanıştırdı. Ne iyi etmişte tanıştırmış beni Şükrü hocamla. Kırkbeş yıl geçti elini sıkmamın üzerinden. Otuzbeş yıldır neredeyse kapı komşusuyum. Sadece eğitimli, kültürlü, bilgili değil aynı zamanda son derece şık, zarif, güler yüzlü, nazik ve her şeyden önce konu komşusuna, büyüğü küçüğüne kibar mı kibar. Hani derdik ya eskiden çook eskiden "İstanbul beyefendisi gibi diye"; İşte Şükrü hoca deyince akla "Bir Foça Beyefendisi“ gelir.

Herkesin sayıp sevdiği Şükrü hocamı biraz daha yakından tanımak için, bir söyleşi yapalım mı diye sorduğumda, sağolsun her zamanki gibi, hiç kırmadan ve tereddüt etmeden kabul etti.

Bu benim için günün en güzel sürpriziydi.

Hemen soruları ardı ardına sormaya başladım.

-Hocam kaç yılında nerede doğdunuz, kaç kardeştiniz ve babanız ne iş yapardı?

-21 Aralık 1930 yılında Menemen‘de (Kubilay’ın ölümünden iki gün önce) doğmuşum. Annem ve babam Emiralem bucağına bağlı Yurtdağ eteklerinde 16. yüzyılda kurulmuş Hasanlar köyündendi. Babam seferberlikte 14 yıl askerlik yapmış. Çanakkale, Yemen, Ürdün, Sarıkamış cephelerinde savaşmış korkusuz, gözüpek kahraman bir çavuşmuş. 14 yıllık askerlik süresinde 8 madalyası olmuş. Ne yazık ki Yemen’de aç kalınca 7 madalyasını hayata tutunmak için Araplara satmış. Son madalya beratını arşivlerimde saklıyorum. Mondros anlaşmasından sonra 34 yaşında askerlikten ayrılmak isteyince ”seni binbaşı yapalım, gitme” demişler. Ama o ebeveynlerini, akrabalarını, köyünü öyle çok özlemiş ki teklifi kabul etmeyip, tezkeresini alarak köyüne dönmüş. Annem Safiye, on iki yaşında arkadaşları ile dışarıda 5 taş oynarken 34 yaşında hiç görmediği Osman Çavuş’la evlendirilmiş. Rahmetli annem 25 yaşına kadar 4 oğlan çocuğu dünyaya getirmiş. Dördüncü ve tekne kazıntısı olarak ben olmuşum. Annem “çok şükür artık” diyerek adımı Şükrü koydurmuş. Babam, Yemen’de askerliğini yaptığı sırada levazım Binbaşısı Emin bey tarafından çok taktir edilirmiş. Yıllar sonra İzmir levazım müdürü olan Tuğgeneral Emin paşa, babama köye kadar haber göndererek ”Menemen’e göçün, seni Foça Askeri Birliğin sebze meyve müteahhidi yapayım demiş. 1923 yılında üç oğlu ve eşi ile köyden göç ederek Menemen Ahıhıdır Mahallesi’ne yerleşmişler. Osman Çavuş daha sonraları, manav, bakkal, belediye kantarcısı, dispanser hizmetlisi, daha sonra da tulum peyniri imalatçısı olarak çok çeşitli işler yapmış. Ağabeylerim, en büyüğü (liseden belgeli) Tariş‘in Edremit müdürü, diğer ikisi ise ayakkabı ve çizme ustası olmuş. Ağabeylerim ve tüm ailem ebediyete göçtü. Sever‘lerden 87 yaşında ben kaldım.



-Hocam cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda doğduğunuza göre o dönemin eğitiminden, okullarından ve bu arada kendi öğrenim durumunuzdan bahseder misiniz?

-1941 yılında 11 yaşındaydım. Şehit Kemal İlkokulu’na yazıldım. Evimizden 1 km uzaklıktaki bu okula kış aylarında gitmek bir hayli zor oluyordu. Çünkü o zamanlar kışın havalar çok soğuk geçerdi. Evlerin saçaklarından donmuş sular buz olup sarkardı. 1945 yılında okulumuzun karşısındaki ortaokula yazıldım. İlkokulda tek öğretmene alıştığımdan ortaokulda her derse ayrı öğretmenin girmesini yadırgamıştım. Rahmetli Fransızca Öğretmeni Vassaf Vergin bey, istikbalde böyle çalışırsan Fransızca öğretmeni olabilirsin demişti. Ortaokuldan sonra 1948’de Karşıyaka Lisesi’ne başladım. Okula her sabah saat 6’da Menemen’den trenle gidiyordum. Babam daha ilk yıldan tren paso ücretini vermekte zorlanıyordu. Diğer taraftan da ortaokul müdürü Hasan Aktaş ve yardımcısı Niyazi Kaplangı evimize kadar gelip babama ısrarla “çocuğunuzu öğretmen okuluna göndermek istiyoruz, ne olur izin verin” diye rica ediyorlardı. Bu ricalar karşısında babamın rızası ile 1948 yılı Kasım ayında Türkçe öğretmeni Naip Tütüncüoğlu nezaretinde tren ile Bandırma’ya vardık. O gün Marmara denizi kudurmuştu. Vapurda tren yolculuğunda yediğimiz her şeyi denize dökmüştük. İstanbul’u karlı bir günde tanıdık. Sirkeci tren istasyonunda 15 saat bekledikten sonra ilk hareket eden trene bindik ve Edirne Karaağaç İstasyonu’nda indik. Fayton ile Meriç ve Tuna ırmaklarını köprülerden aşarak Mimar Sinan’ın şaheseri dört minareli Selimiye Camii’ni görünce hayranlıktan dudağımı ısırdım. Fayton bizi sabahın ayazında sıcak bir okula getirdi. Okul yatılı idi. Bavullarımızı, eşyalarımızı koyduktan hemen sonra 1-B sınıfına girdik. İlk gün ilk ders Fransızcaydı. Öğretmenim Sadık Karakadıoğlu’ndan çok iyi Fransızca eğitimi aldım. Parasız yatılı (leyli meccani) olan Edirne Öğretmen Okulu benim için ailem gibiydi. Edirne 2. Dünya Savaşı dolayısıyla yarı yarıya boştu. Şehirde oturanların pek çoğu Tekirdağ ve İstanbul gibi iç kesimlere göç etmişti. Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapmış camiler şehri Edirne’yi çok sevmiştim. Son sınıfta hastalığından dolayı derse giremeyen öğretmenin yerine Kırkpınar Sarayiçi Yıldırım Köyü’nde ders vermeye gidiyordum. Geçici öğretmenlik yapıyordum. 1948 Haziran’ında diplomayı alarak yemin ettik ve yurda dağıldık. 67 genç hep doğuya tayin olduk. Benim tayinim Kars vilayetinin bir köyüne çıktı. Orada fazla kalmadım. Ara sınavları kazanıp, İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsü’ne gittim. Burada da yine üç yıl parasız yatılı okudum. Evden ayda 5 lira geliyordu. Parasızlık canıma tak ettiğinden bir doktorun çocuğuna Laleli semtinde ders veriyordum. Bu şekilde İstanbul’daki masraflarımı karşılayabiliyordum. 1955’de mezun olduğumda ilk tayinim Ergani Ortaokulu’na oldu. Burada yalnız Fransızca öğretmeni olarak derse girmedim; başta müzik olmak üzere, tarih, Türkçe, beden eğitimi derslerine de giriyordum. 1958 yılı sömestri tatilinde trenle 3 gün 3 gecede Menemen’e geldiğimde, babamın ölüm döşeğinde olduğunu gördüm. Hastalığı hakkında, üzülmeyeyim diye bana bilgi verilmemişti. Birkaç gün içinde babam hayata gözlerini yumdu, çok üzüldüm. Elektriği , suyu olmayan, 3 günde 1 gazete bulabildiğim, aynı yemekleri veren ve tek bir lokantası olan Ergani’de 3 ders yılı çalıştıktan sonra daha fazla duramazdım. Bakanlıktan tayinimi istedim. Olmayınca istifa ettim. O yıl Manisa Salihli Demirköprü Barajı yapılıyordu. İş başvurusunda bulundum, arazi tercümanı olarak derhal işe alındım. 500 lira aylık alıyordum, bu öğretmen maaşının 2,5 katıydı. Baraj inşaatında 2500 işçi çalışıyordu.

O dönemde Foça Ortaokul Müdürü rahmetli Nihat Acar Menemen Ortaokul Müdürünü telefonla arıyor, ”bir mühür, bir de ben varım” diye serzenişte bulunuyor. Bunun üzerine dönüp dolaşıp benim ismim üzerinde durmuşlar. Foça Ortaokulu Müdürü ve Okul Aile Birliği çabaları ile bakanlık beni Fransızca öğretmeni olarak tayin etti.



-Hocam, tayin edildiğiniz yılın Foça’sını biraz anlatır mısınız?

-27 Şubat 1959 Pazartesi sabahı Menemen eski hastane önünden ilk gelen Foça İzmir otobüsüne biniyorum. Bindiğim otobüs Foça Belediyesi’ne ait, şoförü Refik Elko ile Türkelli kavşağından itibaren tozlu bir şose yolu sonrasında Foça’ya ulaştık. O zaman otobüs garajı olan bugünkü taksi durağında otobüsten indim. Otobüs durağının köşesinde iki katlı taş bina vardı. Otel ve gazino hizmeti veriyordu. Otele eşyalarımı koydum, sora sora ortaokulu aramaya başladım. Yolda ilk gördüğüm kişi bakkal Hayati Sevi oldu. O’nun tarifi üzerine şimdiki balık hali yanından rampayı zorlayarak ortaokul binasına ulaştım. Girişte küçük bir salon, ortada pingpong masası ve okul hizmetlisi Mustafa Akıncı’yı görüyorum. Sınıflar gürültü içinde, öğretmen odasına giriyorum, kimse yok. Hademe müdürün kaymakamlığa gittiğini söylüyor. Biraz sonra gelen müdüre kendimi tanıtıyorum. Müdür Nihat Acar, sevinçten ölecek gibi oluyor. Ertesi gün belediye başkanı Mustafa Konuk’un da çok sevindiğini duyuyorum. Hatta en kısa sürede mal müdürlüğünü arayarak maaşımı verdiriyor. Ergani’de olduğu gibi, Fransızca öğretmeni olmama rağmen, burada da öğretmen yokluğundan dolayı fizik, Türkçe, el-ev işi, beden eğitimi, din dersi ve müzik derslerine giriyorum. Esasında, diğer taraftan Foça Ortaokulu’nun ilk Fransızca öğretmeni oluyorum. Bazıları beni, Foça’ya Fransızcayı tanıtan öğretmen olarak anarlar. O yıllarda Foça büyük bir köy gibiydi. Elektrik ve su yoktu. Bir tek fırın vardı. Foçalılar ağırlıklı olarak ihtiyaçlarını Menemen’den karşılarlardı. Foça’da öğretmenlik görevine başladığım o yıllarda ben de bu durumdan olumsuz etkilenmiştim. Ancak öğretmenlik mesleğini sevdiğimden ve eğitime önem verdiğimden bu duruma çok aldırış etmiyordum. Yeni Foça ve köylerden gelen öğrenciler evlerde kalıyorlardı. Akşamları onları denetliyordum. Yönetmelik gereği saat beşten sonra hiçbir öğrenci dışarıda olmayacak, sinemaya gitmeyecek ve futbol oynamayacaktı. Her öğrenci kravatlı, kasketli olacak, öğretmenlerine, kaymakam ve belediye başkanına asker gibi selam verecekti. Benim tayinimden iki ay sonra, beni Edirne Öğretmen Okulu’na götüren Türkçe öğretmeni Naip Tütüncüoğlu da Foça Ortaokulu’na tayin oldu. Hemen arkasından fen bilgisi öğretmeni Mustafa Kokuludağ da, hastalığından dolayı ara verdiği görevine yeniden başladı. Biraz rahatladık. Bu arada ilkokul öğretmenleri ile de kurduğum birlik sayesinde Türkiye Öğretmenler Sendikası(TÖS) Foça şubesini kurdum. Onu takiben, öğretmenler yardımlaşma sandığını kurdum. Hemen hemen her öğretmene 6 ay vadeli para ve avans verdik.



- Hocam kiminle ve ne zaman evlendiniz, kaç çocuğunuz oldu, torununuz var mı?

-Ergani’de öğretmenlik yaparken kaymakam ve belediye başkanı, elma yanaklı, kara gözlü, kemer kaşlı bir memure ile beni ısrarla evlendirmek istediler. ”Benim kalbim boş değil” diyerek ısrarları kabul etmedim. 12 Şubat 1960 tarihinde mahalle ve bağ komşumuz Ali ve Fatma Bölük kızları Aynur ile evlendim. Aynur’un babası kahya idi; koyunları vardı, ayrıca 100 dönüme yakın bağları da vardı. Evlilikten bir kızım oldu. O da bana bir kız torun verdi. Eşim Aynur 17 Ocak 2002’de, 60 yaşında çok sigara içmenin sonucu kanserden öldü. O gün bu gündür yaşamımı, Foça’daki evimde mütevazi olarak, tek başıma sürdürüyorum.



-Fransız Tatil Köyü ile ilişkiniz nasıl başladı, nasıl gelişti, hangi görevlerde bulundunuz?

-1966 yılı Ocak ayı başında Fransız hükümetinin burs sınavlarını kazanarak, Dijon Akademisi Edebiyat Fakültesi’nde 8 ay öğrenim gördüm. Eylül ayında Foça’ya geri döndüğümde, tesadüfen taksi durağında beni gören belediye başkanı Selçuk Dirim, büyük bir heyecan ve gururla “Şükrü bey hoş geldiniz, tatil köyü inşaatı var, Fransızca tercüman aranıyor. Lütfen hemen müracaat edin..” dedi. Halen öğretmenlik yaptığım Foça Ortaokulu’na gittim. Akşamüzeri okula iki genç Fransız geldi tatil köyü inşaatında çalışmamı istediler. Ben, “okulum var, gelemem” dedim. ”Peki o zaman sadece akşamları gelebilir misiniz?” dediler ve ben de teklifi kabul ettim. Ondan sonraki başlayan süreçte Türk ve Fransız mühendislere karşılıklı tercümanlık yaptım.

-Hocam peki Fransız Tatil Köyü açılışı ve sonrası ile ilgili gelişmeleri bize anlatır mısınız?

-1967 Haziran ayı sonlarında 800 yatak kapasiteli Fransız Tatil Köyü açıldı. Açılıştan önce işçi alımı sorunları vardı. Kaymakam olmadığından hükümet doktoru vekalet ediyordu. Açılıştan iki hafta önce belediye hoparlöründen Foçalılara ve köy muhtarlarına işçi alımı duyuruldu. Tatil köyünün içindeki zeytinlerin altında Fransız muhasebeci Huguette hanım, hükümet doktoru ve ben tüm müracaatları ve istekleri not ettik. Foça Tatil Köyü kuşkusuz o zaman da Türkiye’nin Avrupa’ya açılan kapısıydı. Düzgün onurlu çalışkan kişilerin alınmasında önayak oldum. İlk yıl tek bir bayan işçi müracaat etti. Diğer kadınlar ‘rahatsız ediliriz‘ korkusu ile müracaat edemediler. O yıl odaların temizliğini erkek personel yaptı. Ama ikinci yıl çok fazla sayıda kadın, ”beni de işe al” diye kafamın etini yediler. O yıl giren pek çok bayan çalışan yıllar sonra emekli olunca ”Allah seni mutlu etsin” diye dualar ettiler. Tatil köyünün Foça’ya katkılarını saymakla bitiremem. Bir kere her şeyden önce Türk turizmi için Türkiye’nin ilk tatil köyü olması sebebiyle Türkiye turizminde bir çığır açmıştı. O tarihten sonra yapılacak olan tüm tatil köylerine örnek teşkil etti. 200’den fazla işçi çalışıyordu, bunların çoğu Foçalı idi. Sicili iyi olanlar kış aylarında aynı guruba ait Avrupa’da kayak merkezlerine - köylerine götürülürdü. Oralarda yaşam seviyesi maaş iyiydi. İyi para kazananlar, traktör, tarla ve ev alıyorlardı. Bunların çoğu daha sonra emekli oldular, ekonomik olarak huzurlu hayat sürdüler. Köye ilgi çoktu. İlk yıl Türk turist almadılar. Ancak ilerleyen yıllarda köy, Türklerle de doldu. Bunun üzerine doğu yönü sırtlarına doğru ilave bungalovlar da yapıldı ve yatak kapasitesi 1200’e ulaştı. Her türlü yiyecek Foça’dan alınıyordu. Ancak zaman içerisinde Foçalı satıcılar talebe yeterli cevap veremediler. Bunun üzerine tatil köyü alımlarını İzmir’den yapmaya başladı. Emekli Sandığı tarafından inşa edilerek kurulan tatil köyünün yeri, bir bölümü zeytinlik, bir bölümü bataklık ve boş tarlaydı. Ancak tüm alan çok parselden oluşuyordu ve sahipliydiler. Sahiplerden bazıları Foça adına fedakârlık yaparken, maalesef bazıları daha fazla para almak için ayağını diretti. 1967 yılına kadar Jandarma Komando Okulu ile tatil köyü arasında hiçbir bina, tesis veya mekan yoktu. Her taraf bomboş idi. Tatil köyünün arkasından 5 km’lik alan binalarla doldu taştı. O yıllara kadar güvenlik jandarma ile sağlanırken tatil köyünden sonra Foça polis teşkilatı kuruldu. Foça’ya tatil köyü sayesinde elektrik geldi. Foça’ya dışarıdan esnaf göçü başladı. Lokantalar, mağazalar, eğlence yerleri hemen boy gösterdi. Benim rehberliğimde günde iki defa Hasan Kazdağlı’nın motoru ile tatil köyünden Foça’ya turist getirirdik. Foça‘da evler değer buldu, inşaatlar başladı. Özellikle Saim Mersin, Tuncay Sabuncuoğlu inşaat yapımında çok öncü oldular. Foça kendi kendine yetmeye başlayınca Foçalı artık ihtiyaçlarını karşılamak için Menemen’e gitmez oldu ve Foça’da her şey bulunur oldu. Tatil köyü açılışını takip eden ilk 10 yılda tatil köyü çevresinde de çayhaneden lokantaya, eğlence yerinden otele kadar çok işletme açıldı. Sorunlar da yok değildi. Sorunların başında su gelmekteydi. Belediye çoğu zaman ihtiyaç duyulan suyu yeterli miktarda su deposuna gönderemedi. Su sıkıntısı zaman zaman tatil köyü yönetimini en çok zorlayan konuların başında geliyordu. Öyle ki zeytinlerin altında dokuz tane kuyu açıldı. Maalesef hepsinden tuzlu su çıktı. Olimpiyat havuzunun suyunu bozup yeşillendirdi. Bazen konuklar tuzlu suyla duş almak zorunda kalıyordu. Bu da tatil köyünün imajını bozmaya yetiyordu. Güvenlik bakımından da sıkıntılar yaşanıyordu. Dışarıdan sızmalarla hırsızlık başlamıştı, önlem almak için yoğun çaba sarf ediliyordu. Ayani yönünde bulunan gece kulübünün biraz ilerisinde konuklar, mudizm (çıplak) denize giriyorlardı. Müdüriyet buna karışmıyordu ancak dışarıdan içeri sızan röntgenciler, turistleri mütemadiyen rahatsız ediyor, huzurlarını bozuyorlardı. Foça’dan deniz yoluyla gelen motorlar kıyıya kadar yanaşıp resim çekerek insanları tedirgin ediyorlardı.



-Hocam, bildiğim kadarıyla siz Türkiye’nin ilk ve öncü rehberlerinden birisiniz. Rehberlik döneminiz nasıl geçti. Bu konuda genç rehberlere söyleyeceğiniz neler var?

İki kez Fransız hükümetinin burs sınavlarını kazandım. 1964 Paris ve 1966 Dijon olmak üzere on aya yakın Fransa’da yaşadım; üniversitelerde çeşitli dersler yanında mesleki tekamül kursları da gördüm. Çok kez rehber öğretmenler biz yabancı bursluları Paris ve Dijon civarında tarihsel yapıları gezdirdiler. Çok hoşlandım öğretmenlerin rehberliğinden; ben de rehber olacağım Türkiye’de diye düşündüm.

REHBERLİK SINAVI

1966 yılında Fransa’dan dönünce Turizm bakanlığının açtığı rehberlik sınavlarına katıldım. Rehber olmak için asgari lise mezunu olmak gerekiyordu. Lisan sözlü sınavı yapıldı İzmir Bölge Turizm Müdürlüğü’nde üç kişilik kurul tarafından kazananlar Dokuz Eylül Üniversitesi’nde akşamları saat 17:00’dan sonra haftada üç beş gün turizm ile ilgili dersler gördüm. Bu altı ay sürdü. Her hafta tanınmış bir arkeolog bizlere Efes, Priene, Didim, Milat, Afrodisyas, Hieropolis (Pamukkale) gibi tarihi yerlerde çok ayrıntılı dersler verdi. Altı ay sonra tekrar sözlü ve yazılı sınavlar oldu.

REHBERLİK CLUB MEDİTERRANEE

Ben üçüncü olarak bitirdim. Turizm Bölge Müdürlüğü ödülümü Fransız Tatil Köyü’nde üç kişilik bir heyet tarafından verdi. Ben köyde hemen rehberliğine başladım. Daha önce tercümandım. Turistleri gezdirdiğim yerler yukarıda saydığım yerlerdi. Yanıma bir de akkompanyatür (refakatçı) veriyorlardı; bunlar giriş ücretlerini ve lokanta faturalarını düzenliyordu.

Ben de öğretmen kökenli rehber olduğum ve yaptığım işi çok önemsediğim için, iki kez arabada ören yerine kadar mikrofon ile turistlere Türkiye hakkında bilgiler veriyordum. Atatürk ile başlıyor Türk kadınının Endonezya’dan sonra seçme ve seçilme hakkının 1934 yılında kazandığını anlatıyordum. Kısaca Türkler hakkında Orta Asya’dan bugüne dek yaşamları hakkında bilgi veriyordum.

Nelerdi konularım?

Türklerin anavatanı, kurdukları devletler, imparatorlukları, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, Mustafa Kemal Atatürk , Türk kadınını ve evlilik, sözde Ermeni katliamı, Türk mutfağı, Türk Edebiyatı…. Soru sormalarını istiyordum. Otobüste kağıtlı şeker dağıtıyordum. Limon kolonyası döküyordum. Yapacağımız gezinin planını çizip çoğaltarak otobüste dağıtıyordum, Turist önceden bilgileniyordu. Rehberliğim sırasında dağılan turistleri kaval çalarak toplardım. Kavalımın sesini duyan turistler keyifle ve koşarcasına bulunduğum yere gelirlerdi.

Bir Türk köyünü ve evini gösteriyordum. Turistler yalnız ören yerlerini görmek için gelmiyorlardı. Alışveriş, souvenir, hatıra eşyaları görmek, almak istiyorlardı. Acenteler bu işleri çok güzel düzenliyordu. Acentenin programına göre halı, kuyum, deri mağazalarına giriliyor, bilgiler veriliyor. İsteyenlere sertifikalı hediyelik eşyalar satılıyordu.

Foça Club Mediterranee tercümanlıktan rehberliğe yükseldiğim halde, bana her ay yine 300 lira veriyordu. Oysa acente rehberleri 3.000 lira kazanıyordu. Rehber arkadaşlarım çok iyi kazanıyordu.



CET TURİZM (KUŞADASI) (1970 YILI)

İzmir Rent a Car acentesinden bilgilendim. Kuşadası Fransız Tatil Köyü’nden rehber arıyorlarmış. Hemen gittim. Bayan gezi bürosu şefi öğretmen olduğumu duyunca sevindi ayda 3.000 liraya haftalık tura başlamamı istedi. Burada çok sık Efes, Bergama, Ayvalık, Truva, Bursa (Yeşil Cami, Yeşil Türbe), İstanbul (Topkapı Sarayı, Süleymaniye Cami, Sultan Ahmet Cami) turlarında rehberlik yaptım.

FRAM VOYAGES (1982-1994)

İzmir (Fram Voyages ) acentesi beni kaptı. Rehberliğimi duymuşlar, beğenmişler. Yine 3.000 liraya burada anlaştık. Haftalık turlara çıktım, Yine Ced Turizm’de olduğu gibi. Fazlalık olarak Ayvalık’ta kalıyorduk. Kozak Yaylası ve Bergama’yı geziyorduk. Kaldığımız oteller Murat Reis ve Sarımsaklı’da Ankara – Zeytinci gibi otellerdi. Ayvalık’tan Efes’e kadar günlük turlar yapıyorduk. İzin alarak bazen dönüşte Foça’ya da evime geliyordum. Böylece rehberlikte de yıllar birbirine kovaladı. Aynı yıllar bana unutamayacağım güzel anılar yaşattı.

Şükrü Kaya Sever hocanın (tercümanın - rehberin) geride bıraktığı 87 yıl içinde gerek yaşadığı, gerek yaşattığı bunun yanı sıra örnek davranışları ve yaşama alışkanlıkları ile hayata bakış açısı hakkında yazılıp çizilecek ve gelecek nesillere aktarılacak daha çok şey olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda özellikle 1960-70 yıllarının Foça’sı hakkında kendisinden duyduklarımı, öğrendiklerimi, yazmaya, aktarmaya, paylaşmaya devam edeceğim.




Sebahattin Karaca

sebahattinkaraca35@hotmail.com
www.sebahattinkaraca.com

3080











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)