ISSN 1308-8483
KIZIM / Tülin DURSUN
Tülin DURSUN    
  Yayın Tarihi: 18.1.2007    


KIZIM


Kimselere görünmeden perdeyi araladı. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Sokak lambasının ışığı aydınlatıyordu evlerinin önünü. Derin bir sessizlikteydi etraf. Arada bir sokaktan geçen araba sesine tekrar cama koşuyordu kadın. Yatak odasına gitmeye, yatağa uzanmaya korkuyordu. Ne kadar da yorulmuştu oysa bugün. En iyisi çocuk odasındaki küçük divana uzanmalıydı. İçi geçer gibi oldu.
* * * *
Son zamanlarda yaşadıklarım tam bir kâbus. Kızımın davranışlarındaki anormal değişimin farkına varmam bir rastlantı değildi. Başımdan geçen onca olayın bende yarattığı, daha doğrusu bana kazandırdığı tatsız deneyimlerin ustaca becerisiydi.
Yatılı okuldaydım o zamanlar. Delikanlı çağımın tüm şirinlikleri, yaramazlıkları özellikle sınıfın yaş ortalamasının oldukça altında bir yaşta olmamdan kaynaklanıyordu. Arkadaşlarım çok şımartmıştı beni. Sınıfım ilerledikçe, üzerime yapışan büyümeyle çocukluk arasında gidip geliyordum. Büyümek ve bir an önce yaşam çizgimi belirlemek için çaba harcarken, okul dışı katıldığım yeni arkadaşlıklarda sapıtmanın uçurumundan döndüğümde yeni bir yola girmiştim.
Otostopla tanıştığımız iki delikanlının arkadaşımla, bana verdiği sigaranın tadındaki değişikliği hemen fark etmiştim. Sordum;
“ Bunun tadı kötü ya?”
Gülüşmelerin dozu kahkahaya dönerken arabanın önünde duran kutuda yeşile çalan toprak rengi, otla toprak arası bir toz gözüme çarptı.
“ Arabanız çok pis!”
“ Neresi pis? İsmail Efendi daha sabah yıkadı.”
“ O toprak ne?”
“ Kızım uyan! Uyan da balığa çıkalım. Yani sen şimdi bunun ne olduğunu bilmediğini mi söylüyorsun?”
“ Ne bileyim ben!”
“ Taze aldık daha. En temiz esrar bu!”
“ Ben inecem!”
“ Saçmalama!”
“ İnmek istiyorum!”
“ Bırak bu ayakları! Sigaraya sardığımız şeyi hiç üflememiş, en azından görmemiş olamazsın!”
Hafiften midemin bulandığını hissediyorum o an. Arabanın içine pis bir koku dağılmış gibi. İçimi korku kaplıyor, “ Ya uyuya kalırsam?” diye. Arabanın camını açmak için kolu çeviriyorum. Zorlanıyorum açarken. İçeri dolan temiz hava yetmiyor. Arabadan dışarı atıyorum kendimi.
Güneşin ısırdığı bir sonbahar soğuğu var dışarıda. Bentler yolundan Hacı Osman Bayırı’na kadar yürüyorum arkama bakarak. Kendimi minibüse attığımda göğsümün içinde çarpan yüreğimin dışardan görüleceğini sanarak kollarımı kavuşturuyorum.
* * * * *
Yıllar önce yaşadığım bu kötü deneyimin bana neler kazandırdığını yeni anlamaya başlamıştım.
Kızımın davranışlarındaki değişmeler beni huzursuz bir anne yapmıştı. Çok yalan söylemeye başlamıştı. Arada bir düşündüğümde yadsımalara varan krizlere yakalanıyordum. Ona verdiğim anne eğitiminde eksik kalan ne vardı ki bana, babasına devamlı yalan söylüyordu? Demet bizim kızımız olamazdı! Babasının dürüstlüğü, benim öğretilerim ona hiç mi bir şeyler öğretememişti? Sorgulamalarım uykularımı bölmeye başladığında aramızdaki kopukluk giderek artmaya başlamıştı. En değerli varlıklar olarak gördüğü bizler, ona düşman gibiydik. Umurumda değildi bu! Ben kızımı istiyordum. Hep yanımda, hep kollarımda. Minik bir bebek gibi koynumda istiyordum kızımı. Nefret duymaya başladığımda, kendimi bir anda ruhsal tedaviye başlamış buldum. Geçirdiğim onca sallantılı yaşamda, kızıma ayırdığım zamanı arttırmayı, onunla birçok şeyi paylaşmayı öğrenmiştim. Kocamı ihmal ettiğimin farkına vardığımda ise yolun sonunu görmeye başlamıştım. En büyük hatam; kocamdan gizlediklerimdi. Demet’e ulaşacağımı sanmıştım. Oysa biz bir aileydik ve paylaşmalıydık.
Eve geç gelmelerin arkasını alan yalanlar sonrası, doktorun bana verdiği ilaçların güvencesiyle konuştum Demet’le. İnkâr etti önceleri.
“ Paylaşalım kızım! Babana da söyleyelim bunları.” Dedikçe hırçınlaşan Demet daha uzaklaştı benden, bizden. Her ev kadını gibi ben de, biriktirdiğim üç, beş kuruşu onun yolunda harcayarak; gece demeden, gündüz demeden onu takip etmeye karar verdim. Okula gideceği saatlerde, hiç tanımadığım çevrelerde taksiye ödediğim paranın sınırı yoktu.
Bir gün Demet hastalandı. Sesi kısılmış, boğazını tülbentle sararak evin içinde dolaşıyordu.
“ Neyin var çocuğum, hasta mısın?”
“ Boğazım ağrıyor.”
“ Bu havada incecik kazakla çıkarsan olacağı buydu. Bak şimdi okulundan da geri kalıyorsun. Sınavların da başladı.”
“ Anne!”
“ Haksız mıyım kızım?”
“ Evet! Haksızsın. Alt tarafı boğaz ağrısı. Hem bir gün evde kalıp, ders çalışmak daha iyi olacak.”
Demet benimle konuşurken ses tonunu oldukça yükseltmiş, kabalaşmıştı. Umursamaz tavrı beni çileden çıkarıyordu. Ders çalışan bir çocuk değildi. Akıllıydı. Bu gün onu ürkütmek istemiyordum. Çarşıya çıkmaya karar verdim. Belki sinirlerim biraz yatışırdı.
“ Ben dışarı çıkıyorum. Nazan Teyze’ne uğrayacağım. Bir şey istiyor musun?”
“ Yok!”
“ Ne yok?”
“ İstemiyorum.”
“ Şimdi oldu.”
“ Ne zaman dönersin?”
Sesi daha bir sevecen çıkmıştı sanki. Bunda bir iş vardı. Ben kızımı tanıyordum.
“ Nazan’la vitrin bakacağız. Biraz konuşur, bir yerlerde oyalanırız.”
“ Dönüşte bir alo de. Belki bir şey isterim.”
“ Olur kızım.”
Demet! Güzel kızım! Yine ne çeviriyorsun? Beni artık kandıramazsın.
Nazan’a gitmedim. Evimizin karşısındaki pideciden içeri girdim. Tereyağlı, peynirli bir pide ısmarladım. Hiç iştahım olmadığı halde yemeğe zorladım kendimi. Pideyi yerken bir yandan da apartmanımızın girişini gözetlemeye başladım. Çayımı yudumlamaya başladığımda yarım saat çoktan geçmişti. İçimde bir sıkıntı vardı. Göğsümü yumrukluyordu.
Apartmanın girişinde bir genç belirdi. “Acaba kime geliyor.” Diye düşünürken, okulda geçen hafta Demet’in yanında gördüğüm çocuk olduğunu anladım. Ne arıyordu burada? Derin bir nefes aldım kendimi yatıştırmak için. Biraz daha beklemeye karar verdim. Bir çay daha söyledim çocuğa. Yavaş yudumluyordum bu defa. İçimden dua ediyordum kızımı kötü bir durumda bulmamak için.
Yavaşça yerimden kalktım. Mantomun cebinde duran anahtarımı sıkıca kavradım. Hesabı ödedim. Kapının önüne çıktım.
Serin hava iyi gelmişti. Yüreğim ise cenderedeymiş gibi sıkışmaya devam ediyordu.
Asansörü kullanmadan üç katı çıktım. Parmaklarımın ucuna basarak kapının kilidinde anahtarı çevirdim. Hiç ses yoktu. Demet’in odasına doğru yürüdüm. Kapısı kapalıydı. Fısıltılar geliyordu içerden. Kısa bir tereddütten sonra kapıyı açtım. Demet yatağındaydı. Arkadaşı Günce elinde kamerayla şaşkındı. Adını bilmediğim erkek çocuk ağzında sigara bakakalmıştı ve yarı çıplaktı. Tekrar kızıma baktım olanları daha iyi anlamak için. Demet uyuyordu. İnce bir örtünün altında çıplak olduğunu anlamak hiç de zor değildi.
“ Neler oluyor burada?”
Günce’nin başı önündeydi. Genç çocuğun küstahça bakışı gözlerimi deliyordu.
“ Demet!”
“ Demet uyuyor teyze.”
“ Anlarız şimdi.”
“ Hem senin elindeki o kamera da neyin nesi bakalım? Sen niye okulda değilsin? Sen Demet’in nesi oluyorsun delikanlı?”
“ Okuldan arkadaşıyım.”
“ Demet!”
Kızımdan ses çıkmıyordu. Delikanlı toparlanarak evden çıktı. Günce panik içinde, yalvarır gözle bana bakıyordu.
Günce’nin elinden kamerayı kaptım. Allah kahretsin! Bu aletlerden de hiç anlamıyordum. Denedim çalıştırmak için. Aklım Demet’in neden uyanmadığındaydı. Odada tuhaf bir koku hissettim.
“Bu koku ne?”
“ Ben duymuyorum.”
Demet’in başucunda peçete üzerinde, toprak gibi bir şey gördüğümde başım dönmeye başlamıştı. Sandalyeye çöktüm. Kızım baygındı. Çekmecesini çektim. Beş santilitrelik boş bir enjektör ve lastik bir turnike gördüm.

Uzun sürdü Demet’in tedavisi. Tekrar okula döndü. Eski arkadaşlarının hiç biriyle görüşmüyor artık. Düştüğü uyuşturucu ve porno tuzağı yaşamının iki yılını götürdü.
Ben mi?
Ben!
Çok yorgunum.


Tülin DURSUN



1622











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)