ISSN 1308-8483
Nöbetçi kuşların senfonisi… / Işık Teoman
Işık Teoman    
  Yayın Tarihi: 4.6.2008    


Nöbetçi kuşların senfonisi…


Yıllardır özellikle Ege Bölgesi’nde gezmediğim şehir,gitmediğim kasaba ve kahvesinde çayını içmediğim köy hemen hemen yok gibi. Öyle ki, o bölgelerdeki su kaynaklarının hareketlerini, ormanın yapısını, yolların ne durumda olduğunu artık o kadar iyi biliyorum ki ezberimde. Simav yolu üzerindeki Çaygören Barajı’ndaki suyun çekildiğini,bir yıl sonra tekrar oradan geçtiğimde suyla dolmuş olduğunu görmek, beni ne kadar mutlu ediyorsa;Salihli yakınlarındaki Marmara Gölü’nün korkunç bir hızla kuruduğuna tanık olmak da gerçekten ülkemin insanları adına çok üzüyor.

Doğal varlıkları düşünen yok

Çünkü Türkiye hızla kuruyor ve çölleşiyor. Bir yandan kuruyor, bir yandan da şehirleşiyor. Köyler ve köylüler yok oluyor. Tarım arazileri kaderine terk ediliyor. Ormanlar talan ediliyor. Yayla evleri adı altında lüks villalar ormanları sarıyor. Çam ağaçlarını yok eden çam kese böceğinden daha tehlikeli bir şekilde orman içlerine kadar giriyor lüks villalar.

Ormanlar;ya zeytin ağaçları,ya üzüm bağları ya da villalara yer açmak için insanlar tarafından kemiriliyor. Hem de herkesin gözü önünde. Bu ülkenin ormanları, bakanı, valisi, kaymakamı,belediye başkanı,muhtarı,sorumlu ve sorumsuz vatandaşları tarafından kapanın elinde kalır mantığı ile bir bir yok ediliyor.Gezilerden döndükten sonra oturup keyifle yazmak varken, böyle bir karanlık bir tablo çizerek giriş yapmak beni üzüyor; ama kimsenin umurunda değil bu ülkenin doğal varlıkları, öyle görünüyor çünkü. Dönelim gezimize…

Yeni güzergah Babadağ

Yol arkadaşlarımla harita üzerinde dolanırken yeni bir güzergah keşfettik. Denizli’nin Babadağ ilçesi. Uydudan baktık, yemyeşil.Yollar güvenli. Çadır kurabileceğimiz alanlar çok.Sabah yine çok erken,güneş doğmadan,Torbalı, Tire, Gökçen yoluyla Ödemiş ve oradan Kiraz’a kadar keyifli bir yolculuk yaptık. İki otomobil ile gitmek zorunda kaldık. Çadırlar, tulumlar ve eşyalar bir araca sığmıyor çünkü.

Engin Yavuz’un otomobilinde İsmet Orhon,benim otomobilimde ise Aykut Fırat. Artık eskisi gibi sigara molaları vermiyoruz. Aykut ve Engin sigara ile çoktan vedalaştı. Çay içmek için verilen aralarda ise İsmet Orhon deyim yerindeyse deli danalar gibi sigara içiyor ve boşalan ciğerlerini dumanla doldurarak yollarda geçen süreyi bu şekilde telafi ediyor. İlçelerde, beldelerde ve köylerde kısa aralıklarla molalar veriyoruz, hem çay içiyoruz,hem de sohbet ediyoruz.

Sarayköy istasyonu yenilenmiş

Alaşehir yolu üzerinden öğle saatlerinde Buldan’a ulaştık. Buldan’da öğle yemeğini yedik ve Buldan bezlerinden yapılmış ürünlerden satın aldık. Öğleden sonra Sarayköy’e giriş yaptık. Tarihi istasyon restore edilmiş. Şansımıza on dakika sonra trenin geleceğini öğrendik. Tren Sarayköy Garı’na giriş yaparken ve kalkarken fotoğraflar çektik. Dizel motorlu tren homurdanarak Denizli’ye devam ederken,yıllardır emek vermiş odun ve kömürle yürüyen buharlı tren mahsun bir şekilde olanları bir kenardan izliyordu.

Sarayköy’de alışveriş yaptıktan sonra Babadağ’a ulaştık. Gitmek isteyenlere önemli bir uyarım olacak. Babadağ’da benzin istasyonu yok. Çok zor durumda kalırsanız, marketler litresini 4 YTL 250 Yeni Kuruş’a satıyor.Kazık değil mi?


Sarayköy Tren istasyonu yenilenmiş


Babadağ’da evler kayıyor

Babadağ,yemyeşil ormanların arasına kurulmuş,kent merkezine kadar yolu tırmanıyorsunuz.Kent merkezine varınca, garip bir durum sezinliyorsunuz.Sokağın sonuna doğru baktığınızda binaların öne,arkaya,sağa ve sola yattığını görüyorsunuz. Bu garip durumun bölgede yaşanan heyelandan kaynaklandığını öğreniyoruz. Ama gelin görün ki, insanlar bu binaların içinde yaşıyorlar ve dokuma tezgahları da tıkır tıkır çalışıyor…

Babadağ kent meydanında yorgunluk çaylarımızı yudumladıktan sonra,merkezden orman içlerine doğru araçlarımızla ilerlemeye başladık.Onlarca yayla var ve yüzlerce de yapılaşma. Denizli’nin ve Babadağ’ın dokuma zenginleri nasıl olmuşsa bir yolunu bulup lüks villaları dikmişler. Pek talan gibi görünmüyor ama gözü de rahatsız ediyor.


Babadağ'da evler öne, arkaya, sağa ve sola yatıyor


İncihisar Köyü kamp alanı

Bir ara ulu bir kestane ağacının altına çadır kurmayı ve kamp yeri seçmeyi düşündük ancak bu düşünceden vazgeçtik. İyi ki, vazgeçmişiz. Babadağ ve çevresindeki yaylalarda çadır kurmayı pek güvenli bulmadık ve araştırarak İncihisar Köyü’nde güvenli kamp yapabileceğimizi öğrendik. Köy meydanında bahçesinde fiskiyeli havuzu bulunan bir kahveye oturduk. Odun ateşinde demlenmiş çaylarımızı içerken,geldiğimizi duyan İncihisar Köyü Muhtarı Hamit Küçük bizi selamlayıp yanımıza oturdu. Köye ait bir mesire yeri olduğunu anlattı. Bizim orada çadır kurup kamp yapmamız için izin verdi. Akşam güneş batmadan ve karanlığa kalmadan elimizi çabuk tuttuk. Çadırlarımızı kurduktan sonra kamp ateşini yakmıştık ki, muhtar çıkageldi. İsimlerimizi alıp jandarmaya ileteceğini söyleyip gitti.


İncihisar


Jandarma temkinli

Tavuklarımızı mangal ateşinde pişirdik, salatımızı yaptık, rakılarımızı yudumlamaya başlamıştık ki,bir minibüs dolusu jandarma muhtar ile birlikte kamp alanına geldi.Kimlikler istendi.Tek tek ne iş yaptığımızdan tutun da,neden buralara geldiğimize kadar sorular yöneltti jandarma astsubayı; biz de yanıtladık. Bizim iyi ki, “kamp kurmadık” dediğimiz Babadağ yaylalarında hemen her gün bir hırsızlık olayı yaşanıyormuş. Bu nedenle jandarma işini sıkı tutuyor.

Ama bizi, gazeteci kimliklerimiz ve açık künyelerimize karşın tavizsiz araştırması ve jandarma erlerini gönderip T.C kimlik sorgulaması yaptırması biraz abartılı gibi geldi. Jandarma yaklaşık bir saat yanımızda kaldıktan sonra, sabah kahvesine beklediklerini söyleyip yanımızdan ayrıldılar. Jandarmalar gittikten sonra gece yarısına doğru çadırlarımıza çekildik.


Babadağ'da Bir zamanların iki bin nüfuslu Hisarköyü'nde birkaç tezgah kalmış.Köylüler genç nüfus gidince işlerini Babadağ'a kaptırmışlar



Kuşlar hiç susmadı

Sabah, her kamp kurduğumuzda olduğu gibi erkenden kalktık. İsmet kamp ateşini canlandırmış, çayı demlemiş, Aykut elinde fotoğraf makinası kuş fotoğrafları peşinde koşturuyor. Engin sabahın köründe arabasını tozundan arındırıyor. Ama öyle keyifli bir yere çadır kurduk ki, sabaha kadar kuş sesleri kesilmedi. Engin Yavuz, kuşun kampa gelenler için öten nöbetçi kuş olduğu konusunda varsayımlarda bile bulundu.

Kahvaltımızı ettikten sonra, kamp alanına yakın, tarihi bir kentin üzerine kurulduğu için göçe hazırlanan Hisarköy’e gittik. Hisarköy,yıllar önce iki bine yaklaşan nüfusuyla bölgenin en kalabalık köylerinden biriymiş. Köy meydanında oturduğumuz kahvede yaşlı nüfus ağırlıktaydı.

Devletten önce define avcıları

Hepsi dertliydi, gençler iş nedeniyle çekip gitmiş. Devlet arkeolojik alan üzerinde bulunan köyü taşımaya kararlı. Dokuma işini de Babadağ’a kaptırmışlar. Köyü dolaşırken birkaç evden dokuma tezgahı sesi geliyordu. Arkelojik alan ilan edilmeden önce köye dadanan define avcıları oldukça büyük zararlar vermiş. Mağaralar ortaya çıkmış ama içi boşaltılmış.

Yazının girişinde dediğim gibi ülkemiz bu konuda sahipsiz. Bu tür alanlara devlet girmeden önce yasa dışı çalışan insanlar giriyor.Karacasu’daki Afrodisias kenti kadar büyük ve önemli bir antik kentin çıkarılacağı Hisarköy define avcılarının acımasızca talanına uğramış. Devlet uyanmış, köyü taşımaya karar vermiş. Zararın neresinden dönülse kardır.

En yeşil kent girişleri Aydın’da

Çevrede tamamladığımız gezinin ardından Karacasu yoluyla dönüşe geçtik. Ege’nin en güzel bölgesi olan Aydın-İzmir karayolu Türkiye’nin örnek gösterilecek kent girişleriyle ünlü. Nazilli, Atça,Köşk,Umurlu,İncirliova ve Germencik bu kent merkezlerine giriş yaparken adeta bir çiçek bahçesinde dolaşıyorsunuz.Yol sağlı ve sollu ağaçlar ile kaplı,yine orta refüj yeşil çiçekli bitkilerle donatılmış.Bu güzellikler arasında Aydın’a ulaşıp otoyoldan İzmir’e dönerek yolculuğumuzu tamamladık.




Buharlı tren mahsun bir köşede olanları izliyor




İncihisar kamp alanı




Ormanın derinliklerinde yayla evleri



Işık Teoman

isikteoman@gmail.com


5777











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)