ISSN 1308-8483
MUHTEŞEM KONSER BERLİN FİLARMONİ EFES’TE / Zuhal ÖZÜGÜL
Zuhal ÖZÜGÜL    
  Yayın Tarihi: 1.10.2012    


MUHTEŞEM KONSER BERLİN FİLARMONİ EFES’TE


Bana, hiç bitmeyecek gibi uzayan günler, dakikalar 28Eylül’de sona erdi. Bir aydır bu günü bekliyoruz. Ercümen Ailesi ve biz Özügül’ler. Bu beklemenin nedeni Berlin Filarmoni Orkestrasının Efes’teki konseri.

Foça’da, nefis bir havanın geri geldiği bir günde İnci ile oradan buradan, sağdan soldan konuşurken soluklandığımız bir anda Berlin Filarmoni’nin İzmir’e geleceğini fısıldadım. Tepkisi tam da beklediğim gibi oldu. Hemen atladı. Gitsek mi filan diye durup durup konuştuk. “Ben fiyatlara bakayım” diye bir soluk aldım. Konserin yeri, bilet fiyatlarını “bulanık” görmeme neden oldu. Çünkü Efes Agora’da gerçekleşecekti. Bir aklama yaptık “içkimiz, sigaramız yok, altın, mücevher düşkünü değiliz. Eee o zaman ne duruyoruz” Bu muhteşem konser için 100 TL. (Biletler 350, 250, 200, 150, 100TL arasındaydı) seve seve verebiliriz” diye rahatladık. Yeni argümanlar da ekledik. “Bu yaşıma geldim, bir daha ne zaman izlerim, ne kadar kaldı” gibi vicdan hesaplaşmalarıyla, son karar verildi. Biletler alındı. 21 Ağustos günü “dönülmez” konserin kapısından girmiştik artık. Küçük grubumuzda, her karşılaştığımızda bu konuyu açıyor “huşu” içinde bu konserden konuşuyorduk. Ayrılırken “aman sakın bir aksilik olmasın, konser” diye uyarıyorduk birbirimizi. Bu arada konserle ilgili bilgileri de ediniyordum.

Dünyanın en iyi orkestrası olarak tanınan Berlin Filarmoni, Sir Simon Rattle yönetiminde İKSEV’nin (İstanbulluların ve İzmirlilerin, “ruhları sanatla dolduran ve doyuran” bu kurumun önemini kavramaları gerekiyor) 40cı yaşını kutlamak üzere Türkiye’ye geliyordu.

1882 yılında kurulan Berlin Filarmoni, 30 Ocak 1944 yılında 2ci dünya savaşında bombalanıp yıkılana kadar konserlerini Berlin’de sürdürmüştü. Savaştan hemen sonra, açlık, sefalet ve yoksulluğa rağmen Berlinlilere konserler vererek onları sanatsız bırakmadılar. Boşuna “müzik ruhun gıdasıdır” dememişler.

Orkestraya şeflik yapmak için can atanlar arasında Brahms da vardı. En ilginç olanı ise Mahler’in kendi bestesi 2ci Senfoniyi yönetmek için orkestraya ücret ödemesiydi. Naziler iktidardayken şeflik yapan Furtwangler, ölene kadar Nazi destekçisi karalamasını üstünden atamamıştı. 1954’de Herbert von Karajan görevi üstlenmişti. Yalnız orkestranın değil, elbette kendi gelirini de yükseltmek için plaklar kaydediyor, konserlerle dünyayı dolaşıyordu. Karajan bir erkek kulübü gibi çalışan orkestraya bir kadın klarnetçi almaya kalktığında orkestra üyeleri isyan bayrağını çektiler, ama o dinlemedi. Ancak kadın müzisyenler hâlâ azınlıkta. Konserde orkestra üyesi 5-6 kadın sayabildim. Ünlü kemancı Anne Sophie Mutter’i de keşfeden Karajan oldu.

Foça’da ise, tarih yaklaştıkça heyecan da artıyordu. “Bazen bir şeyi çok istersen olmazmış gibi” batıl inançlar da aklıma gelmiyor değildi. İKSEV’den gelen bir E-postayı açana kadar bir tek düşünce vardı aklımda “iptal mi?” Hayır, hayır. Konser Efes Antik Tiyatro’ya alınmıştı. Nasıl bir güzellik olacaktı bu konser.

Uzun süredir onarımda olduğu için konserlere izin verilmiyordu. İKSEV bunu da başarmış izinler koparılmıştı. Orkestra, mekân, biletler yerli yerine oturdukça hayalin gerçekleşebileceğine inanmaya başlamıştım. Ta ki, içimizden biri, “gık” demeden konseri kabul eden, bizi götürüp getirme sözü veren kişi, Oğuz hastalanana kadar. Benim ısrarımla grip aşısı yaptırıp ertesi gün gripten yatak döşek yatınca “aman aman ne oluyor” diye heyecanlandık. İhtimamlı bir bakımla toparlandı. Bu arada İnci’yi arı soktu. Ben yerimden kımıldamaya korkar oldum. Neyse atlattık ‘badireleri’. Sağ salim vardık Selçuk’a.

“Önemli detayları” bırakıp neler dinlediğimizi rahat rahat anlatma zamanı geldi.

Franz Schubert’in “Bitmemiş Senfoni”si. Sonra kontrbasçı, orkestra şefi, besteci Giovanni Bottesini’nin Viyolonsel ve Kontrbas için düzenlenmiş “Grand Duo Concertant”ını solistler Fora ve Efe Baltacıgil yorumladılar. Bir dakika, şimdiye kadar duymadığım iki gencecik Türk sanatçısı. Öz geçmişlerine bir baktığımda hayretler içinde kalıyorum. Üç kuşak müzisyen bir ailede doğup, büyümüşler. Efe Baltacıgil (34) çellist, Berlin Filarmoni Orkestrası’nda solist.

“Sir Simon Rattle’den bu konserin teklifini aldığım günden beri her sabah güne güzel başlamak ve mutlu olmak için bu konseri düşünüyorum” diyor.

Fora Baltacıgil (29) kontrbasçı, New York Filarmoni’nin dokuz kişilik kontrbas grubunun liderliğine getirilmiş. Ben, bunları okudukça çok seviniyorum, iftihar ediyorum, mutlu oluyorum. Kapanış Beethoven’in 7 nolu Senfonisi. Tüm tiyatroya, mutluluk, hüzün, acı, neşe ‘nağmeleri’ yayılıyor.

Peki, şef kim diye sormaz mısınız? SİR ünvanı almış Simon Rattle, 1999’da şef idareciliği Claudio Abbado’dan devralıyor. SİR Rattle gençliğe önem veriyor. Orkestrayla projeler üretiyorlar. Berlin kent yönetiminin oldukça yüklü maddi desteğiyle, hayata geçiriyorlar. Bunları okudukça, Fazıl Say’ın “tek başına” Anadolu’yu adım adım dolaşması, gençlere müziği sevdirmeye uğraşması, onlarla köylerde bile tek tek ilgilenmesi aklıma geliyor. Ona daha çok saygı duyuyorum. Sanatın “yan gelip yatma” olmadığını gözlerine sokuyor birilerinin.

Selçuk turistlerinin (Şirince’den önce) Mehmet Aksoy’un Atatürk Kurtuluş Yolu Anıtı’nı görmelerini, zaman kalırsa San Jan Kilisesi’ni gezmelerini de öneririm.

Baltacıgil’lerin eserini seslendirdikleri Bottecini (1821-1889) de ilginç bir kişilik. Neredeyse tüm dünyayı dolaşıyor, konserler veriyor, orkestralar yönetiyor. Havana ve Meksika’da konservatuarlar açılmasına ön ayak olmuş. 1873’de İstanbul’da Sultan Abdülaziz’e de bir konser vermiş. Kahire Operası yöneticiliğini 1878’e kadar sürdürüyor.

M.Ö.6000 yıllarında, 200bin nüfuslu Efes kentinde, yaklaşık 25bin kişi alan Tiyatroya, 2012 yılında girmek için, ışıklandırılmış ağaçlı yoldan sonra sütunlu yolu da sakin, itişip kakışmayan, neşeli insanlarla birlikte geçiyoruz. Sonra karşımıza bütün heybetiyle tiyatro çıkıyor. Basamaklar, basamaklar. Gençler bile dinlene dinlene çıkarken bizler el kol bacak yordamıyla birbirimize yardım ederek çıkıyoruz. “Efesliler her gün nasıl çıkıyorlarmış bu basamakları?” diye homurdanıyoruz. Kısaca soluklanırken bir an önce ulaşmak için “ya Allah” diye devam ediyoruz. Bir gayret yerimizi de buluyoruz. Minderlerimizi de hazırlayıp etrafı seyrediyoruz. Gökyüzünde yıldızlar ve dolunay dekorun büyüsüne katılıyor. (Arada bir, büyüyü bozan uçaklar geçti)

Konser bitiminde yine basamaklar, basamaklar (Yüksekliği yaklaşık 30-35 cm.) Bu kez iniş. Bilindiği gibi iniş, çıkıştan daha çabuk ve kolay olur.

Konsere karar verirken “bu bize bir sene yeter” demiştik İnci ile. Iııh.. Ekimde, konser, bale sezonu açılıyor…

Bitirirken bir kez daha binlerce teşekkür İKSV.


Zuhal ÖZÜGÜL



2114











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)