ISSN 1308-8483
Gölmarmara’dan Sındırgı’ya… / Işık Teoman
Işık Teoman    
  Yayın Tarihi: 5.1.2012    


Gölmarmara’dan Sındırgı’ya…


“Ömür biter yol bitmez” sözü sanırım bizim gibi gezginler için söylenmiş. Geçtiğimiz yıl ilkbaharda başlattığımız gezilerimizi, kış bastırana kadar sürdürdük. Son gezimizi ekim ayında Domaniç’in kayın ormanlarına yapmıştık. Onun üzerinden yaklaşık dört ay geçmiş. Zeminde yağmur ve çamur olunca çadır kurmak sıkıntı yaratıyor. Biz de durur muyuz? Günübirlik gezilerimize başlıyoruz. Değişen bir şey yok; yine erken saatlerde yola çıkıyoruz, gezinin tadına varana kadar geziyoruz ve hava iyice karardıktan sonra İzmir’e dönüş yapıyoruz.



Gezilerimizde genellikle araç kiralıyoruz. Bu kez nasıl olduysa Engin Yavuz Cuma günü aradı ve kendi aracıyla beni ve Aykut’u alıp şöyle bir tur atacağımızı söyledi. Hürol Dağdelen bu geziye katılamadı, yoldan aradık, şakalaştık, yani varlığı yoktu ama yol boyunca adı sürekli geçti durdu. Bizim güler yüzlü, kahkaha fabrikası arkadaşımız. Sabah erkenden buluştuk, hava çok karanlık ve farlarımızı yakarak gidiyoruz. Bornova’dan İzmir-Ankara karayoluna çıktığımızda hava hala karanlık. Cumartesi olmasına karşın araç trafiği bir anda yoğunlaşmaya başladı. Kemalpaşa, Armutlu, Spil Dağı sapağı ve Bağyurdu’nu geride bırakıyoruz. Evden kahvaltı etmeden çıktık. Turgutlu’da çorba içmek artık bir gelenek haline geldi. Eski adıyla Kasaba’nın çarşısından Borsa Lokantası’na uzandık. Mekan yine dolu. Hava soğuk içeride bir masaya iliştik ve meşhur kellepaça çorbasını iştahla içtik.



Engin Yavuz çocukluk yıllarını bu bölgede geçirdiği için iyi biliyor. Salihli’ye geldiğimizde söze girdi: “İzmir ile Salihli arasında tarlalar giderek azalıyor, fabrikalar hızla çoğalıyor. Bu güzergahtan her geçişimizde değişikliğin ne denli hızlı olduğuna tanık oluyoruz. Ülkemiz için iyi ve gerekli, bizim gibi doğa tutkunları için üzücü gelişmeler bunlar. Zeytinliklerin, üzüm bağlarının, buğday tarlalarının fabrikalara, depolara, konutlara dönüşmesine katlanamıyorum.”



Sağımızda zirvesi puslu Bozdağ; yağan hafif karla bembeyaz. İlk kar suları ovaya ulaşmış bile. Dereler çaylar artık isteksiz değil, coşkuyla akıyor…



Salihli de gürültülü, kalabalık, ilçe olma özelliklerini hızla yitiren bir yerleşim yeri. Organize Sanayi Bölgesi’nin içinden sola Gölmarmara yoluna yöneliyoruz. Salihli-Gölmarmara arası 36 kilometre. Karayolu çevredeki bütün yollar gibi genişletildi, ulaşım artık rahat ve hızlı ama yol çevresi eski güzelliğini kaybetti. Birkaç yıl öncesine kadar dokunacakmış gibi yakın olan ağaçlar artık uzağımızda. Oysa o güzellikler içinden defalarca keyifli yoluculuklar yapmıştık.



Solumuzda Bintepeler olarak bilinen mezar tümülüsleri. Lidya Krallığı’nın mezar tümülüsleri çok büyük ve gözalıcı eserler. Çoğu ortaçağda talan edilmiş. Antik çağ tarihçisi Heredot’a göre en büyüğü 355 metre çapında, yüksekliği 69 metre olan Alyattes Mezarı.



Bintepeler geride kalırken karşımızdaki tepelerin ardında Marmara Gölü beliriyor. Göle ulaşmadan göl çevresindeki köylerden Tekelioğlu Köyü’nün iki yanı fıstık çamları olan daracık yolundan suyun kenarına kadar ilerledik. Köy çıkışındaki sahilde balıkçı tekneleri sıralanmış. Çiftçiler tarlada, zeytin çapalayanlar, asma budayanlar, bostanındaki kışlık ürünlerini kontrol edenler, avcılar… Gökyüzünün berrak mavisinin yansıdığı sularda pelikanlar, sumrular, mekeler, ördekler, bütün canlılığı ile doğa. Bizim için o kadar güzel fotoğraf malzemesi var ki. Tekneler, gölün kıyısına demir atmış teknelerin suya yansıyan görüntülerinin fotoğraflarını çekmeye doyamıyoruz. Uzaktan görünen ve suyu yararak gelen bir başka balıkçı teknesi de bize çok güzel görsel malzeme oluyor.



Marmara Gölü’nü pek bilen yoktur. Önceleri kapalı bir havzada yer alan, küçük dereler ve yer altı suyu ile beslenen, mevsimsel, hafif tuzlu bir göl iken, 1932-1953 yılları arasında yapılan çalışmalarla bir rezervuara dönüştürüldü. Gölün alanı ortalama 3bin 400 hektar, derinliği 3-4 metre. Göl 320 milyon metreküplük maksimim dolum kapasitesine sadece 1960'larda ulaştı ve 6 bin 800 hektarlık bir alanı kapladı. 1993 yılı yaz mevsiminde ise büyük bölümü kurudu. Sular çekildikçe geride kalan verimli topraklar tarlalara dönüştü. En bereketli ürünlerin alındığı bir ova haline geldi. Meralar çoğaldığı için hayvancılık da gelişti. Sular çekildiğinde geçtiğimiz yıllarda gölün ortasına kadar yürümüş telef olan deniz varlıklarına üzülmüştük.



Göl alanında önemli sayıda küçük balaban, alaca balıkçıl, pasbaş patka, mahmuzlu kızkuşu ve bıyıklı sumru yaşıyor. Özellikle kışın, küçük karabatak, tepeli pelikan, büyük akbalıkçıl, angıt, fiyu, elmabaş patka, dikkuyruk ve kılıçgaga gibi çok sayıda su kuşu buraya geliyor. Bahri, karaboyunlu batağan, küçük akbalıkçıl, gri balıkçıl, gece balıkçılı, erguvani balıkçıl, kaşıkçı, kuğu, boz kaz, boz ördek, yeşilbaş, çıkrıkçın, elmabaş patka, sakar meke ve uzun baca burada konaklıyor.



Marmara Gölü’nün 1993 yılındaki gibi kurumasının ve balıkçılığın yok olmasının önlenmesi için bir süredir Gördes ve Demirköprü Barajı ile Gediz Nehri’nden su veriliyor. Yoksa kocaman bir tarlaya dönüşecek!



Sohbet ettiğimiz balıkçılar anlatıyor: Marmara Gölü doğal halindeyken yılda 300 tona yakın balık avlanıyormuş. Gölde su seviyesinin yükselmesiyle balıkçılık da gelişmiş, 400'ün üzerinde balıkçı teknesi işlemeye başlamış, en yüksek seviyeye ulaşılan 1963 yılında rekor düzeyde (963 ton) balık avlanmış. 1993 yılında gölün kuruması sonucu, balıkçılık sektörü tamamıyla çökmüş. Daha sonraki dönemde, göle yarım milyondan fazla yavru balık bırakılmış, av yasağı getirilmiş ve su seviyesinin yükselmesiyle, balık stoklarında artış meydana gelmiş.



İlerledikçe sahili bizden uzaklaşan ve yerini verimli arazilere terk eden Marmara Gölü’nü geride bırakıp Hacıveliler Köyü’nde her zaman çay içtiğimiz kahvehanede soluklanıyoruz.



Yeniden yola çıkıp, Gölmarmara üzerinden ilk kez geçtiğimiz yoldan Akhisar’a ulaşıyoruz. Akhisar üzerinden Balıkesir karayolunda Gölcük sapağına kadar 83 kilometrelik yolumuz var. Hızla çoğalan zeytinlikleri ve rüzgar türbinlerini keyifle izleyerek Gölcük sapağına ulaştık. Bizi Sındırgı’ya ulaştıracak en güzel yollardan biri de bu daracık, bakımsız, yoksul ama o kadar da sevimli yol. Umarım bu yola el atmazlar, doğallığını bozmazlar.



Sındırgı’ya daha bitmesini hiç istemediğimiz 33 kilometrelik yolumuz var. Güzergah üzerinde Gölcük, Karakaya, Alacaatlı, Kozlu ve Bayırlı köyleri yer alıyor. Geniş ve bereketli topraklarla çevrili bu köylerin insanları yoksul, yoksulluğunu paylaşan, kendi halinde, konuksever insanlar. Yoksulluğu görmek için evlere bakmak bile yeterli. Taş, ahşap, kerpiç karışımı bakımsız ve eski yapılar. Köy sakinleri bu geniş ovanın ortasında yapayalnız ve terk edilmiş gibi yaşamayı seviyorlar. Sonbahardan kalma güneşli, berrak, ışıklarla yıkandığımız bir gün, gökyüzü masmavi. Çatılar ıslak, bir önceki günden kalma karlar hızla eriyor. Küçük derelerin üzerinden, eski köprülerden geçiyoruz.



Yaklaşık bir saat sonra Kertil Yaylası’ndan Sındırgı Ovası’na doğru inen yola katılıp Sındırgı Çayı’nı kuşatan, yaprakları dökülmüş kavaklıkların arasından geçiyoruz ama Mandıra Köyü’nde her zaman çayını içtiğimiz Abdullah’ın kahvehanesi kapalı. Geçen gezide de bulamamıştık. Güler yüzlü, iyi yürekli, konuksever dostumuz sanırım yine pazara gitmiş.



Bizim de alacaklarımız var, ilçe merkezinde aracımızı park ettik. Sındırgı’da iki pazar var. Birisi köylülerin, diğeri belediyenin. Bu pazarlarda ne ararsanız ucuza bulursunuz. İlçeye cumartesi günleri canlılık getiren bu pazarlarda elma, ayva, kestane, ceviz, çeşit çeşit otlar, köy evlerinde üretilmiş yoğurtlar, köy ekmekleri, peynir çeşitleri, küçücük tarlalarda yetiştirildiği belli pırasa, lahana, kereviz, karnabahar satılıyor. Alışveriş etmeden önce çarşı içindeki dört masası bulunan köfteci dükkanında karnımızı doyurduk. Hesap 13 TL; şaka gibi değil mi? Pazar alışverişimizi bitirdikten sonra köprü başındaki fırından köy ekmeği aldık. Dönüşümüzü Kertil Yaylası’ndan yaptık. Son yağıştan kalan karların üzerinde gezindik, keyfini çıkardık. Her zamanki gibi İzmirli olarak karda anı fotoğrafı çektirdik. Gece karanlığında İzmir’e dönüş yaptık, önümüzdeki günlerde Dursunbey-Değirmeneğrek’e yapacağımız geziyi konuştuk yol boyunca. Çadır kuramayacağız doğal olarak, çünkü oraya yağan karın altında çadırlarımız kaybolur gider. O nedenle orman evinde kalacağız yerlerimiz ayrıldı bile…
































Işık Teoman

isikteoman@gmail.com


5006











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)