ISSN 1308-8483
Sonra Denizler, Sonra sonralar, Sonra Sonralar... / Tarık Dursun K.
  Yayın Tarihi: 20.2.2011    


Sonra Denizler, Sonra sonralar, Sonra Sonralar...

Barınak biraz uzakçaydı bize, ama sefere çıkmamış tekneleri buradan da rahatlıkla görebiliyorduk. Karısı çay yapmış (ben ilk bakışta çay sanmıştım), ucuz yeşilimsi cam bardaklarda getirdi; renginden değil, kokusundan anladım, adaçayıydı.

Bir yandan ağ onarıyor, bir yandan basık ve bodur bir hasır sandalyenin üstündeki tablaya durup durup bıraktığı dumanı uzayan cigarasını içiyordu.

"Babam uzun kış gecelerinde, balığa çıkmadığı günlerin gecelerinde bize anlatırdı," dedi gözlerini ağın kopuklarına hızla girip çıkan iğden ayırmadan." Hazreti Allah dünyamızı altı günde yaratmışmış. Altıncı günden sonra gelen o yedinci günde dinlenmeye çekilmiş. Elleri dünyamızın çamurundan vıcık vıcıkmış. Arınıp yuğmak için su aranmış, ellerini açıp gökyüzünden dünyaya uzatmış. "Su ol!" demiş, su olmuş, kainat kadar kocaman ellerinin çamurlarını Ege denizinde yıkamış ve uçsuz bucaksız su denizi tuza kesmiş, yüzünde binlerce adacık olmuş. Adacıkların üstünde yeşil otlar bitmiş, ağaçlar fışkırmış, toprağın karnı gebe kalmış."

Kadın eşiğe yakın oturmuştu, tepsi kucağında, suskun bizi dinliyordu.

"Babamın anlattığına göre, suların altında yeniden hayat olmuş, başka sulardan başka kollar gelmiş; mesela, en yukarıdan, Karadeniz'den, hatta Marmara denizinden gelmiş, Ege'yi başka denizlerle bitiştirmiş. Kendi içlerindeki deniz yaratıklarını da bu yeni sulara taşımış. Eski suların sahipleri kendilerine bu yeni suları mekân tutmuşlar.

Deniz kayalarında, kovuklarda gelip gelip yuvalanmışlar; bölünmüşler, birleşmişler, çoğalmışlar.

Ege'nin tuzunda gözleri yanıp kavrulan kayabalıkları, alabalıklar, sazanlar, turnalar, kılıçkuyrukları, mersinler, benekli alacalar, mavi guramiler, daniyolar, sakallı balıklar, rasborlar, neonlar, tetralar, melekler, süpürgeler denizi bırakıp akarsulara, derelere, ırmaklara çıkmışlar."

Masal mıydı anlattıkları, söylence ya da yakıştırma mıydı? Yoksa, uyduruyor muydu?

Denizden doğru bir esinti çıkageldi, içimiz birden serinledi, sıcağı duyduk, sonra hiç duymadık.

Başını kaldırdı işinden, iğe sanlı ipi gevşetmeden denize baktı, başucumuzdaki yaşlı incirin yapraklan kımıldayıp hafifçe hışırdadılar.

"İmbat bu," dedi. "O da olmasa, Ege'nin kıyı kasabalarıyla gözün gördüğü görmediği onca adalar insanı yazın sıcağında yanar, kavrulup pişer alimallah."

Haklısın diye başımı salladım. Esinti sabahtan bu yana sıcaktan sırtımıza yapışmış incecik tişörtlerimizin terini kurutuyordu. Nicedir seslerini pek duymadığım cırcır böcekleri ağaçlarda yeniden çınçınladılar.

"Sonra denizlerin sularında tuza dayanaklı, tuzu sever yeni balıklar türemişler. Neler miymiş onlar? Bak, sayayım sana; sardalyeler, hamsiler, mersinler, çekiçler, torpiller, yılanbalıkları, somlar, barlamlar, sinağritler, turnalar, denizatları, kirpiler, diller, deniztavukları, barbunlar, tekirler, gümüşler, tonlar, kılıçlar, yayınlar, testereler, kedibalıkları, mercanlar, ringalar, mercanlar, izmaritler, kolyoslar, köpekbalıkları, kaşolotlar, vatozlar, kızıl orkinoslar, yunuslar, kefaller, çipuralar, kalkanlar, uskumrular, platikalar, öksüzler, deniziğneleri, fakahalarmış."

Karısına döndü;

"Hani adalarımızı tazelemedin ya hanım?" dedi şakacıktan kırgın bir sesle.

Kadın doğruldu, bacaklarının romatizmalarını belli etmemeye çalışarak sözde dik yürüyormuş gibi yapıp evden içeri girdi.

"Şimdi o balıkların birçoğu bu Ege'de yok, yitmiş, gitmişler. Diplerdeki kovuldukları yerle yeksan edilmiş. Onlar da almışlar başlarını, 'bu Ege bize haram artık, kalkalım, göç eyleyelim' demişler, çekip başka denizlerin başka sularına akın etmişler. Bizim için adı var, kendi yok balıklar olmuşlar hepsi de."

Kadın bir çırpıda kopup adalarımızı getirdi, sırayla (kuşkusuz önce konuklara) ikram etti. Aldım ve içerken yabani kokusunu yavaşça içime çektim.

" Bu deniz çok adam yemiştir, yesin, hakkıdır, çünkü biz de onu yedik, hem de doymak bilmez bir iştahayla," dedi adaşım yudumlarken. "Deniz hiçbir şeyi unutmaz. Bu unutmazlık balıklarda da vardır, bilir misin? Babamdan ne gördümse ben de aynısını yaptım. O da babasından görmüşmüş, onun babası da babasından. Deniz nankör değildir, aza kanaat ettin mi, o da karşılığında çoğunu verir sana, cömertlik eder."

Uzun, sarı naylon ağı bıraktı elinden.

" Yakar mısın?"

" Ben bıraktım, çok oldu," dedim.

" Denizde adamı yalnız bırakmaz bu meret," dedi, yeni bir cigara yaktı.

İçini çekti. Göz göze gelmemeye çalışarak;

"Tabii, bu benim sana anlattıklarım, bir zamanlardı, bir zamanlarmış," dedi. "Onlardan geriye cansız bir hayalimiz bile kalmadı, bir resmimiz yani. Her şeyi elbirliğiyle, açgözlülüğümüzle hikâye ettik, her şeyi çenemize vurdurduk."



Tarık Dursun K.



1903











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)