ISSN 1308-8483
Nevruz / Nurdan ÇAKIR TEZGİN
  Yayın Tarihi: 19.3.2010    


Nevruz


Sultan Navrız, Neyruz, Newroz (21 Mart)

21 Mart - 2005 gelip çatmadan, çok boyutlu bir Nevruz dosyası hazırlamayı tasarlamıştım. Lakin; Nevruz’u nasıl bir dosya içine arşivlemeliydim (!) bu konuda ikilem yaşadım. Devam ettiğim “İran Dosyası” yazı dizisi içinde işlenecek bir 21 Mart (Teze Yil) incelemesi, Nevruz’u İran Şiiler’inin tekelinde gösterecekti ki buna gönlüm razı olmadı.

Ne var ki; İran çıkışlı bu incelememde, önceki yıllardaki dinsel öğreti temalarımın örtüştüğünü görmek ayrı bir haz kaynağıydı. Yeryüzü Krallığının tüm halkları, biri diğerinin dini, örfü ve geleneğinden etkilenip, benzer uygulama şekilciliği göstermişlerdir.

Tarih, her ne kadar belirli bir kronoloji izlese de; halkın birey bazındaki alışkanlıklarını, süregelen ritüellerini, hakkıyla betimleyemez. Komşunun, komşudan etkileşimi öyle bir noktada tarih yazarını şaşırtır ki; ikilem ve kararsızlık bir tarafı seçme sonucunu doğurur. Seçilen; Uygulama, taraf, bulgu, gelecek nesiller üzerinde yanılsama etkisiyle kendini gösterir. İşte bu yüzden, kesinliği olmayan halk söylencelerinin derlemelerini, yeni baştan ele almanın, kişisel sorumluluğum olduğunu düşünüyorum.

21 Mart- Nevruz, onu kutlayan uygarlıkların doğadan beklentilerine uygun gerekçelerle kutlanırdı tarih boyunca. Dini ve milli kavramların, tarihin değişen katmanlarındaki uygulanışını; bugün tam hakkı ile algılayabilmemiz mümkün değildir. Kesinlikli kalıntıların üzerine inşa edilen bazı farazi bilgiler, mitolojik ve folklorik hikayecikler olarak konu edilmeye devam edeceklerdir.

Hikaye de olsa, rivayet de olsa tutunabilen (kendine yer açabilen) bilgiler elimizdeki kanıtlardır, aksi ispat edilmediği sürece doğru kabul edilmek zorundadır!

Tarih Ana anlatmış! Bakalım neler demiş:

Sümerler, 21 Mart'a anlam yükleyen en eski uygarlıklardan biridir. Bazı araştırmacılar; Nevruz’un ilk defa Sümerler tarafından yeni yıl bayramı olarak kutlandığını, M. Ö. 3000 yılında yazılan “Gılgamış Destanı”nda sözü edilen “yeni yıl şenliği”nin Nevruz törenleri olduğunu ileri sürerler. Bunlara göre Nevruz bayramı; Sümerlerden, Medlere, onlardan da Farslara geçmiş ve “Nevruz” adını almıştır.

Mezopotamya'nın uygar halkı Sümerler, bitkilerin yeniden canlanışı ve bereket tanrısı İnnana'nın her yıl 21 Mart'ta dünyayı yeniden canlandırdığına inanır ve bunun şerefine 'Akitil=yeniden doğuş' adını verdikleri bir şölenle dinsel kutlamalarda bulunurlardı. Sümerlerin şerefine festival düzenledikleri Tanrı İnnana, Mezopotamya'nın en eski 'Çoban Tanrısı olan Tammuz ile aynı Mitolojik figürdür.

Baharın gelişi, havaların ısınması, karların erimesi tabiatın canlanması, bütün insanları olduğu gibi Türkleri de derinden etkilemiş, heyecanlandırmış ve bu değişikliği çeşitli törenlerle kutlamalarına sebep olmuştur. Türkçe bir kelime olan “bayram” teriminin anlamını Divanü Lugat’it-Türk: “Bedherm(bayram); halk arasında gülme ve sevinme, bir yerin ışıklarla ve çiçeklerle bezenmesi ve orada sevinç içinde eğlenilmesidir.” Şeklinde vermektedir. Eski Türklerin büyük dini tören ve âyinlerinin nasıl yapıldığı tam olarak bilinmiyor. Bütün bildiklerimiz Çin ve Arap kaynaklarının ve Türk boylarının destan ve destanî hikayelerindeki haber kırıntılarından ibarettir. Bununla beraber Altay-Yensiy ve Yakut şamanistlerinin bugün yaptıkları büyük dini törenleri bize eski Türklerin âyinleri hakkında bir fikir vermektedir.

Mısırlılar'ın önemli bir dini grubu da 21 Mart'ı büyük şenliklerle karşılarlardı. Tanrı Osiris'in, kıskanç kardeşi Nut tarafından öldürülmesi ve ölümden sonraki dirilişi bu bayramın kozmik gerekçesiydi. Mısır'da çok önemli bir dinsel akımın merkezi figürü olan bu tanrı, köken olarak tahıl tanrısıydı. Ayrıca bereketi de temsil ederdi. Doğduğu gün olarak kabul edilen 21 Mart bundan dolayı, tahılda bereket sağlamak için kutlanırdı.

21 Mart, Batı Anadolunun uygar halkları arasında da çeşitli tanrılara adanarak kutlanıyordu. Efesliler; Artemis'e adamışlardı bugünü. Bu tesadüfi değildi. Çünkü Artemis, bitkileri ve vahşi hayvanların koyucusuydu. Artemis ayrıca ışık, daha doğrusu Ay ile de bağlantılı sayılmıştır. 21 Mart'ta ışığın artması ve bu sayede tabiatın canlanması bu kutlamanın incelenmesi açısından önemlidir.

İyonlar ise çok mücadeleci bir tanrıça olan Demeter'e adarlar bu festivali. Demeter, Hades tarafından kaçırılan Persefones'in anasıdır. Hades Grek Mitolojisi'nde yeraltı tanrısı ve hükümdarıdır. Krallığının halkı ölülerden oluşur. Demeter, kaçırılan kızını Hades'ten kurtarmak için Tanrı Zeus'tan yardım ister, fakat bir cevap alamaz ve yeryüzüne çekilir.

Onun yeryüzüne çekilmesi felaketlere yol açar. İnsan soyu açlıktan dolayı yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bunun üzerine Hades, Zeus ve Demeter arasında bir antlaşmaya varılır ve bu sayede Persofones'in yılda bir kez, 21 Mart'ta yeryüzüne inmesine izin verilir. Böylece Persofones'in geri döndüğü günlerde bereket olur. Bu bayram söz konusu bereketi sağlayan Demeter'e adanmıştır. Frigya ve Galatalılar da bu bayramı bir Ana Tanrıça olan Kybele'ye adamışlardır. Hititlerin Ana Tanrıçaları'nın bir kopyasıdır Kybele. Aynı Ana Tanrıça Lydya'da Kybeba olarak anılır.

Hristiyanlar'ın vaftiz geleneğini Zerdüştler'den aldığını varsayan değişik görüşler vardır. Baptizm festivali esnasında yöresel Hristiyanlar, çocuklarını önce buz gibi soğuk bir suya daldırırlardı. Ardından sıcak gelirdi. O esnada şu darb-ı mesel söylenirdi: 'Sen vaftiz edildin ve yaza ilk adımı attın. Sen Newroz'u yakaladın ve kışa başladın'

Yukarıdaki alıntı, Zerdüştizm'deki vaftizm olayının, Hristiyanlar, bilhassa Bölge Hristiyanları tarafından ruhuna uygun olarak, 'Yeni Gün=Newroz'a ilk adım olarak kabul edildiğini ve böyle kutlandığını gösteren çok önemli bir delildir. Çocuğun hayata attığı “ilk adım Newroz'u” gibi, gerçek Nevruz da aynı şekilde kabul görüyor ve kutlanıyordu. Anadolu Türk Kavimlerinde de, emekleme aşamasına gelmiş bebeklere “ilk adım çöreği” yapıla gelmiştir bahar aylarında. (emekleme ve tay tay durma- taytay sözcüğü de Altay’lara uzanan ayrı bir inceleme konusudur) 'Bereket',’bolluk', 'canlanma' gibi ortak gerekçelerle kutlanması, doğrudan doğruya tabiatın canlanması ve çoğalma ile ilintilidir.

Araplarda Nevruz’a gelince:

Nevruz, Araplara “Neyruz” sözcüğü ile geçmiştir. Farsça Nevruz’un eşanlamlısıdır. Nevruz geleneği Araplarda yoktur. Çünkü eski Araplar bugüne gece ile gündüzün eşit olduğu gün anlamına “birinci itidaliyun” adını verirler. Sonbahardaki gece ile gündüzün eşit olduğu güne ise “ikinci itidaliyun” derlerdi. Ancak Sasani Devleti’nin Müslüman Araplar tarafından ortadan kaldırılmasından sonra Nevruz geleneğinin Arap dünyasına girdiği görülür. İranlılarda Nevruz bazı vergilerin toplanma dönemi idi. Bu gelenek aynen Araplarda da devam etmiştir.

Aslında İslam fıkıh âlimleri, Nevruz, mihrican, paskalya, türü gün ve geleneklere sıcak bakmamışlar ve Müslümanların bu tür bidat’lardan uzak durmasını istemişlerdir. Ancak daha sonraları Nevruz geleneklerinin İslamîleştiği görülür. Rivayete göre Hz.Ali, Irak taraflarındayken, kendisine Nevruz ve mihrican (sonbahar bayramı) günleri tatlı yiyecekler verilince bunun sebebini sorar. Bu günlerin Nevruz ve mihrican bayramı olduğunu öğrenince “Sizler bize her gün Nevruz ve mihrican kaidesi uygulayın” der.

Abbasiler (750-1258) döneminde Nevruz’un hasat mevsiminden önce olmasının vergi toplanmasında bazı mahsurları görülünce halife el-Mütevekkil (847-861) zamanında Nevruz l7 Haziran’a alınmıştır (859). Ancak bu değişiklik benimsenmeyince Halife el-Mu’tezid döneminde tarih tekrar değiştirilmiş ve 11 Haziran günü Nevruz olarak kabul olunmuştur. Ayrıca el-Mu’tezid Nevruzda yapılan törenleri özellikle sokak gösterilerini, at oyunlarını yasaklar. Ancak bu yasak kısa ömürlü olur. Araplar arsında bu 11 Haziran tarihi “Mu’tezid Nevruz’u” adıyla anılır. İran geleneği zamanla İslamî bir mahiyet alır ve bugünle ilgili rivayetler ortaya çıkar. Bu rivayetleri şöyle sıralayabiliriz:

Ulu Tanrı dünyayı gece ile gündüzün eşit olduğu Nevruzda yaratmıştır. İnsanlığın atası Hz. Adem, yani ilk insan Nevruzda yaratılmıştır. Şeytana uyarak haram meyveyi yiyen Hz. Adem ve Havva cennetten çıkarılarak Hz. Adem Serendip adasına Hz. Havva ise Cidde’ye sürülmüşlerdi. Pişmanlık duyan bu ilk insanları Tanrı affetmiş ve her ikisini bir Nevruz günü Arafat’ta buluşturmuştur. Hz. Nuh’un gemisi Ağrı Dağı’nda karaya oturduktan sonra Hz. Nuh Ağrı Dağı’ndan Sürmeli Çukuru’na (Iğdır Ovası) inmişti. Hz. Nuh’un yere ayak bastığı gün Nevnuz idi. Kardeşleri tarafından bir kuyuya atılan Hz. Yusuf , bir bezirgan tarafından Nevruz’da kurtarılmıştı.Hz. Musa’nın asasıyla Kızıldeniz’i yararak İsrailoğullarını Firavun’dan kurtardığı gün Nevruz idi. Bir yunus balığı tarafından yutulan Hz. Yunus Nevruzda karaya bırakılmıştır. Tanrı insanları yarattığı zaman evrendeki bütün yıldızlar hamel (koç) burcunda toplu halde bulunmakta imişler. Nevruz’da bütün yıldızlara kendi yörüngelerinde dönmelerini emretmiş.

Her canlanışı, her doğa olayını bir eğlenceyle kutlayan Türk Milleti, Nevruz’u bir çok sebebe bağlamıştır. Buna göre: Nevruz Ergenekon’dan kurtuluşun, geniş düzlüklere açılışın adıdır. İnsanın yaratıldığı gündür. Hz. Nuhun Tufan’dan sonra yere ilk ayak bastığı gündür. Hz. Ali’nin doğum günüdür ( İslamiyetten sonra.) Netice itibarıyla Nevruz, selamete çıkışın, zaferin kutlanışıdır. Anadolu halkı, Cemreler, Hıdırellez, Saya bayramı, çiğdem eğlencesi, bağbozumu, hasat sonu gibi zamanları kutlamalar için sebep göstermiş ve bu zamanların etrafında bir inanç yumağı ve kutlamalar ritüeli oluşturmuştur.

Divan-i Lügat’it-Türk’te, Oniki hayvanlı Türk takvimi güneş sistemine göre düzenlenmiş olup yeni yıl 21 Mart’a denk gelmektedir. İlk kara kış erbain ve son karakış Hamsin adı verilen ananedeki 90 günlük kış bitmiştir. Zor geçen bu 90 günlük süre Anadolu’nun muhtelif yerlerinde çile, çille ayı olarak da adlandırılır. Anadolu’da bu zahmetli çileli geçen kış için de çeşitli inanışlar mevcuttur. Kışın şiddetli zamanlarında zemheri karısı isimli bir kadının üç gün gezdiğine inanılır. Bu kadın, geceleri evlerin kapılarına gelir ve istediği kişiyi adıyla çağırır. Eğer ismi çağrılan kişi ardından giderse bir daha geri dönmez. Halk arasında bu kadını gördüğünü iddia edenler mevcuttur. Büyük çileden sonra gelen küçük çile (30 Ocak - 22 Mart) bir bakıma bahar törenlerinin bir başlangıcıdır.

Ardından halk arasında ısınma anlamına gelen cemreler; Anadolu’da zemherinin 27’si ile Şubatın 3'üne kadar olan günler arasında kabul edilen Hızır Nebi, baharın gelmesi merasimiyle ilgili bir inançtır. Saya bayramı, koç katımından sonraki 100. güne denk gelir. Konya’da muştu töresi olarak bilinir ve ıldız sıçrama zamanı dedikleri, baharın ilk müjdecisi günlerde başlar. Çiğdem eğlencesi, çıkgör eğlencesi topyekün baharı karşılama ve müjdeleme sebebiyle kutlanan günlerdir. ‘Ildız’, ‘Ildır’, ‘Bıldır’ sözcükleri, aynı zamanda geçiş, eski ve yeni kavramlarının tanımı için kullanılır halk arasında…

Kışın zor geçmesi, bahar müjdesiyle eğlenceleri ve kutlamaları da beraberinde getirirken, halkın gözlemlerinin, tecrübesinin tezahürü olarak martla ilgili özlü sözler de halk arasında itibar kazanmıştır. Mart dokuzunda çıra yak bağ buda, Mart çiçeği sepete girmez, Mart dokuzundan sonra dağlar misafir alır, Mart ise de dert ise de çiçek burnunu gösterir, Mart çıktı dert çıktı, Mart’ta ekilen tarla gür olur, Mart ekini dert ekini... vs. Halk arasında Mart ayı canlanma özelliği de paralel çeşitli isimler alır. Döl dökümü, kuzu ayı, yazbaşı, berdelacuz, delibeşe, ot kopumu ... vs.

Nevruz, Osmanlı sarayında da bütün canlılığı ile yaşanmaktaydı. Nevruz’da hazırlanan özel macunlar padişaha ve devlet büyüklerine sunulurdu. ( Manisa Mesir Macunu geleneği, ‘şenliği’ günümüze kadar törensel özelliğini koruyabilmiştir. Bu yıl 27 Mart günü temsili Mesir saçma töreni Manisa’da gerçekleşecektir.) Nevruz münasebetiyle Osmanlı sarayı ve çevresinde geliştiği söylenen bu adete Hüseyin Suat "Nevruz Macunu"nu anlatan şiirinde açıklık getirmektedir. Hüseyin Suat bu özel macunun çeşitli kaplar içinde rengarenk süslenildiğini, aktarlarda da bulunduğu ve başlıca Nevruz müjdecisi olduğunu söyler:
“Gibi tüller içinde hande-fürûz
Her sene mavi pembe mor ve beyaz
Bir küçük kâse: bir sehâbe-i nâz
Bir güzel çehre: müjde-i Nevruz”

Nevruz sembolü olan Nevruz macunundan başka gezme ve piknikler, Nevruz’un diğer bir özelliğidir. Evliya Çelebi, Aydın’daki Balpınarı yaylasını anlatırken fevkalade akarsuları olan bu yaylada hücreleri olan tekkelerin var olduğunu ve Süleyman Han’ın buraya hayran kalarak Nevruz’un burada kutlanılmasını ferman ettiklerini söylemektedir.

Balıkhane Nazırı Ali Bey de İstanbul’da Nevruz kutlamasından şöyle bahseder; “İstanbul halkı bilhassa ilkbaharda kır eğlencesine pek ziyade düşkündü, kıştan bıkan İstanbullular, ilkbaharın başladığı Nevruz gününü evde ve kahvelerde geçirmeyi büyük bir kayıp sayarlar. Her fırsatta kırlara ve çayırlara koşarlardı.”

Anadolu’nun ve Türk dünyasının hemen hemen her yerinde ortak bir karşılama hazırlığı evlerin temizlenmesidir. Temiz giyinmek, bazı bölgelerde beyaz giyinmek adettendir. Edirne’de de Nevruz’dan bir gün önce kadınlar ve genç kızlar o yıl buğdayların taneleri kırmızı olsun diye ellerine kına yakarlar. Nevruz gecesi pek çok yerde iş yapılmaz ve kısmetin açık olması dileğiyle uyunmaz, Nevruz karşılanır.

Nevruz için Sivas’ta “padişahın atları çayıra çıkarmış” denilir. Komşu kadınlar evlerin bahçesinde sabah kahvaltısını beraberce süt, yoğurt gibi beyaz ve S harfi ile başlayan yiyeceklerle yaparlar. Beraber yemek yemek veya yapılan yiyeceği konu komşuya özellikle yoksullara dağıtmak, Anadolu coğrafyasının tamamına hakim bir gelenektir.

Kabir ziyaretleri ve hazırlanan yiyeceklerin ölüler ruhuna dağıtılması, Kuran-ı Kerim okunması, Nevruz adetleri arasında yer alır. Naldöken Tahtacıların arasında da mezar ziyaretlerinde aileler, daha çok ölülerinin sevdiği yiyecekleri dağıtmaktadırlar. Nevruz akşamı Kars’ta ihya gözleme töreni yapılır. İleri gelenlerden birinin evinde toplanılır ve sabaha kadar hiç uyumadan Kuran-ı Kerim ve mevlid okunur, dua edilir. Burada Nevruz kutlamasını İslami motiflerle terkip halinde görmekteyiz. !

Hediyeleşmek özellikle nişanlı kızlara oğlan evi tarafından hediye gönderme de yaygın uygulamalardandır Nevruzda.

Osmanlı sarayında Nevruz macunu ile birlikte baş harfi S olan 7 çeşit yiyecek örneğin: susam, süt, simit, su, salep, safran, sarımsak yenildiği söylenmektedir. Ayrıca bu yiyeceklerin şifa getireceği inancı da yaygındır.

Özel Nevruz, yiyecekleri Anadolu’nun genelinde ortaklık göstermekle beraber bölgelere göre de mahalli özellik arz etmektedir:

En yaygın olan yiyeceklerin başında soğan kabuklarıyla, çeşitli otlarla, gangılız (gelinciğe benzer bir çiçek) veya gelinalı (gelincik) ile kaynatılarak boyanan yumurtalar gelmektedir. ( Bu bize Hristiyanların Paskalya yumurtasını hatırlatmaktadır.) Bu yumurtalar bazı bölgelerde önceden ıslatılmış, çimlendirilmiş arpa, mercimek gibi yeşilliğin içine de yerleştirilir. Hristiyanlarda Paskalya Yortusu da; Bir diğer anlamıyla Doğanın dirilmesi baharın gelmesi değil midir?

Önemli not: Bu çimlendirme işini çok hoş tabaklar içinde (çim adam kafası gibi) İran’da çok fazla görmüştüm. Neredeyse her sokak ve caddede genç kızlar ellerinde yemyeşil buğday çimli tabak ve saksılarla dolaşıyorlardı. Hatta; Bazı çimlendirilmiş tabaklar son derece şık ambalajlar içinde başka hediyelerle donatılmış halde süslenmiş kadınlar eşliğinde Tahran sokaklarında dolaştırılıyordu. Muhtemelen bir nişan hediyeleşmesiydi bunlar!

İlkbahar çiçeklerinden olan, gözenek, kuzukulağı ve peygamber çiçeği gibi çiçekler çiğ olarak yenilmektedir. Ayrıca Nevruz ağcaca, göğcece, kızılca, gelinparmağı, kuzu kulağı ve peygamber çiçeği de iyice ayıklanıp temizlendikten sonra yumurtalı ıspanak gibi mıhlamaları yapılarak da yenilir. Bu otlar da coğrafi mekanlara göre farklılık arz ederler. Sivas’ta emicek, sormuk, körmen, çiğdem, narpız ve soğanaktan Nevruz yemekleri yapılır. Çiğ köfte, şarelı pirinç aşı, maş piyazı (Gaziantep), zeytinyağlı dolma, baklalı dolma, piyaz, Amasya çöreği (Amasya), ısırgan (Giresun), ıspanaklı börek, yufka, sarı burma, leblebi, lokum (naldöken tahtacılar) börek katlama, pilav, çörek (Kars), tavşanlı börek (Keçiborlu), katmer, kete (Kayseri), Omac, Fadimana pekmezi (Sivas) Nevruz’un farklı mekanlardaki diğer yemekleridir.

İranlılar, eskiden beri iki ayrı güne “Nevruz” ismini vermişlerdir. “Bunlardan biri, güneş takviminin ilk ayı olan Ferverdin ayının ilk günüdür ki “nevruz-ı âmme” olarak bilinir. Bu günde güneş, koç burcuna girer. Efsaneye göre Allah kâinatı ve insanları bu günde yaratmış ve bütün yıldızlar bugün dönmeye başlayıp koç burcundan geçmişlerdir, Başka bir rivâyete göre Cem, bütün dünyayı dolaştıktan sonra Azerbaycan’a gelmiş ve burasını beğenip taht kurdurmuştur.

Gerek taht, gerekse mücevherlerle süslü elbise ve tâcı, doğan güneşle birlikte etrafı ışığa boğmuştur. Bu hali görenler “Bu günde bir başkalık var, bu diğer günlere benzemiyor, yeni bir gün” demişler. Bu güne “Nevruz”, Cem’e de “şîd (ışık)” kelimesini ekleyerek Cemşid demişler, Nevruz adıyla anılan diğer gün ise y,ine Ferverdin ayının yedinci günüdür. Buna da “nevruz-ı hâsse” denir.

Yıl 21 Mart’ta Nevruz bayramıyla başlar ve güneş takvimine göre aylara bölünür. Buna göre örneğin 21 Mart 2001, 1380 yılının1. gününe denk gelmektedir. Nevruz Bayramı İranlıların en büyük bayramlarındandır ve hiçbir etnik ve din farkı gözetilmeksizin bütün bir yurtta coşkuyla kutlanır. Nevruz öncesinde tüm yaşam çevrelerini temizleyen İranlılar yeni yıla girileceği gün ve saatte tüm aile fertleri “Haftsin” aşı verilen sofra başında toplanır. Bu sofra Allah’ın insana bahşettiği nimetleri ve baharı temsilen Farsça alfabenin 15. harfi olan “Sin” harfiyle başlayan yedi yiyecekle donatılmıştır. Bunlar Sib (elma), Sebze(yeşillik), Serke (sirke), Sonbol (sümbül), Senced (iğde), Semenu (bir tür tatlı) ve Sumaktan ibarettir. Yeni yıla girilmesiyle birlikte halk birbirini ziyaret eder, küsler barışır, aile bağları güçlendirilir.

Evet, gelelim Kürt Newroz’una… Tarih yazıcıları arasında, Zerdüştilerin Kutsal kitabı Avesta’yı dayanak olarak ele alan Kürt yazarlar görüyoruz. Tarih araştıranındır dersek (!) M.Sirac Bilgin’in Nevruz araştırmasına göz atalım…

"Avestik Dil"de, ya da Avesta'nın yazıldığı rahipsel Med Dili'nde adı "Nava=yeni' Roaca=gün"ün birleşimi olması gereken Newroz kelimesi bu orijinal şekliyle bile Avesta'da yer almıyor. Genç Avesta'nın yazıldığı, önemli araştırmacılar tarafından teslim edilen, rahipsel Med Dili'ndeki bu bileşik kelimenin anlamını, Med Dili’nin mirasçısı bir dil olan Kürtçe’yi kullanarak ayrıntılarıyla tahlil edebiliriz: Nava, Kürtçe’nin Zazakisi’ndeki newe ve Kurmanci ile Soranisi’ndeki 'nû', nüye” ile aynı kelimedir ve 'yeni' demektir. Raoca ise yine aynı dilin Zazaki Lehçesi’ndeki 'Ruec' ve Kurmanci ile Sorani Lehçesindeki 'roc' ile aynı kelimedir ve 'gün' anlamına gelir. 'Yeni Gün' olarak kutlanan Nava Roaca, daha önce de kaydettiğimiz gibi, bu haliyle Avesta'da yer almıyor. Belki de kayıp. Buna rağmen Nava ve Roaca kelimeleri Avesta'nın her yerine dağılmış olarak vardır. Nava Roaca, zaman içinde iki kelimeli bir tabir olmaktan çıkarken, biraz da dillerin tabii değişimleri çerçevesinde tek kelime haline dönüşerek önce Pehlevice'de Noroz, sonra günümüz Kürtçesi'nde 'Newroz'laştı

Ülkeleri Halife 'Umar döneminde, Arap-İslam istilasına uğradığında Kürtler müthiş bir direniş sergilediler, ama sonuçta yenildiler. Galip komutan al-Yaman, Athurpatakan'ın (Adherbaijan'ın) tümüyle Kürt olan halkı ile 800.000 dirhem karşılığı bir antlaşma yaptı (Tritton, 1930). Bu antlaşmaya göre Araplar; Kürtler'den hiç kimseyi öldürmeyecek, işkence etmeyecek, onları hapsetmeyecek, hiçbir Ateş Mabedleri'ni yakmayacaktı. Fakat antlaşmanın en önemli maddesine göre ülkenin yeni efendileri, Kürtler'in açıktan açığa, aralarında en baş yeri kaplayan Newrozları dahil, bütün festivallerini kutlamalarına karışmayacak, onların bu festivaller boyunca ulusal danslarını sergilemelerine karışmayacaklardı (Baladhuri, Futuh ul-Buldan). Bunun anlamı; Newroz, Arap-İslam hakimiyeti dönemine kadar uzanan bir tarihte bile sadece Kürtler'e özgü bir festival olarak görülmesiydi Çünkü Medler'den beri hiç ciddi bir şekilde bağımsız yaşamamış olan bir kavmin bayramından bahseden en canlı yabancı tanıktır Futuh ul-Buldan. Hem de MS 600'lü yıllarda. o sırada Farslar da Zerdüştilik'ten yeni dönmüşlerdi. Ama onların 'Newroz' diye bir bayram kutladıklarına dair bir kayda rastlanmıyor. (!) Hem de iktidar kaybolduğu anda, merkezi hükümet onların elinde olmasına rağmen.

Fakat İslam Halifeleri, bu sözlerinde durmadılar, bayram kutlamalarını yasakladılar. Bu arada Kürtler'i dinlerinden dönmeleri için tedbirlere başvurmaya başladılar. Zerdüştiler'i her yerde Kırmızı veya siyah bir başlık giymek zorunda bıraktılar (Juynbull; nakleden Tritton, 1930). Bundan amaç İslamlar ile Zerdüştiler'i ayırd etmekti. Daha sonraki Alevi Kürtler, Türk istilasından çok sonraları bile bu kırmızı başlıkları giymeye devam etmiş, adları 'Kızılbaş' olarak kalmıştı. Bunun dışında, Kürdistan'ın Xaniqin şehrine de Halife 'Umar iki adamını ('Uthman bin Hunaif ve Hudhaifa) buradaki insanları damgalamak için gönderir. Bunlar, oradaki insanlara gayrimüslim olduklarını gösteren damgalı yakalık taktırır (başka bir yerde 550.000 kişi). Damgalı yakalık taktırılan insanlar Zerdüşti idi ve geleneklerini sürdürmekte kararlıydı. Tabii ki bu geleneklerin en önde geleni, Newroz kutlamalarıdır.

Kawa (Gave) Efsanesi ve Nevruz anlayışı:

(Bugün Nevruz’u Özellikle Kürt toplumları ile irtibatlandırıp, onun sadece Kürtlere ait bir bayram olduğunu ileri sürenler, bu görüşlerin Demirci Kawa Efsanesine dayandırmakta, mitolojiden yola çıkarak, Nevruz bayramını bayram havasında uzaklaştırıp bir isyanın yıl dönümü olarak kabul ettirmeye çalışmaktadırlar.)

Dahhak-Kawa efsanesi kısaca şöyledir: Geleneksel Önasya folkloründe Dahhak, tarihî ya da mitolojik bir şahsiyet olarak ortaya çıkar. Fars literatüründe ve folkloründe Dahhak bir Arap kıralıdır. Ancak Dahhak kimliği ve milliyeti ilgili tek bilgi bu değildir. Dieulafo’ya göre Dahhak Zoak adındaki Suriyeli prenstir. Arap geleneğinde Dahhak Asurbanipal olarak görülür. Şehname’de Dahhakın lakabı Biyaresb olarak geçer. Thomson’a göre bu ad Kaldeliler arasında insan başlı at vücutlu bir yaratık olarak Pluride kadar uzanır.9 Avesta’ya göre Dahhak üç ağızlı, üç başlı, altı gözlü, çirkin,çok güçlü, şeytanımsı bir ejder-canavardır. Denkkard’a göre Dahhak halkı putperestliğe davet eden batıl dinin ve gayri meşruluğun yeryüzüne yayılmasına çalışan, insanları fesada sürükleyen biridir. Ve dünyayı yok edecek biri olarak Araplardan gelmiştir. Değişik dönemlerdeki Pehlevi metinlerinde ise, Dahhak bazen batıl din kurucusu olarak bazen efsanevi İran yöneticileri (Pişdadiyan) listesinde görülür. Bu metinlerde Dahhak’ın kötü ve zalim idaresi ayrıntılı olarak anlatılır.

Dahhak mitolojisi İslam geleneğinde de bir zulüm örneği olarak yer alır. Rivayete göre Dahhak Nuh tufanından sonra gelen ve bütün dünyaya hakim olan hükümdarlara verilen addır. Nuh’un oğlu Yafes’in neslinden olup tufandan sonra bin yıl yaşamış ve hüküm sürmüştür. Yine İslam kaynaklarında Dahhak’ın Deccal ilk Firavun veya Nemrut olduğu da söylenir. Pehlevi metinlerinde İranlı hükümdar Feridun’la savaşır. Feridun tarafından yakalandıktan sonra öldürülmeyip Demavend dağında zincire vurulur. Ancak o, zincirlerini kırarak kurtulur ve yer yüzünde kötülük yapmaya başlar. İnsanların, hayvanların,ve bitkilerin üçte birini yer. Daha sonra Kirsap adlı bir kahraman onu öldürür. İslami rivayete göre ise saltanatının son 200 yılında Dahhak’ın omuzlarında şeytanın yaptığı bir hile iki yılan başı belirir. İblis Dahhak’ın rüyasına girerek bu yılanların verdiği rahatsızlıktan kurtulması için yılanları her gün iki insan beyniyle beslemesini tavsiye eder. Sonunda İsfahan’da Gave (Kawa) adında bir demirci iki oğlunun bu yüzden öldürülmesi üzerine Dahhak’a baş kaldırır. Bütün halk Gave’nin çevresinde toplanır ve Dahhak’ın öldürttüğü Cem’n oğullarından Feridun’u şah ilan ederler. Feridun’la Dahhak arasında yapılan savaşta Dahhak ve ordusu yenilir. Dahhak kaçarsa da Gave yetişir ve onu öldürür. Bazı Kürt araştırmacıların iddiasına göre Nevruz, Dahhak’ın öldürülmesinin yıl dönümüdür. (!)

Kürt toplumunu yönlendiren, Dahhak-Kawa efsanesine referans olarak gösterilen kaynaklardan biri de Firdevsi’nin Şehnâme’sidir.

Fars metinlerinde Arap kralı olarak gösterilen Dahhak bu kez Firdevsi’nin Şehnâme’sinde hükümdar Cemşid’den sonra İran ve Turan tahtına oturan beşinci hükümdar olarak karşımıza çıkar. 1020 yılında Gazneli Mahmud’a takdim edilen bu eserde Turanlıların ve İranlıların, efsanevi hükümdar Feridun’un oğullarından Tur ve İrin soyundan gelen iki kardeş millet oldukları iddia edilmiştir ki bu bilgi de eserin ne ölçüde güvenilir olduğunu sorgulatmaktadır. Şehnamede Dahhak-Kawa efsanesi ayrıntılı olarak anlatılır. Hatta Firdevsi Kürtlerin Dahhak’ın zulmünden dağlara kaçan insanların soyundan geldiklerini iddia etmesine rağmen, Kawa’nın etnik kökeni hakkında herhângi bir bilgi vermemektedir. Sadece İsfahanlı bir demirci olduğunu belirtmektedir.

Sonuç olarak Dahhak mitosu, henüz Hint-İran kabilelerinin birbirinden ayrılmadığı dönemlerde ortaya çıkmış bir Ari (Sanskritçede arya- Avesta airya) mitosudur denilebilir. Greklerdeki Zeus-Typhon çekişmesinden Hindistan’da İndra ve Vritra arasındaki mücadeleye kadar bütün Ari geleneğinde biri düzeni koruyan, diğeri yıkmaya çalışan iki mitolojik kahraman figürü benimsenmiş olup Dahhak da düzene karşı mücadele veren gücü sembolize eder.

Dahhak-Kawa efsanesine kaynak olarak sadece Firdevsi’nin Şehname’sini esas alsak bile Kawa’nın bir Türk veya Fars olma ihtimalinin Kürt olma ihtimali kadar güçlü olduğunu görürüz. Çünkü İsfahan tarih boyunca daha çok bu iki milletin yönetimi altında bulunmuş bir yerleşim merkezidir.

Türk dünyasında olduğu gibi İran’da da Nevruz hala etkili bir biçimde kutlanmaktadır. Ancak İranlılarda Nevruz bugün bile efsanevi özelliğinden kurtulamamıştır.

Zerdüşt dininin Tanrısı Ahura Mazda’nın birlik ışığından, sayısız kavim ve ulus etkilenmiştir tarih boyunca. Zerdüştleri, “ateşe tapanlar” olarak putperestlik boyutunda inceleyen tek tanrılı dinlerin görmezden geldiği önemli bir gerçek vardır ki; Asıl Tanrı kavramı, Zerdüştizm ile başlamıştır bilinen tarih kayıtlarınca. (Ayrıca: Zerdüştler ateşe tapmazlar. Ateşi, ışık ve aydınlık imgesi olarak kullanmışlardır. Mevsim dönümlerinde ateşler yakıp, o ateşin üzerinden, içinden geçip, sağlık, güç ve iyi değerlerle donanmışlardır. Bu gelenek, günümüzde bir çok ulusun yöresel alışkanlığı olarak Nevruz ve Hıderellezde sürdürülmektedir.)

Zerdüştlükten etkilenmeyen herhangi bir öğreti, din örf anane ve görenek yoktur yeryüzünde. Bu oldukça iddialı bir çıkış gibi görünse de, uzun bir araştırmanın sonucu olarak ayrı bir inceleme konusudur.

Nevruz, Araplara “Neyruz” suretinde geçmiştir. Farsça Nevruz’un eşanlamlısıdır. Nevruz geleneği Araplarda yoktur. Çünkü eski Araplar bugüne gece ile gündüzün eşit olduğu gün anlamına “birinci itidaliyun” adını verirler. Sonbahardaki gece ile gündüzün eşit olduğu güne ise “ikinci itidaliyun” derlerdi. Ancak Sasani Devleti’nin Müslüman Araplar tarafından ortadan kaldırılmasından sonra Nevruz geleneğinin Arap dünyasına girdiği görülür. İranlılarda Nevruz bazı vergilerin toplanma dönemi idi. Bu gelenek aynen Araplarda da devam etmiştir.

Aslında İslam fıkıh âlimleri, Nevruz, mihrican, paskalya, türü gün ve geleneklere sıcak bakmamışlar ve Müslümanların bu tür bidat’lardan uzak durmasını istemişlerdir. Ancak daha sonraları Nevruz geleneklerinin İslamîleştiği görülür. Rivayete göre Hz.Ali, Irak taraflarındayken, kendisine Nevruz ve mihrican (sonbahar bayramı) günleri tatlı yiyecekler verilince bunun sebebini sorar. Bu günlerin Nevruz ve mihrican bayramı olduğunu öğrenince “Sizler bize her gün Nevruz ve mihrican kaidesi uygulayın” der.

Abbasiler (750-1258) döneminde Nevruz’un hasat mevsiminden önce olmasının vergi toplanmasında bazı mahsurları görülünce halife el-Mütevekkil (847-861) zamanında Nevruz l7 Haziran’a alınmıştır (859). Ancak bu değişiklik benimsenmeyince Halife el-Mu’tezid döneminde tarih tekrar değiştirilmiş ve 11 Haziran günü Nevruz olarak kabul olunmuştur. Ayrıca el-Mu’tezid Nevruzda yapılan törenleri özellikle sokak gösterilerini, at oyunlarını yasaklar. Ancak bu yasak kısa ömürlü olur. Araplar arsında bu 11 Haziran tarihi “Mu’tezid Nevruz’u” adıyla anılır. İran geleneği zamanla İslamî bir mahiyet alır ve bugünle ilgili rivayetler ortaya çıkar. Bu rivayetleri şöyle sıralayabiliriz:

“ Ulu Tanrı dünyayı gece ile gündüzün eşit olduğu Nevruzda yaratmıştır. İnsanlığın atası Hz. Adem, yani ilk insan Nevruzda yaratılmıştır. Şeytana uyarak haram meyveyi yiyen Hz. Adem ve Havva cennetten çıkarılarak Hz. Adem Serendip adasına Hz. Havva ise Cidde’ye sürülmüşlerdi. Pişmanlık duyan bu ilk insanları Tanrı affetmiş ve her ikisini bir Nevruz günü Arafat’ta buluşturmuştur. Hz. Nuh’un gemisi Ağrı Dağı’nda karaya oturduktan sonra Hz. Nuh Ağrı Dağı’ndan Sürmeli Çukuru’na (Iğdır Ovası) inmişti.

Hz. Nuh’un yere ayak bastığı gün Nevnuz idi. Kardeşleri tarafından bir kuyuya atılan Hz. Yusuf , bir bezirgan tarafından Nevruz’da kurtarılmıştı.Hz. Musa’nın asasıyla Kızıldeniz’i yararak İsrailoğullarını Firavun’dan kurtardığı gün Nevruz idi. Bir yunus balığı tarafından yutulan Hz. Yunus Nevruzda karaya bırakılmıştır. Tanrı insanları yarattığı zaman evrendeki bütün yıldızlar hamel (koç) burcunda toplu halde bulunmakta imişler. Nevruz’da bütün yıldızlara kendi yörüngelerinde dönmelerini emretmiş.”

Rivayetler, mitolojik öyküler, masallar, yazılı kalıntı ve buluntular, her ne kadar insanlığın bilinmeyen geçmişine ışık tutsalar da, varsayım gerçeğinin ötesine geçmeleri zordur.

Kesinlikli (belgeler) tarihin bile, günümüzde farklı kayıtları mevcuttur. Her ulus, her toplum, her bakış, mutlaka kendi açısından yaklaşmıştır dünya üzerinde olup bitenlere. Bu nedenle; Kişisel olarak, hiçbir olguyu bütünüyle olduğu gibi kabullenmemiş, etrafında dolaşıp farklı ışık oyunlarını fark etmeye çalışmışımdır. Çok sesli kültürlerin ortak özelliklerine daha sıcak yaklaştığım için, ayıran ayrıştıran keskin sınırlar çizen yazılı bulguların, şahsımda itibarı pek azdır. Bütün insanlar; Küçük farklılıklarla, doğanın tüm uyanışlarına belirli anlamlar yüklemişlerdir.

Baharın başlangıcı = Nevruz, diyerek nice tüm başlangıçlara...

Barış ve Sevgi dolu Baharlara…


Abdülkadir, İnan, Eski Türk Dinî Tarihi, Kül. Bak.
Vem är vem i mytologin, Italia; 1993
M. Sirac Bilgin - Zarathuştra
Oxford, the History of Iran, 1985
Mukhtaşar ud Duwal; Bar Hebræus, 1890
Black-Rowley;1982, Cumont; 1902
İslam Ansiklopedisi, “Dahhak maddesi.
Gazali, Kimya-yı –Saadet, Çev. A. Müftüoğlu,
F.Ahsen Turan
Abdurrahman Güzel
Kaşgarlı Mahmut, Divan-ı Lugat’it Türk, Çev. Besim Atalay



Not: Bu araştırmada, 21- Mart Nevruz’un Asya ağırlıklı folklorik ve dinsel etkileşim özelliklerine ağırlık verilmiştir. Astrolojik özellikler ve bazı ulusların ( Sasaniler, Mayalar, Kızılderililer) Nevruz ile ilintileri incelemeye dahil edilmemiştir.

Nurdan ÇAKIR TEZGİN



3460











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)