ISSN 1308-8483
Rahmi Yarba, Dost Canlısı, Vefalı ve Sade İnsan / Sebahattin Karaca
  Yayın Tarihi: 21.6.2018    


Rahmi Yarba, Dost Canlısı, Vefalı ve Sade İnsan



Seksenli yılların başıydı. Foça İlköğretim Müdürlüğü binası ile işlettiğim otelin arasında rahmetli Yusuf Saf’a ait Dedem Pansiyon’dan başka bir bina yoktu. Dönemin İlköğretim Müdürü Mehmet bey, “Oteliniz hayırlı olsun. Artık bir yandan komşu olduk, diğer yandan ise, Merkez İlkokulu Okul Aile Birliği Başkanlığı’nı yapıyorsunuz, ara sıra uğramanızı istiyoruz, iki laf bir sohbet yanında bir kahve iyi gider” diyordu.

Ben de davetin icabını ilk fırsatta yerine getirdim. Daha kapıdan girerken yattığı yer nur olsun, Mehmet bey kapıda karşılamıştı. Yanında biri daha vardı. Müdür, “Yardımcım Rahmi bey” diye tanıştırdı. Merhabalaştık. Hal hatır sorduk. Üçlü ve keyifli bir sohbete başladık. Çaylar gitti, kahveler geldi; muhabbet eğitimden, turizmden derken yaşamın her dalına sıçradı. O gün Mehmet beyin yanında tanıdığım Rahmi bey, müdürüne saygıya istinaden olsa gerek, daha ziyade dinlemede kalıyordu. Ancak konuştuğu zamanda inandırıcı ve etkileyici oluyordu. İnce, uzun boylu, kibar, iyi giyimliydi. Sadeliği ve doğallığı, davranışlarına, hal ve hareketlerine yansıyordu. Daha o gün aramızda sağlam bir dostluğun ve arkadaşlığın temellerinin atıldığını hissetmiştim. Sonraki aylarda ailece görüşmeye başladık, Rahmi Yarba ve çok değerli eşi Nilgün Yarba ile. O yıllarda akşamları eş-dost arkadaşlar ailecek birbirlerine gider gelirdi. Akşamları ailelerin bir araya gelmeleri bayramyeri gibi şenlikli olurdu. Çocuklar bir arada oynar, büyükler kendi aralarında, dedikodudan uzak, kaliteli sohbetler ederlerdi.

Çok değil birkaç sene sonra İlköğretim Müdürlüğü binasının bahçesine ilkokul yapıldı. Okula müdür olarak önce İlköğretim Müdürü Mehmet bey atandı. 3-4 ay içinde emekli olan Mehmet beyin yerine bu defa Rahmi beyin müdür olarak tayini onandı. Rahmi beyin, bu güzide ilkokulda yıllar boyu, diğer öğretmen arkadaşları ile birlikte taze beyinleri eğittiğini, yetiştirdiğini izleyip gördüm. Pek çok öğrencisinin ilerleyen yıllarda başarılarını gördükçe mutlu olur, gururlanırdı. Kendisini ziyarete gelen eski öğrencilerini büyük küçük demeden çok ciddiye alır, arkadaş gibi davranır, onlara önemli olduklarını hissettirirdi.

Foça’da doğmuş, büyümüş, okumuş olan Rahmi bey, bu defa Foça’da uzun yıllar eğitimci olarak çalıştıktan sonra, emekli olmuştu. Aynı zamanda sayısız insana vefalı dost, arkadaş olmayı ve kalmayı başarmıştı. Emekli olduktan birkaç yıl sonra geçirdiği rahatsızlık nedeniyle sessizliğe bürünmüş olan, Rahmi Yarba’nın hayatından bazı kesitleri yazmaya niyetlendim. Kendisi ve yakınlarıyla görüştüm. Olumlu karşıladılar. Bu bağlamda Rahmi bey yönelttiğim sorularımı, işaret dili, kolu ve başı ile yanıtladı. Konuştuklarımızı ve ben konuştuklarımızdan anladıklarımı yazarak, sevenleri ile paylaşmak istedim. Bu kapsamda Rahmi beye ilk sorumu yönelttim.



-Rahmi bey, kimlerin çocuğu olarak, ne zaman doğdunuz? Kaç kardeştiniz? Ailenizden biraz bahseder misiniz?

Ali dedem ve kardeşleri, o dönem çalkalanan Dünya’da, Osmanlı toprakları olmaktan çıkmış Arnavutluk’ta kalamayacaklarını anladıktan sonra, 1933 yılında Arnavutluk’un Gürokastra şehrinden başlayan yolculuk, çeşitli zorluklardan sonra Türkiye’ye ulaşmakla son bulmuş.. Aynı yıl Ali dedem, eşi ve o zaman 7 yaşındaki oğlu Muharrem ile birlikte Menemen’e yerleşmişler.

Babam delikanlı çağına geldiğinde Seyrekköy ile Ulukent arasında bulunan Günerli köyünde kahyalık yapmaya başlamış. Bu yıllarda annemle evlenmişler.

Bu evlilikten ben 1954 yılında Menemen’de Dünya’ya gelmişim. Henüz 2 yaşındaymışım ailem Foça’ya yerleşmiş. Babam Belediyeden kiraladığı Susam sokağındaki dükkanında kendi ürettiği süt ve süt ürünleri satardı. Ailemiz büyüktü. Benim “geniş aile” dediğim içinde dedem, babaannem, babam ve ailesi, halamlar, amcamlar hep birlikte şimdiki Fevzipaşa mahallesinde bulunan Ceyhun Ticaret’in olduğu yerde büyük bir evde otururduk. Çok fazla sosyal hayatın içine girmezdik. Kendi halimizde yaşar giderdik. Kardeşim Mukaddes 1958 yılında Foça’da bu evde doğdu.

-Foça’da geçen çocukluk yıllarından ve anılarınızdan biraz bahseder misiniz?

Çocukluk yıllarıma dair maalesef anlatabileceğim fazla bir şeyim yok. Yok, çünkü ilk ve ortaokulu Foça’da okudum. Yaz aylarında yaşıtlarım denize girer, yüzer, eğlenirlerdi. Oyun oynar çocukluklarını yaşarlardı. Babam, benim bunları yapmama müsaade etmedi. Hem okumamı, hem bir meslek sahibi olmamı, bunun yanı sıra harçlığımı çıkarmamı istedi. Göçmen çocuğu olmak kolay değildir. Aile fertlerinin doğup büyüdüğü, gelişip serpildiği, mal, mülk, toprak sahibi olduğu yurtlarını, eli boş terk edip, başka diyarlarda tutunmaya, ayakta kalmaya çalışmak ta kolay değildir. Göçmenlerin genel olarak birbirine benzeyen daha pek çok ortak yanları, alışkanlıkları, olmazsa olmazları vardır. Onlardan birisi de her göçmenin illaki bir meslek sahibi olması şartıdır. Bu bağlamda babam da benim, şimdiki Simit Sarayı’nın bulunduğu yerde, o zaman Bülent ve Salih kardeşlere ait marangoz atölyesine çırak olarak girmemi ve marangozluk mesleğini öğrenmemi istedi ve “Eti sizin, kemiği benim, bunu yetiştirin, meslek sahibi olsun” diyerek marangoz atölyesine çırak olarak verdi. Ardından da “Ustalarından en ufak bir şikayet duyarsam fena olur” diye uyardı. Öğretmen okuluna gidinceye kadar her yaz marangoz atölyesinde çalıştım. Kısaca hızarın karşısında, talaşın içinde, toz toprak yutarken, arkadaşlarımın bindiği bisiklet, girdiği deniz, benim için hayal oldu.

-Foça’dan ne zaman, ne için ayrıldınız? Tekrar ne zaman, hangi sebeplerle döndünüz?

Ortaokulu bitirdikten sonra İmroz Gökçeada Öğretmen Okulu sınavlarına girmiş olmama rağmen “ya kazanamazsam” düşüncesiyle tedbiren Menemen Lisesi’ne kaydımı yaptırdım. Bir - iki hafta liseye devam ettim. Ardından Öğretmen Okulu’na giriş sınavlarını kazandığım haberini alınca bu defa Menemen Lisesi’nden kaydımı sildirdim. Vakit kaybetmeden İmroz Gökçeada Öğretmen Okulu’na kaydımı yaptırdım. O an gurbetin başladığını düşündüm. İçimde bir yanma, bir acı hissettim. Benden önce burada eğitimine devam eden Foçalı Bülent Kaya’nın bulunmasından dolayı içimde gurbette yalnızlık çekmeyeceğimin rahatlık duygusu vardı. Buna rağmen ayrılık pek de kolay olmadı. Geniş bir ailenin içinde yaşamaya alışmış birisi olarak herkesten aynı anda ayrılmak kolay olmadı. İlk günlerim, ilk aylarım hasret ve özlemle geçti. Sonraları okulda edindiğim eş dost ve arkadaşlıklar hasretliklerime merhem gibi geldi, böylece yeni hayatıma alışmama yardımcı oldu. Yaz tatillerinde Foça’ya ailemin yanına geliyordum. Marangozluk yerine Foça’da bulunan Fransız Tatil Köyü’nde çalışıyordum. İki yazım tatil köyünde çalışarak geçti. Burada da başta öz güven ve disiplin olmak üzere, iş ve çalışma hayatında daha sonraki yıllarımda işe yarayacak epey bir tecrübe kazanmıştım. Öyle veya böyle yıllar birbirini kovaladı. Öğretmen okulunu bitirdim. Öğretmenlik belgemi aldım. Aldım almasına ama yaşımın 17 olmasından dolayı kadroya giremeyeceğim, öğretmenlik yapamayacağım, maaş alamayacağım söylenince, üstüme kaynar sular döküldü. Hayatımda her zaman önemli yeri olan babam bir kere daha kolları sıvadı, mahkeme kararı ile bir günde yaşımı 17’den 18’e çıkarttırdı. Böylece öğretmen olarak göreve başlamamı sağladı. İlk tayinim Erzincan’ın Ilıç ilçesinin Çobanlı köyüne tayin oldum. Çobanlı köyünün halkı ve okuldaki öğrencilerle çok çabuk kaynaştım. Okuldaki eksikler saymakla bitmezdi. Kısa sürede köy halkının desteğini arkamda buldum. İyi bir eğitim için gerekli olan her şeyi birkaç hafta içinde tamamladık. Anadolu’yu burada tanıdım. Biz Ege çocuğu olarak Anadolu ile ilgili az şey biliyormuşuz. İlk günden son güne kadar halkın teveccühü ile güzel işlere imza attık. Orada kazandığım tecrübe ile çocuk eğitmen (yaş 17) olarak yaşadıklarımı yazsam roman olur. Daha 17 yaşında ideal bir öğretmen olarak 40-50 fidan yetiştirmek için gerçekten bilgi, beceri ve donanım istiyordu.



-Kiminle, ne zaman evlendiniz?

Ilıç’dan sonra tayinim önce Tire’nin bir köyüne, oradan da, şimdi Aliağa kazası hudutları içinde kalan Horozgediği köyüne çıktı. Aynı okulda Foçalı olan Sadettin Akçakoca ile çalışıyordum. 1975 yılında Foça Devlet Hastanesi’nde görevli Allah rahmet eylesin Sağlıkçı Ali Çetin’in öğretmen okulunu yeni bitirmiş olan kızı Nilgün Çetin ile evlendim. Eşim de benim çalıştığım Horozgediği’nde öğretmen olarak göreve başladı. Bu evlilikten adını Engin koyduğumuz bir oğlumuz oldu.

-Foça’daki görevleriniz ve o dönemdeki eğitime dair söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Horozgediği’nde görevim devam ederken, Foça’ya İlköğretim Müdür Yardımcısı olarak atandığım bildirildi. Bir hafta veya on gün içinde şimdiki Öğretmenevi binasında bulunan Foça İlçesi İlköğretim Müdürlüğü’nde müdür yardımcısı olarak göreve başladım. Burada müdürüm Mehmet bey ile birlikte uzun müddet çalıştım. Aynı binanın bahçesinde hayırsever Reha Midilli ve kardeşleri annelerinin adını taşıyan Bedia Midilli İlkokulu’nu yaptırdılar. Bu okula önce daireden müdürüm Mehmet bey müdür olarak atandı. Çok kısa bir süre sonra müdür bey emekli olunca bu defa onun yerine benim atamam yapıldı. Bedia Midilli İlkokulu’nda emekliliğime kadar müdür olarak görev yaptım.

Erzincan Çobanlar köyünde edindiğim tecrübelerim doğrultusunda dört duvar olarak milli eğitime teslim edilmiş okulun, tüm ihtiyaçlarını çok sayıda eş dost ve meslektaşlarımın da yardımları ile tamamlayarak, zaman kayıp etmeden aynı yıl eğitime kazandırdık. Müdürlük yaptığım okulda iyi eğitim verilsin diye çok kafa yorardım. Eğitim için yeni olan her şeyi takip ederdim. Zaman kayıp etmeyi sevmezdim. Kişisel gayretlerimle bir yolunu bulur, teçhizat ve donanım bakımından okulun iyi olmasını sağlamaya çalışırdım. Eğitim o zamanlar daha iyiydi. Öğretmenlerde ciddi bir inisiyatif kullanma durumu vardı. Durumun böyle olduğunu mezun ettiğimiz öğrencilerin başarılarından kolayca görebiliyorduk.

-Emekli olduktan sonra ne işle uğraştınız? Siyasete ilgi duydunuz mu?

Her şeyin bir vakti var. Ne derler “demir tavında dövülür”. Emekli olma hakkım doğduğunda, vakit geçirmeden emekli oldum. Babam yıllarını verdiği dükkanında bir gün “artık anahtarın devir zamanıdır evlat” diyerek anahtarı elime tutuşturdu. Baba mesleğini biraz değiştirdim. Şarküteriye daha ağırlık verdim. Ara sıra eş dostun da teşvikleri oldu. Siyasete ilgi duydum. Başkanlık için girdiğim ön seçimi kıl payı kaçırdım ama üzülmedim. Belki nasip başka zamanadır diye düşündüm ve işime devam ettim.

-Yaşadıklarınız arasından unutamadığınız bir iki anınızı paylaşır mısınız?

Yaşadığım elbette çok anı var. En iyisi, biri hariç diğerlerinden hiç bahsetmeyim. Foça’da görev yaptığım yıllarda, her türlü etkinliklerde ya ben görev alır organize ederdim. Ya da bana bu veya buna benzer görevler verilirdi. Bu tür şeyleri yapmaktan keyif alırdım. Hatta Foça’nın Orhan Boran’ı veya Halit Kıvanç’ı diye hakkımda söylentiler de dolaşırdı. Bu söylentiler de beni rahatsız etmezdi. Aksine mutlu olurdum. Dışa dönük, hayata bağlı, canlı, diri, dolu dolu bir insandım.

Hal böyleyken bir hastalığın pençesine düştüm. O hastalık ikinci bir hastalığı tetikledi. İlkini uzun tedavilerden sonra yendim. Ama ikincisini yenemedim. Hiçbir tedavi yakalandığım kısmi felce çare olmadı. Aktif, canlı, dinç, dinamik olan, eş dost arkadaşlarıyla hayatı ve güzel yaşamayı seven ben, önce hareketlerimi, yürümeyi ve ardından konuşma özelliğimi kayıp ettim. Katlanmaktan başka çare yoktu. İnsanoğlu zor da olsa her şeye alışıyor.

Ancak ne zaman bir arkadaşımı, bir öğrencimi, bir tanıdığımı görsem yüreğim sevinçten çarpar, el kol ve mimik hareketlerimle içindeki sevinci onunla paylaşırım. Duygularımı dışarıya vururum. Sevinç hisseder, sevincimi paylaşırım.



Arkadaşı Sedat Eryılmaz’ın gözünden Rahmi Yarba

Rahmi Yarba ile arkadaşlığım, Rahmi’nin öğretmen okuluna gitmeden önce Menemen Lisesi’ndeki çok kısa süren eğitimi sırasında olmuştu. Aradan bugün itibariyle 50 yıl geçti. İyi ki bu güzel insanı tanımışım.

Öğretmenliği süresinde öğrencilerinden ve okulundan başka bir şey düşünmeyen efsane bir eğitimciydi. Öğrencilerinin kendisinden korktukları, buna rağmen de en çok sevdikleri öğretmenlerden biriydi.

Yaşamını öğrencilerine ve başta Bedia Midilli İlkokulu olmak üzere görev yaptığı okullara adayan bir eğitimciydi. Foça’da yapılan tüm etkinliklerde hep görev aldı. Önder oldu. Başaramamak, başarısız olmak onun yapısında yoktu. İki yaşından beri içinde büyüdüğü, sevdiği, kendisine sunduğu imkanlardan dolayı Foça’ya ve Foçalılara hizmet etmek bu manada Foça’ya olan borcunu ödemek için emekli olduktan sonra siyaset içi ve dışında uğraşlar verdi ama olmadı.

Emekli oluşunun üzerinden birkaç yıl geçmişti ki rahatsızlandı. Tüm tedavilere rağmen, rahatsızlık devam etti. Rahatsızlık yerini giderek hareketsizliğe ve sessizliğe bıraktı. Bu rahatsızlık Dev Adam Rahmi’ye erken geldi ve hiç yakışmadı.

Öğrencilerinin gözünden Rahmi Yarba.

86 yılında, büyük bir şans ile başlamıştık, okul hayatına. O zamanlar, iyi bir ilkokul müdürüne ve sınıf öğretmenine (Sn.Ayla Aksoy) sahip olmanın, ne denli önemli olduğunun farkında değildik tabi.

Rahmi müdür deyince akla bir sürü şey geliyor ama, sanırım bütün öğrencilerinin ilk söyleyeceği şey “disiplin” olacaktır. Epey çekinirdik kendisinden lakin, disiplinli ve bir o kadar da idealist bir okul müdürüne sahip olmanın avantajlarını da yaşamadık değil. Okulumuz hep temizdi mesela. Soğuk kış aylarında, sabahın erken saatlerinde temiz ve sıcak derslikler karşıladı bizi. Sobanın başına toplanır, ellerimizi ısıtırdık. O zamanlar kalorifer nerdeee..

Okulumuzda ilk izci takımı bizdik mesela. Bir sürü “ilk” Rahmi müdür sayesinde gerçekleşti. Okulun ilk izci bandosu, ilk basketbol takımı, okul bahçesinde kum havuzu, hatta arka bahçedeki küçük kantin bile onun eseridir. Yalnız, kantin deyip geçmemek lazım. Kantin (Kooperatif gibi işletilirdi) “kantin kolu” öğrencilerine zimmetli idi. Teneffüslerde koşar, kantinin kapısını açardık. Yapılan satış ile elde edilen geliri kasamıza koyar, okul bitiminde teslim ederdik. Küçücük öğrencilerine bu denli güvenmek ve onların kişisel gelişimi için sorumluluk vermek, hele ki 80’lerde, çok az okulda görülen bir durumdu. sahip olduğu bu ve buna benzer vizyonunu bize aşıladı.

Rahmi hoca deyince, akla gelen şeylerden biri de parfümüdür. Kendisi gelmeden kokusu ulaşırdı okula. Kim nerede yaramazlık yapıyorsa, kokuyu alınca hemen uslanıverirdi. Bir nevi, otokontrol anlayacağınız.

Ha bir de gülüşü, okul saatlerinde pek fazla gülmediğinden olsa gerek, güldüğü zaman yüz kasları tepki verir, kaşları ve alnı hareket ederdi. Çocuk aklı işte, nelere dikkat ediyor.

İyi ki bizim müdürümüzdü. Hayatta en çok lazım olan disiplini, sorumluluğu, azmi, gayreti ve daha pek çok şeyi onun sayesinde öğrendik.

Öğrencileri: Derya – Günseli – Oylum – Övünç - Selen

Teşekkürler Rahmi Yarba, büyüğüne saygısını, küçüğüne sevgisini esirgemeyen, can dost, vefalı insan, adam gibi adam daha nice güzellikleri birlikte görmek ve yaşamak ümidiyle.


























.

Sebahattin Karaca

sebahattinkaraca35@hotmail.com
www.sebahattinkaraca.com

2727











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)