ISSN 1308-8483
Sorgulama/mak / Sedat YALÇIN
Sedat YALÇIN    
  Yayın Tarihi: 27.1.2010    


Sorgulama/mak

Başın ırmağın suyuna daldı mı,
suyun rengini nasıl görebilirsin.
Mevlana


Mevlana’nın deyişi ile suyun rengini görebilmek ancak sudan başımızı çıkarmak ile mümkündür. Bunu da ancak sorgulama ile gerçekleştirebiliriz sanırım.

Sorgulama TDK sözlüğüne göre; Bir konuyu sorular sorup yanıtlar vererek araştırma, anlamına gelmektedir. Sorgulama işlevini de ancak düşünme yolu ile gerçekleştirebiliriz. Kutsal kitabımız da bu konuyu defalarca dile getirip, sorgulamanın önemine dikkati çekmiyor mu?

Evet, her şeyi sorgulayabilmeliyiz. Ancak zihnimiz sorgulamaktan pek hoşlanmaz. Çünkü tembeldir zihnimiz. Çocukluğumuzdan beri zihnimize kaydedilen her bilgi bizim için doğru kabul edilir. Tüm düşünce şeklimiz ve buna bağlı olarak davranışlarımız, zihnimizdeki bu bilgilere dayanarak varolabilmektedir. Eğer sorgulamaya başlarsak zihnimize kaydedilen bu bilgilerin yanlış çıkma olasılığı her zaman vardır. Eğer yanlış çıkarsa yıkılırız. Çünkü temel dayanağımız olan bilgilerden artık kuşku duymaya başlarız. Bu da zihnimizi rahatsız eder. O nedenle hemen hemen hiçbir bilgiyi, inanışımızı, örf, adet, gelenek ve göreneklerimizi sorgulamak istemeyiz. Bu bilgiler bize anne, babamızdan, atalarımızdan geldi; yanlış olması mümkün değil ana fikrinin arkasına saklanırız. Ve de bu saplantımızı sonuna kadar savunmaya çalışırız, ne bahasına olursa olsun. Zihin eski alışmış olduğu düşünce şeklini tekrar ve tekrar kullanmaya bayılır. Çünkü kolaydır. Yeni bir fikri, inanışı, bilgiyi kabul etmekte zorlanır. Her yeni şeyi kabul etmesi için eskiyi silmesi gerekecektir ki bu da zihnimizi korkutur.

Bir de toplumumuzda fazla soru sormak pek hoş karşılanmaz nedense. Eğer sorgulamaya kalkarsanız “sorgu hakimi misin birader“ diye azarlanırsınız adeta. Şimdi size küçük bir hikaye anlatmak istiyorum (Hikaye "Roca Yoga meditasyon yapalım" seminerinden alınmıştır).

Sıcak bir yaz gecesi, bir kişi – ismi mesela Ahmet olsun- odasında yatıyor. Ev bahçe katında. Hava sıcak olduğundan pencere açık, serin bir gece meltemi odayı dolduruyor. Geç vakit bir karaltı camdan içeri süzülüyor. Bir hırsız içeri girip odadaki değerli şeyleri torbasına doldurmaya başlıyor. Ahmet uyanıyor, hırsızı görüyor, ama hiç ses çıkarmadan onu izliyor. Hırsız işini bitiriyor ve geldiği gibi sessizce pencereden çıkıp gidiyor. Ahmet neden ses çıkarmadı? Şimdi okumaya ara verip cevap vermeye çalışın.

İnanıyorum ki büyük bir çoğunluk şöyle cevaplar verecektir. Ahmet hırsızdan korktu; Ahmet hırsıza acıdı; Ahmet hırsızı tanıyordu... vs. Hiçbirimiz Ahmet ile ilgili bana sorular sormayı düşünmedi. Ahmet kimdir? Ne iş yapar? Kaç yaşındadır? ... gibi. Eğer sorgulasaydı, Ahmet’in küçük bir bebek olduğunu öğrenecekti. İşte bakın, her olayda, sorgulamadan hemen varsayımlarda bulunmaya başlıyoruz. Varsayımda bulunmaya bayılırız nedense. Bilgilerimiz çok eksik olduğundan varsayımlarımızdan da yanlış çıkarımlara varacağımız tabiidir. Bakın sorgulama alışkanlığımızın olmamasının tipik bir örneği

Çok daha çarpıcı bir örnek vermek istiyorum. İster çocuğunuza, torununuza, ister yoldan geçen herhangi bir çocuğa, gence sorun bakalım “Bizim sabah kahvaltısındaki geleneksel, milli içeceğimiz nedir?”. Aldığınız cevabın çay olduğundan yüzde yüz eminim. Siz eğer hayır aslında geleneksel kahvaltımızda “çorba” içilir derseniz, size kimse inanmaz. Çayın kahvaltıda içecek olarak evimize girmesi en fazla 50 sene önceye dayanır. Eğer bir 100 sene daha geçse, yani çocuklarınızın çocuklarına bu sorunun sorulduğunu düşünün. Veya asırlar sonra bu konuyu araştıran birisi, eğer çorbada ısrar ederse ona iyi gözle bakılmadığından emin olabilirsiniz. Cevap hep aynıdır. ”Biz asırlardır atalarımızdan dedelerimizden böyle gördük, çay bizim geleneksel içeceğimizdir.” İşte bakın bu örnek bile her türlü sosyal, siyasi, dini inanışlarımızın sorgulanmaması halinde ne kadar doğma sonuçları kabul etmek zorunda kalacağımızın bir göstergesidir sanırım. Hele asırlar geçmiş ise varın düşünün sonucunu.

Önümüzde iki yol var. Ya, bize çocukluğumuzdan beri öğretilen her şeyi olduğu gibi kabul edeceğiz. Ya da sorgulayacağız. Birinci yolu seçersek rahat ederiz. Alışılmışı tekrarlamak bizi huzurlu kılar. Çünkü zihnimize kopyalanan kural ile davranışımız arasında bir uyum vardır. Çevremizdeki insanlar da aynı şekilde düşündüğünden bir sorun yokmuş gibi algılar zihnimiz ve de rahattır. Teslim olan bir zihin huzurludur. Zihin topluma teslim olmuştur. Çünkü sorumluluk bizim değil, bize öğretilen toplum kuralları/bilgilerinindir. İçimiz rahattır. Yukarıdaki çok basit çay olayındaki gibi.

Yok eğer ikinci yolu seçerseniz yandınız demektir. Sorgulama yapma erdemine eriştiyseniz rahatsızlıklarla karşılaşmamanız mümkün değildir. Özellikle zihnimiz isyan etmek ister. Çünkü zihne kopyalanan yılların birikimi bilgilerden kuşku duyulmaya başlanmıştır. Daha da önemlisi çevre hoş karşılamaz sizi. Çünkü alışılmış değerlerin değişmesi gündeme gelmeye başlar. Sorgulama sonucu belki yeni bir fikre, olguya ulaşmazsınız. Ama doğru veya yanlış bu artık size aittir, sizin bir parçanızdır. Şimdi diyeceksiniz ki biz her konuyu nasıl araştıralım. Ortak kabulleri nasıl yok sayabiliriz. Gayet tabii haklısınız. Demek istediğim aklımızı kurcalayan, bizde acabalar uyandıran en ufak bir şüphede sorgulama devreye girmelidir. Bilimde dahi mutlak doğru yoktur. Deneyler yapılırken gözlemleyenin etkisi ile deney sonuçlarının değişkenlik gösterdiğini artık biliyoruz (Heisenberg belirsizlik ilkesi). Fen bilimlerinde böyle ise diğer bilgilerdeki doğruların ne kadar doğru olduğunu tartışmak bile gereksizdir.

Papağan gibi aynı şeyleri tekrarlamak insanlara ve zihne kolay gelir. Sorgulama ise ayrı bir güç ve cesaret gerektirir. İnsanları diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği AKLA sahip olması değil midir. Aklımızı sorgulamada kullanmayacaksak, kaset gibi aynı şeyleri tekrar etmek aklı kullanmaktan ziyade aklı uyuşturmaz mı? Uyuşma da bir nevi alışkanlık değil midir? Bir düşünürün dediği gibi “ Önce biz alışkanlıklarımızı oluştururuz, sonra alışkanlıklarımız bizi oluşturur“. Sorgulama sonucu eriştiğimiz bilgi daha doyurucu değil midir ?

Haydi Mevlana’nın önerisini gerçekleştirelim; başımızı sudan çıkaralım. Alışkanlıklarımızı bir kenara atalım. Hiçbir şeyi dogma olarak kabul etmeyelim. Bir Çin atasözü ile yazımızı noktalayalım. Soru soran beş dakika aptal pozisyonuna düşer, sormayansa ömür boyu aptaldır


Sedat YALÇIN

syalcin50@yahoo.com


1607











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)